YAZARLAR

Suriye, Türkiye, ABD

Ankara ile Vaşington’un Esat'sız Suriye konusunda fikirdaş olduklarının altını çizebiliriz. Hem toprak bütünlüğüne bağlılık var, hem istikrar getirme amaçlı Suriye toprağının üzerinde oturma. Ne zamana dek? Geçiş süreci tamamlanana yani Esat gidene dek. Bir de mart ayı ortasını geçmeden faaliyete geçecek şu “sonuç odaklı mekanizma” var. Ben o “mekanizmayı” zaten işte diplomasinin kendi bilirdim, demek değilmiş.

Türkiye ile Almanya ortak tank üretiminde uzlaştı, Deniz Yücel hapisten çıktı, özel uçağa bindi gitti. Türkiye-ABD Esat'sız Suriye’ye geçilene dek ülke yüz ölçümünün yüzde otuzu üzerinde oturmaya devam edecek. Ucu ABD’ye dokunan Suriye-Türkiye husumetinin tarihsel kökleri derinde. PYD, Şam ile Afrin’i savunmak konusunda anlaşmışa benzer, bu da Türkiye-ABD uzlaşısının “görüldüğünü” anlatıyor. Rusya’nın uygulanırsa olası PYD-Şam uzlaşısı dışında olması pek gerçekçi gözükmüyor. ABD-Türkiye “mekanizmasına” yanıtları, Afrin’in yanı sıra Türkiye’ye Idlip’ten, ABD’ye güneybatıda Suriye-İsrail sınırından gelebilir. Cenevre’ye karşı Astana’nın tahkim edilmesi, Astana’nın da Soçi’de Kürtlerin katılımıyla yedeklenmesi beklenebilir.

Türkiye ile ABD arasında PKK ile mücadele üzerinden Suriye ve Irak siyasetlerindeki ayrışmaya indirgenemeyecek, daha temel, daha keskin bir ayrışma hatta kopuş söz konusuydu. Bu ayrışmayı diri tutmak Rusya’nın çıkarına. McMaster-Kalın ile Mattis-Canikli görüşmeleri ve nihayet Tillerson’un Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kabulüyle bu nihai kırılmanın şimdilik önüne geçildi. Bu temaslar zincirinin, talep Vaşington’dan gelmek suretiyle, Başkan Trump’la Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında gerçekleşecek bir telefon görüşmesiyle taçlanması gerekirdi. Onun yerine sanırım “mekanizma” ikame edilmesiyle yetinildi.

Ortak açıklamanın hukukun üstünlüğü kısmı vitrin süsü zaten. İki ülke Dışişleri Bakanları yan yana kameraların karşısına geçip, hukuk devletinden söz ederlerken, Altan biraderler ve sair yazarlara ağırlaştırılmış müebbet verildi. ABD’nin Türkiye’de demokrasiyi umursamadığını biliyoruz. Onu geçelim. Ankara ile Vaşington’un Esat’sız Suriye konusunda fikirdaş olduklarının altını çizebiliriz. Hem toprak bütünlüğüne bağlılık var, hem istikrar getirme amaçlı Suriye toprağının üzerinde oturma. Ne zamana dek? Geçiş süreci tamamlanana yani Esat gidene dek. Bir de mart ayı ortasını geçmeden faaliyete geçecek şu “sonuç odaklı mekanizma” var. Ben o “mekanizmayı” zaten işte diplomasinin kendi bilirdim, demek değilmiş. “Ortak Çalışma Grubu” demeli belki.

Bu arada Bush-Cheney döneminin çetin cevizlerinden John Hannah da ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi atanıyor. (Ankara’ya da ABD büyükelçisi halen bekleniyor.) Herhalde Hannah bu mekanizmanın bir yerinde oturacaktır. IŞİD’le mücadelenin eşgüdümünden sorumlu McGurk’le Ankara geçinememiş, adı geçen neredeyse “istenmeyen kişi” olmuştu. Tanıdığım kadarıyla Hannah ile AKP yönetiminin dalga boylarının tutma olasılığı sıfır. İlaveten, ortak açıklamayı “DAEŞ, PKK, El Kaide...” diye okurken, devamında içinizden “vaypici, peyede, kaceka...” diye terennüm etmek geliyor sizin de muhtemelen. Ama ortak açıklama “ve diğer terör örgütleri” diye birden patika yola sapıyor o noktada. Demek ki bu da ABD kaleminin silgi ucu.

Tabka’yla birlikte ABD destekli SDG’nin Fırat’ın batısında denetimindeki iki yerden biri olan Münbiç’teyse bir yerel askeri meclis var. Münbiç Kuzey Suriye Federasyonu’nun yani kantonal yapılanmanın kağıt üzerinde parçası değil. Buradan YPG/YPJ’nin ayıklanması mümkün. ABD Özel Kuvvetleri’yle doğrudan irtibatı sağlayacak ve çatışma olasılığını kaldıracak minimal bir TSK biriminin sahada konuşlanması yahut iletişim hattı kurulması üzerinde mutabakat sağlanabilir. Münbiç’in ABD açısından stratejik değeri olduğunu artık en yetkili ağızlardan öğrendik. Mezkur “mekanizmanın” en kritik sınavı bu olacak herhalde.

