YAZARLAR

Meslek odalarının 'Türklüğü'

Yapılmak istenen, partinin liderini, hareket ve halk ile birleştirecek imtiyazlar sistemi çarkına çomak sokan meslek örgütlerinin bütünüyle tasfiyesi ve yeniden inşasıdır. Böylece “yerli ve milli” imtiyazlı meslek sahipleri, “yerli ve milli” uluslararası rant tekellerine “yerli ve milli” parti bürokratlarının teşviki ile gayri milli köylülerin topraklarını, sularını peşkeş çekebilecekler, şehir hastaneleri rantını “yerli ve milli” usullerle paylaşabilecekler, sağlık güvencelerinin ranta dönüştürülmesinde “yerli ve milli” usulleri uygulayabileceklerdir.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan talimatı verdi. Muhtemelen bakanlara imzalatmak üzere yeni hummalı bir KHK hazırlığı, “KHK uzman yardımcıları” tarafından başlatılmıştır. Zira 1950’li yıllarda kanunla kurulan, 1961 ve 1982 anayasalarında güvence altına alınan kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları uzun bir zamandır saldırı altında. Başta Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) olmak üzere meslek odalarının yetkilerini azaltmaya, kamusal denetim yetkilerinin piyasaya devredilmesine, demokratik yapılarının dönüştürülmesine, mesleklerin itibarsızlaştırılmasına dönük girişimlerin vardığı son nokta, 1924 kuruluşunun faşist korporatizme varan uygulamalarıdır.

1924 Anayasası yapılırken Türk Ocakları Başkanlığı’nı uzun dönem yürütmüş Hamdullah Suphi, yurttaşlık ve etnik ayrıcalık arasındaki ilişkiyi formüle ederken şu cümleleri kullanmıştı: “Diyoruz ki: Devletin, Türkiye Cumhuriyetinin tebaası tamamiyle Türktür. Bir taraftan da hükümet mücadele ediyor, ecnebiler tarafından tesis edilmiş olan müessesatta çalışan Rum'u, Ermeni'yi çıkarmaya çalışıyor. Biz bunları Rumdur, Ermeni'dir diye çıkarmak istediğimiz vakit bize ‘hayır Meclisinizden çıkan kanun mucibince bunlar Türktür’ derlerse ne cevap vereceksiniz?” Bu akıl yürütme ile yurttaşların bazılarının yurttaş olma kapasitesi taşısa da yurttaş hakları edinemeyeceği vurgulanmıştır: “Türk denir.” Eğer Türk harsını kabul ederlerse Türk olabilirler de.

YENİ BİR EŞİK

Bu Türklük yalnızca etnik bir “bir”liğin değil; aynı zamanda sınıfsal, cinsiyete dayalı çelişkileri de görünmez kılan bir korporatizmin de dayanağı olmuştur. “İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir milletiz” dönemi, bir büyük dışlama dönemidir ve 1930’lar dünyasından ayrıksı düşünülemeyecek Türkiye’de bu dönem 1924’ün kuruluşu üzerine oturmuştur. Avrupa faşizmlerinde sınıf ve meslek örgütlerinin ulusallaştırılması ve partileştirilmesi, belki de Avrupa’da faşist rejimlerin kuruluşu ve sürdürülmesinde hayati bir rol oynamıştır.

1924 yılında Hamdullah Suphi Bey’in söylediklerinden Türk kelimesini çıkarıp yerine “yerli ve milli”yi koyduğunuzda AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın vardığı siyasal noktayı net biçimde görebilirsiniz. Artık mesele TMMOB Yönetim Kurulu’nun kamuoyuna çok defa sunduğu gibi, mesleğin ve kamunun çıkarını savunan demokratik kitle örgütlerinin baskı altına alınması, halkın yaşam alanlarının kamunun zararına sermayeye peşkeş çekilmesinin önünün açılması ile sınırlı değildir. Meslek odalarına ilişkin başlatılması çok muhtemel girişim, AKP odalarını kurma, odalar ve sendikalar aracılığıyla toplumsal ve ekonomik hayatı “partileştirme” girişimidir.

Bu girişimin önünde küçük bir engel var elbette: Anayasa. Gerek 1961 Anayasası’nda, 1982 Anayasası’nın 1995 değişikliklerinden sonraki hükümlerde gerekse de kuruluş kanunlarında demokratik nitelikleri açıkça vurgulanan kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşlarının “partileştirilmesi” anayasal bir sorundur. Sadece anayasal güvencelerin yok sayılması anlamında değil, rejim bakımından bir anayasal sorundan söz ediyorum. Sorun hükümet tarafından anayasal normlar bağlamında değil, inşa etmek istediği rejim bağlamında düşünülmektedir. Muhalefetin de bunu böyle anlaması gerekir.

KİMİN YARARINA GÜÇLÜ TÜRKİYE?

Yapılmak istenen, partinin liderini, hareket ve halk ile birleştirecek imtiyazlar sistemi çarkına çomak sokan meslek örgütlerinin bütünüyle tasfiyesi ve yeniden inşasıdır. Böylece “yerli ve milli” imtiyazlı meslek sahipleri, “yerli ve milli” uluslararası rant tekellerine “yerli ve milli” parti bürokratlarının teşviki ile gayri milli köylülerin topraklarını, sularını peşkeş çekebilecekler, şehir hastaneleri rantını “yerli ve milli” usullerle paylaşabilecekler, sağlık güvencelerinin ranta dönüştürülmesinde “yerli ve milli” usulleri uygulayabileceklerdir. Bu da elbette güçlü Türkiye demektir, çünkü Soma’da, üçüncü havalimanı inşaatında bir halk sağlığı sorunu olarak kendini ortaya koyan güçlü Türkiye. Kamusal yararın, halkın çok geniş kesimlerinin ve hatta geleceğindeki refah ve sağlığının karşısında güçlenen Türkiye…

Partileştirilmiş sendikaların çalışanların hakları ve üyelerinin imtiyazları konusunda nasıl birbirine karşıt tutum aldığına bakarsanız, yapılmak isteneni daha iyi anlarsınız. Her biri büyük sorumlulukla davranan demokratik kitle örgütlerimiz, kamu niteliğindeki meslek kuruluşlarımız kamu yararına güçlenen bir ülke tahayyülüne sahiptir ve onu savunmaktadır. Onları var gücümüzle savunmak, ülkemizi savunmaktır.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.