YAZARLAR

Sapık değil o beyler! İçinizden biri!

Tüm siyasal aktörlerin saldırgan için en ağır cezayı istediği ortamda, kimyasal hadımın ilk akla gelen önlem olması, siyasetçinin cinsel istismar suçuna yanlış teşhis koyduğunun göstergesi. Bir kere hukuken kastrasyon, en ağır ceza değil sadece suçluyu salıverme bahanesi. Ama siyasetin yargıya gol atması lazım ya fırsat bu fırsat deyip yargı tarafından yürütmesi durdurulmuş olan bu yönetmeliği yeniden canlandırmaya yöneldiler. İstismarın istismarı…

Sapıklıkmış! İlkin sapık demekten, sapıklık demekten utanın! Sapıklık diyerek kendinizden uzağa atmaya çalıştığınız o eril şiddet faili siz değilseniz yanınızda, yakınınızda olan bir diğeri.

Kadın olsun erkek olsun şiddet uygulayanı özellikle cinsel şiddet failini, sapık yaftasıyla anmanın yarattığı kafa konforu aşikar. Bir diğerine sapık dediğinde kişi kendisini, kadınsa kocasını, kardeşini, oğlunu bir anda steril alana ışınlamış oluyor. Zihinler berraklaşıyor adeta suçlu, karanlık tarafta kalınca. Ve karanlıkta görülmez kılınıyor suçlu.

Ancak bunu söyleyenlerin dahi içten içe bildiği gibi hakikat farklı. Birinin tacizcisi, diğerinin dedesi, babası, kocası, kardeşi, arkadaşı, komşusu… Sapık yerine suçlu denmeli. Kurnazca kendisi için steril alanlar, saygın konumlar yaratan suçlular. Şeytana uyma değil şeytana pabucunu ters giydiren nitelikli suç, her taciz ve tecavüz.

Bilindiği gibi dünyanın her yerinde nice öğretmen, din adamı, vaiz, tüccar, iş-güç meslek sahibi, ünlü-ünsüz, zengin-fakir, Doğulu-Batılı, inançlı-inançsız kişi cinsel şiddet faili. Cinsel suçlar, coğrafya, kültür, din, refah düzeyi ayrımı tanımıyor. Patriyarkanın şişirdiği erkek egosunun, kışkırtılmış erkeklik biçimiyle kadını sadece cinsel obje olarak görmesi, erkeklik algısını cinsel haz üzerine kurmayı normalleştiren zihniyet, şiddet üretiyor. Kız ve oğlan çocukları da aynı. Kendisini haz zincirinin en tepesinde konumlayan çarpık erkeklik algısı, içinizden birini suçluya dönüştüren…

Kadın, çocuk, engelli hatta hayvan ayrımı yapmadan hangisini kendisinden daha güçsüz, savunmasız görürse haz nesnesi olarak kabul ediyor ve kendi hakkı sanıyor, tacizi, tecavüzü. Sırf muktedir olduğu için cinsel saldırı ile iktidarını kuruyor, kurbanı üzerinde. Erk-ek isimlendirmesinin aynı algıyla var olduğunu, erkekteki cinsel gücün de iktidar kelimesiyle tanımlandığını hatırlamak bile suçlunun zihniyet olduğunu görmeye yeter. Şiddet tüm biçimleriyle eşitsiz güç ilişkisinden beslenen başlı başına bir iktidar aracı. Yani hiç kimse “çocuğun cinsel istismarı siyaset dışı, siyaset üstü” gibi cümleler kurmasın çünkü eril şiddet, siyasetin dibi. Tüm biçimleriyle eril şiddet, seçili, politik eylemler bütünü. Mücadele de politik alanda, politika üreterek yapılmalı.

Kız çocuklarıyla oğlan çocuklarını özgür, eşit bireyler olarak yetiştirmeyen eğitim sistemi evet her seferinde yeniden üretiyor bu çarpık erkekliği. Ancak okulda öğrenilen toplumsal ve siyasal düzlemde karşılık bulduğu takdirde kalıcı davranışa dönüşür. Okulda, askerde toplumsal cinsiyet eşitliği seminerleri verilmesine rağmen zihniyet dönüşümü yaratmıyor ve seçili davranış olarak eril şiddet günden güne tırmanıyor. Çünkü gündelik yaşamda edinilen bilgiyi davranışa dönüştürme fırsatı verecek pratikler yok. Her işin başı eğitim demeyi alışkanlık haline getirmişiz ezbere. Başı eğitim olan işin siyaset zemininde şekillenip, toplumsal düzlemde yaşam pratiklerine dönüştürülerek tamamlanması gerekir ki o eğitim kalıcı hale gelsin. Eril şiddeti besleyen zihniyetin de şiddetle mücadele için eşitlik olgusunun kurulması için de bu üçlü formülasyon şart. Yargı ancak şüphesiz cebren, aykırıları hizaya sokmak, aşırılıkları törpülemek, suçluları toplumdan ayıklamak için var. Biz ise eril şiddet söz konusu olduğunda eğitimin yanı sıra siyasal, sosyal pratikleri bir kenara bırakıp yargıyı, tek, terbiye aracı olarak kullanmaya kalkışıyoruz. Sonuçsuz kalıyor elbette..,

