YAZARLAR

'Cebimdeki Yabancı' ve bilmeme hakkı

Seans odasında çiftlerin telefon üzerinden tartıştıklarına epeyce tanık olmuşumdur; “masaya telefonunu yüzüstü koyuyor”, “telefonu sürekli sessizde”, “benim telefonumda şifre yok ama o şifre koymuş” vs… Bir de cep telefonu karıştırma hadisesi var. Bu kimimize göre dünyanın en gereksiz ve “ayıp” eylemiyken, kimimiz için ise önlenemez bir merak duygusuyla karşı tarafı kontrol etmenin en elzem yöntemi.

Cep telefonları çok uzun süredir organik bir uzvumuz gibi.

Çoğumuz cep telefonsuz bir hayatı düşünemez hale geldik.

Cep telefonlarımız kirli çamaşırlarımızın çekmecesi, sırdaşımız, dünyaya açılan ekranımız, biricik oyun alanımız, dokunulmazlığımız.

Kısacası “kara kutu”muz.

Hâl böyleyken özellikle ilişkilerde karşımızdakinin kara kutusu önemli bir merak konusu olabiliyor.

Seans odasında çiftlerin telefon üzerinden tartıştıklarına epeyce tanık olmuşumdur; “masaya telefonunu yüzüstü koyuyor”, “telefonu sürekli sessizde”, “benim telefonumda şifre yok ama o şifre koymuş” vs…

Bir de cep telefonu karıştırma hadisesi var. Bu kimimize göre dünyanın en gereksiz ve “ayıp” eylemiyken, kimimiz için ise önlenemez bir merak duygusuyla karşı tarafı kontrol etmenin en elzem yöntemi.

Tabii bu işler artık iyice zorlaştı. Eskiden bir “mesajlar” kutusu vardı.

Şimdi öyle mi!

Whatsapp’ı var, Instamessage’ı var, maili'ydi, Facebook'uydu, Facetime’ıydı, kaydedilen görüntüler, şunlar bunlar derken hepsi ayrı dert! Hangi birine bakacaksınız yani! Vallahi insanın kalbi dayanmaz.

***

Geçtiğimiz haftalarda Serra Yılmaz’ın yönetmenliğini yaptığı hayatımızın “kara kutusu”nu masaya yatıran “Cebimdeki Yabancı” filmi vizyona girdi.

Cebimdeki Yabancı, 2016 yılında İtalya’da ülkenin en prestijli ödüllerinden biri sayılan David di Donatello Ödülleri’nde en iyi film ve en iyi senaryo ödülünü alan İtalyan filmi Perfetti Sconosciuti’nin bir uyarlaması.

Filmin konusu akşam yemeğine davet edilen arkadaşların, hayatlarının kara kutusu olan cep telefonlarını masaya bırakarak, tüm gelen mesajların sesli okunduğu ve tüm aramaların da ortak duyulduğu bir oyuna başlamaları üzerine gelişen olaylar…

Kişilerin birbirlerinin cep telefonlarına gizlenen hayatlarına tanık oluşuyla birlikte ilişkilerindeki birçok sır, yalan, samimiyetsizlik de açığa çıkıyor.

Sonrası mı? Gelsin gerilim, gelsin eğlence!

Yemek masasında yeni evli bir çift, uzun yıllar evli ve ergen çocukları olan bir çift ve son olarak da küçük çocukları olan ve kayınvalideyle birlikte yaşayan bir çift yer alıyor. Bir de yemeğe tek başına gelen, evlilik ve çocuk sahibi olmak konusunda diğer kişilerden daha muhalif düşünen bekârımız var.

Ben filmi çiftlerin dünyasına dair birçok kör noktaya temas ettiği için çok sevdim.

Ancak filmi sinematografik olarak incelemeyeceğim, o kısmı işin uzmanlarına bırakayım fakat bana çağrıştırdıkları üzerinden biraz ilerlemek istiyorum.

***

Film boyunca içimden İngiliz psikanalist Adam Phillips ile epeyce konuştum, tartıştım.

Çift ilişkilerini en fazla toksitlendiren alanların başında bana sorarsanız birliktelik-bireysellik dengesinin bozulmuşluğu geliyor.

Kişilerin birbirlerine dair olan biten her şeyden haberdar olma ve her şeyi beraber yapma arzusu ilişkilerde muhafaza edilmesi gereken bireysel alanı epey tahrip ediyor. İç içe geçmek gibi bir sorunla karşı karşıya geliyoruz. Bu iç içe geçmişlik ise kapalı sistemleri yaratıyor. Kapalı sistem özellikli ilişkilerde, kişiler sadece birbirlerinden beslenip dışarıdan beslenmeyi kesiyor ve zamanla hem kendi hem de ötekinin içsel kaynaklarını tüketebiliyorlar. Kapalı sistem, içe gömülmeye ve bireylerin duygusal, sosyal, zihinsel hareket kabiliyetlerinin kısıtlanmasına neden olabiliyor.

Bunun sonucunda ise ilişkide kişisel alanımızı kaybettiğimiz duygusuna kapılıp hem kendimize hem de karşı tarafa iyi gelmeyecek yıkıcı çözümler bulabiliyoruz.

