YAZARLAR

Yeni ‘Yeni efendiler’

İslâmcı eskileri efendilerinden Kürtlerle savaşmanın zafer garantili olmadığını öğrenmeliydiler. Çünkü Kürtlerin bir tarihi vardır, İslâmcıların ise saptırılmış bir öfkesi.

Fotoğraf, Dilek Gökçin'in T24'te yayınlanan "Yüksekova'da dudaklardan iki sözcük dökülüyor: Allah affetmesin!" yazısından alınmıştır.

Bazen haklı çıktığın için üzülürsün, bazen de yanıldığın için sevinirsin. Ama haklı çıktığın için sevindiğin durumlarda keyfine diyecek olmaz. Elbette benim gibi affedersiniz stratejist-analist olmayan biri için haklı çıkmak, olguları alt alta dizip keskin bir bakışla geleceği okuma yeteneğinden kaynaklanmaz. Mazlumiyetin onurla sınavından neşet eden bir bilgi diyelim.

Aşağıda yedi yıl önce (4 Eylül 2011, Birgün) yazdığım kısa bir yazı var. Buradaki yeni efendilerden kasıt İslâmcılar elbette. En azından eskiden İslâmcı idiler. Artık amorf, şekilsiz, saldırgan, kanunsuz kişilere dönüştüler.

İslâmcı eskileri efendilerinden Kürtlerle savaşmanın zafer garantili olmadığını öğrenmeliydiler. Çünkü Kürtlerin bir tarihi vardır, İslâmcıların ise saptırılmış bir öfkesi. Kürtleri mavi bir gök besler, İslâmcıları ise Körfez sermayesi. Şimdi o sermaye kesildi, Viyan’ın sesini yankılayan gök ise sonsuzdur!

YENİ EFENDİLER

“Demokratik talepler noktasında halk mücadelesi belirleyici bir dinamiktir. Dolayısıyla Kürt sorununda Özal döneminden beri geliştirilen sermaye çözümü de, iradi bir girişim sayılamaz. Kürtler efendiyi demokratikleşme yönünde ileri adımlara zorladı. Nihayet fiyaskoya dönüşen açılım ve ima ettiği şeyler bir lütuf değil, bu mücadelenin bir sonucuydu.

Açılım denen girişim hepi topu üç öğe üzerine kurulu: TRT6, Türkiye’de Yaşayan Diller Enstitüsü ve açık görüşlerde Kürtçe konuşma hakkı. Ancak içi boş bırakılan bu öğeler, temel hakların bile gasp edildiği bir süreçte ‘çözüm’ olarak sunulurken, bonkör efendi-gözü doymaz ezilen havası yaratıldı. Bu elbette ikiyüzlülüktür.

Burada Kürt iradesini teslim alma girişimi var ve bunun temel enstrümanı, isyan kurgusudur. Kürtler, Cumhuriyet boyunca itiraz ettiler, evet, ama aslında hiç isyan edemediler. İsyan kurgusu hep aynı şekilde işledi: Bir yerde biriken gerilim, her cephede yeterli hazırlık yapıldıktan sonra, provokasyonla açığa çıkarıldı. Hazırlık sürecindeki temel kurum nasihatçilikti, ki son örnekte karşımıza açılım ve oyalama şeklinde çıktı.

Bu daireden bakıldığında Türkiye Cumhuriyeti’nin, Kürtleri avludan içeri almayan bir ‘aygıt’ olduğu görülür. Nitekim Kürtlerin hainleri bile devlet tarafından mağdur edilmiştir. Rayber’den Medeni’ye, Mehmet Şerif Fırat’tan Şükrü Mehmet Sekban’a kadarki bütün isimler, Kürtlere ihanetin ‘lüks’ olduğunu gösterirler. Bir örnek: 1930’ların sonunda Türkiye’ye dönen Sevr imzacısı ve ‘Babam Arnavut’tu, anam Çerkes / Bilmeyen varsa öğrensin herkes’ beytinin edib-i meşhuru Rıza Tevfik taltif edildi, ancak aynı dönemde Elazığ’da bir yıl boyunca af bekleyen Nureddîn Zaza sürgüne dönmek zorunda kaldı.

