YAZARLAR

Tarkan’ın çocuk sevinci ve ağır mutluluk yetmezliğimiz

Büyüteceği mutlu ve sevecen çocuk insanın gözünün önüne geliyor hemen. Büyük oranda da baba meselelerinden yaralı bunca mutsuz, travmatik çocukluğun serpilip çeşitli noktalara gelmiş hali, hayatımızı katlanılmaz kılan. Siyasette de, ilişkilerde de bunun acısı, çekilen. Mutsuz çocuk mutsuz yetişkin oluyor, etrafına da zehir gibi mutsuzluk salıyor. Tarkan’ın böyle bir çocuk yetiştirmeyeceğine eminim.

Perşembe akşamı metroda üç İranlı turistle tanıştım. ‘Müzeyyen’ müzikalinin galasına gidiyordum, İTÜ Ayazağa durağında inecektim. Tıkış tıkış metroda geçireceğim dakikalar gözümde büyüdü, büyüdü… Durakları sayarken şöyle bir cümle duydum.

“Şehriniz çok gozeldir.”

Önce anlamadığım için hafiften irkilerek döndüm. Yan yana dizilmiş üç aydınlık yüzlü adam. Akşam metrosunun yorgun, sabırsız, pasif agresif enerjisi içinde kurtarılmış bir güleryüz bölgesi gibiler.

Bu metroda huzur bu üç insandaydı, hemen bildim. Anında bir sohbet başladı. Onlar İstanbul’u övüyor, ben İran edebiyatı ve sinemasını. Ben Abbas Kiarostami (Kiyarüstemi), Asghar Farhadi diyorum, onlar “ama sizin de sinema çok iyi!” diyor. “Nuri Bilge Ceylan harika di mi?” diyorum heyecanla. Onlar “evet Kemal Sunal da çok iyi” diyor. Ayda en az üç tane Yeşilçam filmi izliyorlarmış. O zaman dışı, pıspırıl gülümsemelerinden tahmin etmeliydim. Böyle bir doğal nezaket, pozitiflik yumağı içinde dakikalar aktı gitti.

Hayatın galiba en çok bu türden karşılaşmalarını seviyorum. Vaktin az olduğunu da bilerek ‘iyi şeyler’den bahsetmek için sıra kollanan sohbetleri. Hayır bir nevi sevgi kelebekliği falan değil bu. Hayatın çerini çöpünü ayıklasan bu tür anlar ellide biri ancak ediyor. İnsanın insana böyle değmesinden daha değerli ne olabilir ki?

Akşamın devamı ve müzikal de güzeldi, onu bir sonraki yazımda anlatacağım. Bunu bağlayacağım yer, yazı başlığından da anlaşılacağı üzere, Tarkan.

Tarkan dün sosyal medyadan bir video paylaşarak baba olacağını duyurdu. Videoyu izlemeyen kalmamıştır herhalde. Böyle göz devirmeli, aşırı inci gülümsemeli, çılgın bir şey. Gizemli olduğu kadar da işveli bir giriş akabinde, “Evet doğru. Baba oluyorum. Doğru! Çok mutluyum, paylaşmak istedim sizlerle de…” diyor.

Video komik ve garip mi? Evet, ama sevimli cinsinden. Genel Tarkan konseptiyle uyumlu mu? Kesinlikle. Herhangi bir şarkısını icra edişindeki işve düzeyiyle vermiş işte hayatındaki önemli bir gelişmenin müjdesini. Her zamanki gibi, kahvaltıda elmas yutmuş ışıllıkta, aşırı seksapelden sekiz sene yatacak vaziyette.

Tarkan’ı severim. Niye severim? Naziktir. Nezaketi de her şeyi gibi kendine özgü olduğundan altında buzağı arayasım gelmez. Yapay mı doğal mı, derecesi ne… Tarkan bir sahne yaratığı, hiçbir şeyi dümdüz olmayan, simli, janjanlı bir ruh. Onun doğallığı da kısmen bu ‘yapaylık’ta yani, ne bekleniyor ki?

Yılların megastarı olarak bu kadar ilgiye, şöhrete rağmen bir tık fazladan şımarmaması… Üç beş yıl içinde ün zehirlenmesinden kendini imha eden ünlüler cehenneminde ünden delirmemesi az şey mi ya?

Tartışılmaktan bıkılmayan cinsel yönelimleri de, bunu gizleyip gizlemediği de hiç umurumda olmadı. Tarkan işte. Kendini nasıl ortaya koymak istiyorsa öyle koysun. İnsanın kendini lanse etmeyi yeğlediği hale de saygı gösterilmesi gerekir, dürüstlüğe, doğallığa tezat bir şey değil bu. Herkes varoluşunda çok samimi sanki de Tarkan’ın evliliğinin meşruiyetini sorguluyoruz. Baştan da zaten çocuk sahibi olmak için evlenmişmiş. Hah bravo, çözdük rahatladık. Bu cinfikirliliği kendi hayatımıza da arada uygulasak ya? Herkes önce kendi kapı önünü süpürüp birkaç boğum mutsuzluğu silkelese mesela?