Suyun altında oksijensiz kalan birinin, canhıraş suyun yüzeyine çıkmak istemesi gibi bir hâl oluyor bu. Eğer kişi, suyun yüzeyine çıkamıyorsa boğulup gidiyor zaten. İlişki içinde çiftlerden en az birinin boğulması dinamizmini, rengini, ışığını kaybetmiş bir ilişkiyi yaşamalarına neden oluyor.

Bu ilişki versiyonunda tam anlamıyla birlikte olunamadığı gibi sağlıklı bir ayrılma da mümkün olamıyor.

Ötekinin hayatına dair bitmek bilmeyen bir bilme arzusuyla yanıp tutuştuğumuzda aslında çoğu zaman ötekine karşı olan arzumuzu kastre edebiliyoruz.

Bu noktada Adam Phillps'in sorduğu bir soruyu aktarmak istiyorum;

"Bilmenin yanı sıra bilmemeyi de öğrenebilir miyiz ve bundan nasıl bir fayda doğar? Ya da hayatlarımızın hangi alanında bilmemek, kavrayamamak bize durgunluk değil de canlılık katar?

(…)başkası hakkında farkında olmadan bilmek istediğimiz şey, bizi ona duyduğumuz arzudan kurtaracak şeydir. Bu durumda birinin girdisini çıktısını bilmemek ya da kavrayamamak arzunun korunmasının tasarısının önemli bir parçasıdır."

Bir şeyleri bilme hakkımız olduğu gibi, bazı şeyleri de bilmeme hakkımız olduğunu düşünüyorum. Karşı taraf için değil, kendi duygusal özgürlüğümüz için…

Hem kendi bilmeme hakkımıza hem de karşı tarafın bilmeme hakkına duyulacak saygı ve özen kişisel sınırların korunması bağlamında ilişkinin selâmeti açısından oldukça önemli.

“Ne yani sevgilimin/eşimin ne haltlar karıştığını bilmeyeyim mi?”

“Ya beni aldatıyorsa?”

Eğer öyleyse ilişkiniz bunları duyar zaten, ilişkiniz bilir. Eğer partnerinizle sağlıklı bir duygusal yakınlık ve mesafe içerisindeyseniz burada ilişkinizin duyargalarına güvenmeniz gerekir.

İlişkinizin de bir hafızası vardır ve o bilgiyi muhakkak size iletir. Telefon, mail karıştırarak ilişkiyi adrenalin komasına sokmaya gerek yok kanımca.

Adam Phillps, sadakatsizliğin, cinsellik dramıyla ilgili olduğu kadar, hakikati söyleme dramıyla da ilgili olduğunu söyler. Ve ekler; "Saklayacak bir şeyiniz yoksa, gidecek bir yeriniz de yoktur. Çiftlerin bazen birbirlerine tümüyle dürüst davranmayı istemelerinin nedenlerinden biri de budur. Şüphe bir umut felsefesidir. Bizi bilinecek bir şey olduğuna, bilinmeye değer bir şey olduğuna inandırır. Bizi hiçbir şey değil de bir şeyler olduğuna inandırır. Bu anlamda, cinsel kıskançlık bir iyimserlik biçimidir; yalnızca filozoflar için olsa da.”

Bir diğer mesele de bilinmeme hakkı olabilir kuşkusuz. Karşı tarafın her şeyinin bilindiği ve kontrol edildiği durumlarda mahremiyet sınırlarının büyük ölçüde delinmesiyle ilişki dışı ilişkiler çoğu zaman bir hava deliği işlevi görebiliyor.

“Bak, bilmediğin ve kontrol edemediğin bir şey var hayatımda!”

Burada kişiler kendilerine dair bir bilinmezlik yaratıp, kendilerini partnerleri tarafından yeniden arzulanabilir bir noktaya çekmek istiyor olabilirler.

***

İlişkilerde dengeyi bulmak hiç kolay değil. Kaldı ki dengeyi kaybetmek de dengeye dair bir şey.

Ancak çoğu zaman çelmeyi kendimize karşı taraf değil de biz takabiliyoruz. Biri takılıp düşünce elbette ilişki de çuvallıyor.

Velhasıl başkasının “kara kutu” meselesi hiç bitmez.

O yüzden sakince bırakın o telefonu, Allah muhafaza şeytan doldurur.


Tuğçe Isıyel Kimdir?

Klinik Psikolog/Psikoterapist. Londra'da Middlesex Üniversitesi'nde ve Türkiye'de psikanalizle ilgili çeşitli eğitimler aldı. EFTA-Avrupa Aile Terapisi Derneği (European Family Therapy Association) tarafından sertifikalanan Aile ve Çift Terapisi eğitiminin temel ve ileri düzeyini tamamladı. Kurucusu olduğu Polente Psikoloji’de yetişkin, çift ve aile alanında psikoterapist olarak çalışmaktadır. Aynı zamanda “Psikanalitik Edebiyat Okumaları” isimli bir atölye çalışması yürütüyor ve çeşitli dergilerde inceleme, deneme, eleştiri türünde yazılar yazıyor. Ya Hiç Karşılaşmasaydık isimli kitabın yazarıdır. Tezer Özlü’ye Armağan kitabına yazılarıyla katkıda bulunmuş, İstanbul’un Sakinleri adlı öykü kitabını ise yayıma hazırlamıştır.