TSK’nin dolaylı yahut doğrudan denetiminde bulundurduğu Fırat Kalkanı cebinin yüz ölçümü yaklaşık iki bin kilometrekare. İlhak veya işgal terimlerinden bilinçli biçimde kaçınmakla birlikte, İçişleri Bakanı Soylu’nun Fırat Kalkanı cebinde “üç kaymakamımızın görev yaptığına” dair açıklamasını dikkate almak zorundayız. İçişleri Bakanı’nın söz konusu açıklamasının yaratabileceği diplomatik sıkıntıları gözardı ettiğini varsaymak durumundayız. Tava sapı gibi Minnag Havaalanı ve Tel Rifat uzantısı dışarıda bırakılırsa Afrin mıntıkası dört bin, İdlip’in Astana’daki çatışmasızlık bölgeleri bağlamında gözlem noktaları kurduğumuz kabaca M-5 karayolunun batısında kalan bölümü ise beş bin kilometrekare büyüklüğünde.

ABD’nin ise SDG dolayımıyla denetlediği Fırat’ın doğusu ile Münbiç ve Tabka eklerini içeren bölge ise Suriye’nin toplam yüz ölçümünün yaklaşık dörtte birine tekabül ediyor ve büyüklüğü kırk altı bin kilometrekare civarında. Güncel haritaya bu gözle baktığımızda, NATO müttefikleri ve Koalisyon ortakları ABD ile Türkiye’nin “hasım” Esat’ın yüz seksen beş bin kilometrekarelik Suriye’sinin kuzeyini birbirlerine sınırdaş biçimde ve görülebilir gelecek için elli yedi bin kilometrekare “tıraşladığını” görebiliriz. Esat’ın Şam’ı bu yolla hem Irak hem İran’dan ötelenmiş oluyor. Esat’ın PYD ile anlaşarak Afrin’e geri gelmesi bu “tıraşa” da yanıt oluşturuyor.

Türkiye ile Suriye’nin “husumeti” daha Hatay’a ve Soğuk Savaş dönemine uzanıyor. Özellikle 1980’li yıllara geri gittiğimizde, Hafız Esat PKK’ye destek verdikçe, Ankara’nın da askeri idare döneminde dahi Müslüman Kardeşler’e el verdiğini görüyoruz. Örnekse, Doç. Dr. Behlül Özkan, gizliliği kalkan 1983 tarihli bir CIA belgesinde 1982 Hama MK ayaklanmasına ülkemizden giden destek hatlarını Yayladağ, Reyhanlı ve Kilis olarak belirtildiğini ArtıTV’de 14 Şubat günü yayımlanan Dünya Ve Biz programımda paylaştı. O dönemde Esat’ın SSCB himayeli Arap milliyetçiliği karşısına, Ankara’nın ABD destekli siyasal İslam'ı çıkardığı anlaşılıyor.

Sakarya’da üst düzey bir IŞİD yöneticisinin Irak ve Türkiye istihbarat teşkilatlarının ortak çalışmasıyla yakalandığı haberini de bir kenara yazalım. Zira Fırat’ın doğusuna ABD’yi hedef alarak bir TSK harekatı olası olmasa da, Suriye’nin de doğusunda Irak var. ABD’nin bir “ikramı” da Şengal’de olabilir. Hatta geçtiğimiz günlerde Kuveyt’te toplanan Uluslararası Irak Yeniden İmar Konferansı’nda Bağdat’a açtığımız beş milyar dolarlık kredi de bu “açılımın” bir parçası olarak görülebilir. Bu olasılığın karşısına Türkiye’nin “Pakistanlaşması” ve o ters “L” şeklinde Suriye’nin kuzeybatısını kaplayacak “tampon” yahut “gri” bölgenin “Peşaverleşmesi” gibi bir kötü senaryo ihtimalini koyabiliriz.

Evimize dönerek son noktayı koyarsak, Sayın Başbakan veciz konuştu: “Çözüm, çözüm. Çözüm yok kardeşim.” Bence de durum böyle, katılıyorum. Demek ki bir müddet daha “Yugoslav faulleriyle” oyunu sürdürmeye devam edeceğiz. TBMM’de temsil edilen üçüncü partinin eş genel başkanı Sayın Demirtaş’ın ise duruşmasında dile getirdiği doğrusu çok özgün (!) bir önerisi var: "Kürtlerin çıkışı Türkiye ile işbirliğindedir. Türkiye'nin çıkışı Kürtlerle işbirliğindedir." Şam’ı ve Suriye Kürtlerini daimi tehdidin, ABD ile Rusya arasında sıkışmayı da daimi kılması mukadder.

*Yanlış anlamanın önüne geçmek kabilinden not düşmek istedim: Sayın Deniz Yücel’i IMC TV’nin önce Türksat’tan atılma sonra kapatılma dönemlerinde Eyüp’teki stüdyoda tanıma fırsatım olmuştu. Özgürlüğüne kavuşması sevindirici, geçmiş olsun.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.