Tarkan starlık olanaklarını nasıl kullandı, kendini harcadı mı harcamadı mı, oralar da pek umurumda değil. Her nevi Alfalık imkanına sahip olduğu halde kameralara çemkirmemesi, bir kadına, bir erkeğe, bir canlıya kötü davranırken görüntülenmemiş olması müebbet starlığı için yeterli benim gözümde.

İki şeye eminim: ‘Yıldızların yapıldığı maddeden’ ve iyi bir insan. Bu iki özelliği nedeniyle işte çirkinliğin elli tonuna boğulduğumuz bir ülkede güzel ve özel. Hep de öyle olacak diye umuyorum.

Genel adamlık kriterleri zaten hiç umurumda değil. Bana göre en bir adam o, çünkü insan.

Bu özellikleri nedeniyle çok da iyi bir baba olacağına eminim. Büyüteceği mutlu ve sevecen çocuk insanın gözünün önüne geliyor hemen. Büyük oranda da baba meselelerinden yaralı bunca mutsuz, travmatik çocukluğun serpilip çeşitli noktalara gelmiş hali, hayatımızı katlanılmaz kılan. Siyasette de, ilişkilerde de bunun acısı, çekilen. Mutsuz çocuk mutsuz yetişkin oluyor, etrafına da zehir gibi mutsuzluk salıyor. Tarkan’ın böyle bir çocuk yetiştirmeyeceğine eminim.

Bizimle mutluluğunu paylaşmak istemiş. İster Boğaz’ı tersine yüzerek paylaşır, ister göz devirmeli, duraksamalı videoyla. Ha biraz gülünebilir mi, elbette. Tarkan’ı taklit eden bir düzineden fazla video izledim bu yazıyı yazmadan önce, onların da bazıları komikti. Ama her zamanki gibi uzadı ve cılkı çıktı esprinin.

Tarkan'ın çocuk haberini verdiği videonun onlarca parodisi yapıldı.

Sosyal medyada yine özellikle kadınlardan geldiğinde yarattığı ekstra hayal kırıklığıyla iyice sevimsizleşen homofobisine kuvvet yorumlar tabii en asap bozucu olanlar. “Tarkan hamileymiş. Tarkan anne oluyor,” haha. Komik desen değil, yaratıcı hiç değil. Hayatı borçlu olduğumuz gebeliği, anneliği, kadınlığı da aşağılayan pis bir homofobik, cinsiyetçi, sakız espri kategorisi.

Çocuk sahibi olmanın okulu olsa da başına müdür atansam, Tarkan’a diplomayı gözümü kırpmadan verirdim. Bu esprileri yapanları sınıfta bırakırdım.

Berbat ebeveyn ilişkileri nedeniyle hayatlarının 25-30 yılı kısmen mahvolmuş, hayatlarını sil baştan, kazıya kazıya inşa etmiş şahane insanlar tanıyorum çünkü. Hiç başaramayan, çocukluğun mutsuzluğunu sonuna dek lanet gibi boynunda taşıyan insanlar da tanıyorum, maalesef. Geleneksel kadınlık/erkeklik modellerine pek uymayan şirin bir anne ya da baba yüzünden mutsuz olmuş bir tek insansa tanımadım.

Tarkan ve eşi Pınar Dilek

Mutluluğa, neşeye tahammülsüzlük pis bir hal aldı bir de ülkemizde. İki gıdım neşeye, yaşam sevincine kova kova suyla koşturan insan görmekten gına geliyor bazen. Bu ağır mutsuzluk ve pasif agresyon, Facebook’ta Instagram’da sürgit paylaşılan yemek, kahveli kitap fotoğraflarından kuşkusuz çok daha vahim bir sorun. Kars treninin camına dayalı rengarenk yün çoraplardan da, Instagram’da paylaşılan dudak büzgülü selfielerden de, her şeyden daha çok sorgulanması gereken, bu.

Ufacık bir kıvılcımın on dakikada ağır bir lince dönüşmesinden de, bir filme yönelik makul bir eleştirinin altında görülebilen “sen ne anlarsın gavat, p.z.vnk!” gibi akıl almaz hakaretlerden de bu mutsuzluk türü sorumlu. Bu tür mutsuzluğun mühim kısmından da bence Tarkan’a hiç benzemeyen anne ve babalar sorumlu.

Kaynağını bilmediğim, çeşitli versiyonlarıyla yaygın bir söz. Geçen hafta da Bill Murray paylaşmıştı: Herkes çocuklara daha iyi bir dünya bırakmaktan bahsediyor. Dünyaya daha iyi çocuklar bırakmaya çalışalım bunun yerine. Gerisini onlar halleder.

Tarkan’a ve eşi Pınar Dilek’e çocuk serüvenlerinde mutluluklar, dünyaya da mutlu bir çocuk diliyorum.


Zehra Çelenk Kimdir?

Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.