YAZARLAR

Savaş karşıtlığı aymazlıktır

Biz bize benzeriz, elhamdülillah artık kendi göbeğimizi kendimiz kesiyoruz. Devlete OHAL ilan ettik, demokrasi şöleni yaşıyoruz. Boyun eğdiremeyecekler. O eski Türkiye yok artık. Herkes haddini, rütbesini bilecek. Ben de dersimi aldım, ediyorum ezber. Bundan sonra hiç soru sormadan, farklı akıl yolu önermeden güvenlikçi siyasetlere destek olacağım. İşte buradan söylüyorum: Savaş karşıtlığı aymazlıktır.

Savaş sürerken, barış denilirse gülünç ve romantik oluyormuş. Savaş sürerken, diplomasi de iş görebilir denilirse zamansız. Hem barış isteyenler, hem diplomasiden söz edenler satılmış, aldatılmış, ahlaksız. Yahut, bunlar hakaret denilemeyecek yakıştırmalar olsa bile, ateist, marksist, komünist. Ha bir de, sivil kayıpların artmasından kaygı duyanlar da bu gruplara dahilmiş. Zira savaş varken olağanmış bunlar. İslâm dinine uygun bir cihat yürütüyormuşuz.

"Afrin’i 'almazsak', Hatay’ı veririz" diyen var. "Afrin’e giremezsek, Amerika Ankara’ya gelir" diyen de. Komşumuzda bir terör devleti kurulmasına elbet izin vermeyecekmişiz. Kayıplar olacakmış. Şehadet mertebesine ulaşmak ayrıcalıkmış. Üstelik, daha ısınma turlarındaymışız. İmparatorluğun 1908’de vazgeçtiği veya zorla ya da ayak oyunlarıyla vazgeçirildiği “iddiaya” şimdi cumhuriyet sahip çıkıyormuş. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, İdlip derken sırada Münbiç ve nihayet Kuzey Irak varmış.

Suriyeli Kürt kardeşlerimiz hep kandırılmış. Şimdi özgürlüğün lezzetine varacaklarmış. Ülkemizde özgürlükler kısıtlanmıyormuş, özgürlüğün fazlası varmış. Avrupa Parlamentosu kararları bizim için yok hükmündeymiş. Ama Avrupa Birliği’nin vizeyi kaldırması için gereken 72 koşulu kendiliğimizden yerine getirmişiz. Yeni internet kanununun sansür anlamına gelmeyeceğini, televizyon yayınlarının güncel durumuna bakarak anlayabilirmişiz.

Mesela benim gibi ömrünüzü imparatorluğun son yılları, cumhuriyetin ilk yılları hakkında, özellikle son yıllarda gizliliği kalkan arşiv belgelerine de dayanılarak yabancı dilde yazılmış tarih ve anı kitaplarını Ortadoğu’yu odak alarak okumuş olabilirsiniz. Ama tarihi, TRT’nin Payitaht Abdülhamit dizisini izleyerek öğrenecekmişiz. O eski ihtişama yürüyormuşuz zira. Yok, Abdülhamit’ten sonra 1908-13 dönemi yaşanmamış. Galiba 1915’te de bir şeyler olmuş ama karşılıklı olaylarmış bunlar.

Bakın ABD Savunma Bakanı (e.) Org. Mattis de “önemli olan sadakatsizlik için yüz sebep varken sadakat göstermektir” demiş. Ama hayatını savaş alanlarında geçirmiş ve İran’a karşı ABD silahlı kuvvetlerinin hazırlık durumunu en üst düzeyde tutmayı öncelemiş aynı Mattis, bu konularda deneyimsiz ve içgüdüsel Başkan Trump’ı, Kuzey Kore ve İran’a askeri seçenek kullanmaması yönünde dizginleyen isimmiş. Bu Mattis, çoğu gece bakanlıkta istihbarat raporlarını okuyarak sabahlıyormuş.

Afrin’de bir günde 11 şehit vermişiz. “Temiz” sandığımız bir köyde, pusuya düşürülmüş komandolarımız. Helikopterimiz ise muhtemelen Rus yapımı bir MANPADS ile düşürülmüş. Kimi kaynaklara göre Suriye’de MANPADS fiyatı, bolluktan olsa gerek, 4 bin ABD Doları’na dek inmiş. İran’ın da, Suriye’nin de Nubl-Zahra koridoru üzerinden Afrin’e hem silah ve mühimmat sevk ettiği, hem kendi destekledikleri milislere yol verdiği söyleniyormuş. Ama her şey yolundaymış, plana uygun ilerleniyormuş.

