YAZARLAR

Sayın muhbir vatandaşın soy ağacı

Muhbir, ajan, ajan provokatör, itirafçı, gizli tanık, bunlar devletlerin eskiden beri kullandıkları figürler. “Sayın muhbir vatandaş” o kadar ünlüydü ki, bir oyuna bile konu oldu. Fakat arka koltukta, ön koltukta oturan kadının telefonunu dikizleyen birinin ihbarının gördüğü itibar bir eşiğin daha aşıldığını gösteriyor: Herkes artık bir başka kişinin gizlisini araştırma ruhsatına kavuştu.

Berberde konuşanı ihbar edeni görmüştük. Sohbet eden iki kişiyi ihbar edeni görmüştük. Kendi sohbet ettiği kişiyi ihbar edeni görmüştük. Sınavdaki soruyu ihbar edeni görmüştük. Boşanma davası açan eşini ihbar edeni görmüştük. Sınıfta ders anlatan hocasını ihbar edeni görmüştük. Sosyal medya paylaşımlarını ihbar edeni görmüştük. Gör ki neler gelir sağ olan başa, arka koltuktan ön koltukta oturan kadının telefonla yazışmalarını dikizleyip ihbar edeni de gördük. Bu ihbarların iki ana konusu var: Biri, cumhurbaşkanına hakaret, ikincisi “terör.” Bu ikinciye girdi, suçlanan kişi tutuklandı.

Dikizcinin ihbarına gelmeden önce, yargının ne yaptığına bir bakmak lazım: Polis koşup otobüsü durdurdu, savcı koşarak tutuklamaya sevk etti ve yargıç bu kadar emeği boşa gidermeyerek, tutuklama kararını veriverdi.

ÜÇ BASAMAKLI ADALETSİZLİK

Adalet piramidinin polis basamağı daima aculdur, ne de olsa Bekçi Murtaza’nın torunları en çok orada istihdam ediliyor.

İkinci basamak, savcı, arada hukuki cümleler kurma ihtiyacından, hukuk fakültesi okumuş, hak ilminin tedrisatını görmüş olsa da, öyle pek hukuk lehine ince eleyip sık dokumasıyla ünlü bir makam değildir; Türkiye yargı kültüründe savcıların en büyük şöhreti, yargıcın yanında oturmaktır, yani suçladığı kişinin ve onun avukatının eşit düzleminde değil, üstünde.

Bu eşitsiz eşitler arasında birinci olan yargıç, içinde adalet olması gereken cümleleri kuran kişidir, eldeki hukuk adalete ne kadar izin veriyorsa o kadar. Zaten adaleti mutlak surette tecelli ettirebilecek bir hukuk sistemi kurulmamıştır da. Fakat mutlak adaleti, nispi adaleti, hukuka uygunluğu bir kenara bırakalım, kanunlara uygunluğu da çöpe attığımız günlerden geçiyoruz. Öyle olmasaydı, yargıcın kararında suçlamaya yol açan delilin hukuka uygun elde edilip edilmediğinin tartışıldığını görmemiz gerekirdi. Arka koltuktan, ön koltukta oturan bir kadının telefonunu görmek için neden çaba içine girer insan?

Buraya döneceğim, ama önce muhbirin üst soyuna bir bakmak gerekli.

SAYIN MUHBİR VATANDAŞ

Muhbirin üst soyu, kamusal yaygın fonksiyon olarak 12 Mart’a gider; bir darbe sonrası döneme. 12 Martçı generaller, devletin güvenlik birimlerinin o güne kadar zaten kullandığı (en ünlüsü Mahir Kaynak olan ajan, ajan provokatör) bir figürü kamusallaştırmayı seçti; yurttaşları, vatan, millet, huzur, güven için kuşkulu gördüğü durumları, kişileri ihbar etmeye çağırdı, “sayın muhbir vatandaş” diyerek. Mahir Kaynak yıllar yılı, devlet görevlisi olmasına rağmen yaptığı işin ahlaki olarak küçümsenmesinden şikayet etti, muhbirin sevilmediği zamanlardı.