Tekil örnekler üzerinden infiale kapılarak atılan nutuklarla politika üretilmiş olmuyor. Adana’da yaşanan son olayda olduğu gibi çocuğun cinsel istismarı suçu, siyaseten istismar edilmiş oluyor. Nitekim hemen komisyon kuruldu. Altı bakanlıktan oluşan komisyon kurulur kurulmaz ilk tedbir(?) olarak kastrasyon (kimyasal hadım) yönetmeliğini yeniden canlandırma fikri ortaya atıldı. Tüm siyasal aktörlerin saldırgan için en ağır cezayı istediği ortamda, kimyasal hadımın ilk akla gelen önlem olması, siyasetçinin cinsel istismar suçuna yanlış teşhis koyduğunun göstergesi. Bir kere hukuken kastrasyon, en ağır ceza değil sadece suçluyu salıverme bahanesi. Ama siyasetin yargıya gol atması lazım ya fırsat bu fırsat deyip yargı tarafından yürütmesi durdurulmuş olan bu yönetmeliği yeniden canlandırmaya yöneldiler. İstismarın istismarı…

Üstelik şiddetin kaynağı olarak yukarıda belirttiğim erkeklik algısını pekiştiren yöntemlerden, hadım işlemi. Şiddet üreten zihniyetin dönüştürülmesine değil sürdürülmesine hizmet ediyor. Çarpık erkeklik algısını eşitlik anlayışıyla dönüştürebilirsiniz. Ama suçlunun cinsel gücünü zayıflatan yöntemle erk-eklik ve şiddet arasındaki doğru orantıyı sürdürmüş ve o çarpık algıyı yeniden kurmuş oluyorsunuz. Başka bir deyişle kimyasal hadım, cinsel şiddeti önlemenin değil tam tersine sürdürülebilir kılmanın aracı.

Siyaset gerçekten samimi olsa cinsel şiddeti öven, meşru gösteren hatta “delikanlılık” bağlamında kışkırtan kişilerden İhsan Şenocak göreve iade edilmezdi. Nurettin Yıldız gibi 6 yaşında çocukla evlenilebileceğini söyleyen kişilerin kanaat önderi kisvesine bürünmesi önlenirdi. İktidara yakın Ensar Vakfı yurtlarında yaşanan cinsel suçlar, kamuoyundan saklanmaya çalışılmazdı. Ercan Harmancı gibi kız çocuklarına karşı öğretmenlerin erk-ekliğini kışkırtmaya yönelen bir kişi, kitabı Ensar Vakfı'nca yayınlanarak teşvik edilmezdi.

Cinsel şiddet her toplumun sorunu ancak insan haklarının geliştiği toplumlarda var olan şiddet gözlerden gizlenmeye çalışılmıyor. Şiddeti kendi kişisel iktidarı için araç olarak kullanan kişiler de ne kadar ünlü olursa olsun yargılanmaktan kurtulamıyor. Ama daha önemlisi cinsel şiddetle mücadelenin en etkin yöntemi olarak sosyal dışlama gerçekleşiyor. Harvey Weinstein örneğinde olduğu gibi kendi kurduğu şirketle ilişiğinin kesilmesine varan toplumsal dışlama, eşinin boşanmasından başlayarak gerçekleşebiliyor. Bizim ülkemizde ise erkeklerin kız çocuklarımıza gözle, sözle cinsel şiddet uygulamasını teşvik eden İhsan Şenocak’ın maaşını vergilerimizle ödemeye biz halk olarak mahkum ediliyoruz. Kurulan komisyonlarda cinsel saldırı eylemini suç olmaktan çıkarıp hastalıkmış gibi gösterecek, tedavi adlı yönetmeliği canlandırma kararıyla işe başlanıyor. Yargılama, cezalandırma, teşhir, dışlama gerekirken…


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.