Aman dilemek ya da mesafe koymak olarak anlaşılmasın, asla, ama paradoksal biçimde Cumhuriyet’i güçlendiren tüm Kürt itirazlarında bir ihtiyat vardır. Yasak sözcüklerle kurulan cümlelere karşın devrim düşüncesine rastlanmaz. İrade, Kürt siyasetçi ve aydınlarınca aygıta sunulurken onun küçük kabullerle daha da devleşeceği temin edilir. Ancak bunun bile son dönemdeki lütuf söylemiyle karşılıksız bırakılması, Kürt’e sunulan seçenekleri ikiye indirir; teslim ya da imha. Elbette yalanlara kanan her Kürt’ün boynunda bir urganın izi sızlar.

Şimdi ise, bütün dertleri camilerin altına süpermarket açmak olan yeni efendilerle karşı karşıyayız. 12 Eylül’ün yan ürünü Türk-İslam sentezinin sofistike bir bireşimi olan bu güç, Ece Ayhan’ın deyimiyle ‘Cumhuriyet’le yaralanmış’ kesimlerden dindarların hak mücadelesini arkasına alarak iktidar oldu. Ancak ikbalini yüz yıllık Kürt karşıtı, azgın motivasyonda arıyor. Gerçi haleflerinden öğrenmiş olmalıydılar, Kürtlerin itirazını isyana yönlendirmek, yeni bir yol değil.

Derdim elbette yeni dünyanın dizaynında büyük merkeze imanla bağlı bir taşra şubesi gibi çalışan yeni efendileri hezimet konusunda uyarmak değil. Nihayet karşısındaki her dinamiği sindiren, nasihatçi bulmakta sıkıntı çekmeyen bir güç söz konusu. Peki ama jakoben kurucu ideolojiyi hamura çeviren bu irade, neden diğer yaralanmışlara da merhem olmuyor? Daru’l-harb imanlı bu fatih ruhu karşısında aman dileyen Nemçeli, Bizanslı ‘kafirler’ mi bulacak? Peki meşruiyeti eski ruhtan alan yeni efendiler neden kazanamayacaklar?

Çünkü Kürtlerin zihninde ‘devletin Kürt karşıtı olduğu’nu gizleyen illüzyon yok oldu. Çünkü Kürtler her türlü söylemi, yukarıdaki formasyon içinden okuyor. Çünkü Kürt talepleri, dünyaya insan olarak gelmekle sahip olunan temel haklara kadar inmesine karşın savaş ve isyana sevk ile cevaplandı. Dolayısıyla sonuç belli, şu sorunun muhatabı da: Din dışı bir etik olabilir, ama etiksiz bir din mümkün mü?”


Selim Temo Kimdir?

27 Nisan 1972’de Batman’ın Mêrîna köyünde doğdu.2000 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Etnoloji Bölümü’nden mezun oldu. 1997’de Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü, 1998’de Halkevleri Roman Ödülü’ne değer görüldü. Yüksek lisansını (“Cemal Süreya Şiirinde Bedenin Yazınsallaşması”) ve doktorasını (“Türk Şiirinde Taşra: 1859-1959”) Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. 2009’da Mardin Artuklu Üniversitesi’nde yardımcı doçent olarak çalışmaya başladı. 2011’de, Exeter Üniversitesi’ndeki (İngiltere) Centre for Kurdish Studies’de konuk hocalık yaptı. Hrant Dink Vakfı tarafından “dünyada, geleceğe dair umudu çoğaltan kişiler”den biri sayılarak “2011’in Işıkları” arasında gösterildi. Radikal gazetesinde başladığı köşe yazarlığına (Kasım 2013-Kasım 2014), Ocak 2017’den beridir Gazete Duvar’da devam ediyor. Dört Türkçe iki Kürtçe şiir kitabı, bir romanı, iki antolojisi, 12 çocuk kitabı, yedi roman-öykü çevirisi, iki şiir kitabı çevirisi, bir çevrimyazısı, bir gazete yazıları ve iki edebiyat kuramı kitabı yayımlandı. 6 Ocak 2017’deki 679 sayılı KHK ile üniversiteden ihraç edildi. Amed’de yaşıyor.