Yurttaşların muhbirliğe bu aleni daveti, daha o günlerde sanatta yankısını gecikmeden buldu: Başar Sabuncu, generallerin çağrı metinlerindeki ifadeleri yankılayarak “Sayın Muhbir Vatandaş” diye bir oyun yazdı. Paşaların girişimini hicvediyordu. Yaşar Kemal, muhbire nefretini akıttığı bir yazıyla oyunu alkışladı:

"Sayın muhbir vatandaş, sen bu yurdun çürümesinin başlangıcıydın ve sonu olacaksın. Senin bol bol işlediğin yerde, hangi toplum olursa olsun, bir düşmanlıklar kargaşası çıkar. Sayın muhbir vatandaş, sen bir ölçüsün. Senin bir toplumda ölçülerden biri olman yıkımdır. Sen oyunların en korkuncusun."

Yaşar Kemal’in coşkulu anlatımında “muhbir” vatandaşa olduğundan fazla sorumluluk yükleniyor, çürüme onunla başlamaz, onunla da bitmez; fakat “Senin bol bol işlediğin yerde, hangi toplum olursa olsun, bir düşmanlıklar kargaşası çıkar” derken hukuki bir sıkıntıyı edebi dile mükemmelen tercüme ediyordu. Arkadaşını, selamlaştığını, komşusunu, karısını, kocasını zehir hafiye pozlarına bürünerek ihbar edenlerin göreceği itibar, herkesin herkesten kuşkulandığı, herkesin ihbar mekanizmasının bir parçasına dönüştüğü bir huzursuzluk toplumundan başka neyle sonuçlanabilir?

OĞUL İTİRAFÇI, TORUN GİZLİ TANIK

Resmi ve sivil muhbirleri, yurttaşları muhbire çevirme işini 12 Eylül de sevdi, bunun yanına bir de itirafçı figürünü ekledi. 80’lerde ve 90’larda o itirafçıların aynı zamanda devletin karanlık işlerinin şöhretli aktörlerine dönüştüğüne tanık olduk.

2000’lerin ikinci yarısından itibaren (şimdilerde terör örgütü olarak tanımlanan Gülen örgütlenmesine yakın, mensup) bazı şöhretli savcı ve yargıçların yeni bir figürü baş tacı ettiğini gördük: Gizli tanık.

Balyoz, Ergenekon ve KCK davalarında bolca duyduğumuz “gizli tanık”, “sayın muhbir vatandaş”ın üçüncü kuşak torunuydu. Elbette, var olması bile gerekmiyormuş, önemli olan varlığı değil, işleviymiş, bunu da Selahattin Demirtaş yargılanırken gördük.

Muhbiri, ajanı, ajan provokatörü, itirafçıyı, gizli tanığı kimi zaman sıkı kurallara bağlı olarak, kimi zaman gelişigüzel biçimde kullanmayan devlet yoktur. Fakat kamuyu bir ihbar şölenine ortak etmeye çağırmak, her devletin değil, bazı devletlerin gözle görünür özelliğidir; Tanıl Bora’nın “İhbar Celbi” yazısında bunun önemli bir örneğinin, Nazi örneğinin bir hatırlatması var.

MAHREMİYETİN SONU

Başa dönelim: Klasik muhbir/ajan, itirafçı ve gizli tanık, adalet sisteminde çok önemli sorunlara yol açsa, zaten Türkiye bunun acısını hep çekmiş olsa bile, yurttaşların muhbirliğe daveti ve bu davete icabet etme arzusunun hızla yayılmasının geldiği yer, bir kritik eşiğin daha atlandığı anlamına geliyor.

Berber sohbeti, ders anlatma, sınav kağıdı, iki kişinin birbiriyle konuşması, sosyal medya paylaşımları, hep bir şekilde dışa vurulmuş, çok kısıtlı bile olsa alenileşmiş, üçüncü kişinin hiçbir çabası gerekmeden ulaşabileceği, suçlanan kişinin dış dünyada yankı bulan aktif eylemlerdir. Bunların ihbarının yol açacağı sonuçlar, fikir özgürlüğünün varlığı, yokluğu, sınırları ile ilgili tartışmalara götürür bizi.

Fakat son otobüste dikizleme vakası, bunlardan kategorik olarak farklı bir yerde durur: İfade özgürlüğü alanındaki tartışmalar meseleyi kuşatmaya yetmez. Mahremiyet ihlalinin kapısı da açılmıştır artık: Yargı, herhangi bir yurttaşın, bir başka yurttaşın gizlisini araştırmasına cevaz vermiştir. Bu ruhsat, yurttaşlığın sonuna doğru hızlı gidişte bir istasyonun daha geçildiğinin ilanıdır, sadece bir tutuklama kararı değil.