Ülkemizde en güvenilir kişilikler araştırmalarında son yıllarda hep zirvede çıkan kıdemli muhalif gazeteci Uğur Dündar’a göre Afrin’de emperyalizme karşı savaşıyormuşuz. Bu konuda İzmir Belediye Başkanı Kocaoğlu’ndan, Vatan Partisi lideri Perinçek’e geniş bir yelpazede Sayın Cumhurbaşkanı’nın Suriye siyasetiyle uyum varmış. Maçlardan önce mehter çalıyormuşuz ama “Türk ve Kürt kardeştir, PKK kalleştir” pankartları da asarak ayrımcılığın önüne geçiyormuşuz.

HDP Genel Kongresi öncesi gözaltılar Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’ne, delegelere dek uzanmış. Ama başkentimizdeki salonda 17 bin kişi, bir o kadar da kapının önünde varmış. Metin Akpınar sosyalistmiş, savaşa karşıymış, gerekirse (Allah saklasın) 77 yaşında hapse de girebilirmiş ama Afrin’de harekat doğru biçimde ilerliyormuş. Sezgin Tanrıkulu, CHP kongresinde genel başkanın listesindeymiş ama delegenin teveccühüyle PM dışında kalan bir iki kişiden biri olmuş.

Osman Kavala hapisten mektup yazmış, gelecekte ülkemize nasıl katkıda bulunacağını değerlendiriyormuş. Yine hapisteki Enis Berberoğlu CHP’nin varlığını yeterli gördüğünü yazmış. Savaş halk sağlığına aykırıdır diyen Türk Tabipleri Birliği’nin Türk olamayacağı sonucuna varılmış. Barolar için de aynı tanı konulmuş. Başkan Feyzioğlu da “ordumuz Afrin'de seferdeyken ve TSK'yı gövdesiyle koruyan Türkiye Barolar Birliği bu davaya baş koymuşken bu projenin ancak FETÖ ve PKK kaynaklı olabileceğinden” yakınmış.

Geçen yüzyılın ortalarında bir zamanlar Cezayir’de Fransa yarım milyona varan asker kullanarak, on binlerce kayıp vererek, (bugünün değerleriyle) milyarlarca euro kaynak tüketerek sekiz yıl süren bir savaş kazanmış. Bu savaşa, savaş denilmesine ancak 1999’da resmen izin çıkmış. Savaş sürerken Fransa’da sendika konfederasyonu ve üniversite öğrencileri birliği Cezayir Geçici Hükümeti’ne destek vermiş. 1958’de olağanüstü yetkilerle başa geçen Mareşal DeGaulle V'inci Cumhuriyet’i kurarken, Cezayir’in de bağımsızlığını belirli bir plan dahilinde nihayet tanımış.

O kadar zorlu bir dönemmiş ki, Cezayir’de görev yapan ordu mensupları gizli örgüt (OAS) dahi kurmuş. OAS saldırılarında Fransa metropollerinde yüzlerce sivil ölmüş. Barış taraftarlarının gösterilerini polis güç kullanarak darmadağın edermiş. Fransa, iç savaşın, askeri darbenin eşiğinden dönerken, DeGaulle de suikast atlatmış ama panoramik ve derin bir tarih bakışıyla ülkesini selamete çıkarmış, siyaseti de reforme etmiş. Şu “daimi darbe” terimini de Cezayir’deki idamları şakır şakır imzalayan devrin İçişleri Bakanı Mitterand sonradan sosyalist cumhurbaşkanı olunca uydurmuş.

Ne ilgisi var, nereden aklıma geldi şimdi bu eski hikayeler? Ne Fransa’sı, ne Cezayir’i? Biz kinimize, dinimize sahip çıkalım bize yeter. Biz bize benzeriz, elhamdülillah artık kendi göbeğimizi kendimiz kesiyoruz. Devlete OHAL ilan ettik, demokrasi şöleni yaşıyoruz. Boyun eğdiremeyecekler. O eski Türkiye yok artık. Herkes haddini, rütbesini bilecek. Ben de dersimi aldım, ediyorum ezber. Bundan sonra hiç soru sormadan, farklı akıl yolu önermeden güvenlikçi siyasetlere destek olacağım. İşte buradan söylüyorum: Savaş karşıtlığı aymazlıktır.

*Değerli gazeteci Kemal Can’ın Cumhuriyet’te yayımlanan “Afrin’i konuşmanın ‘sınırları” başlıklı yazısını bu bağlamda öneririm. Sevgili Kemal’in veciz biçimde ifade ettiği gibi “Kavgaya cesaret etmek değil, konuşmaya cüret etmek bu döngüyü değiştirebilir. Bu yüzden barış daima daha büyük yürek istiyor.”


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.