YAZARLAR

Ursula K. Le Guin'in ardından, 'Mülksüzler' ütopya mı?

İnsanların bir evlerinin olması mülkiyet değil, barınma hakkıdır ancak fazlası mülkiyet olur. Bu yüzden Brezilya’da MST-Topraksızlar Hareketi’nin kendi çocuklarıyla kendi evlerinde yaşadıklar şey ütopya iken, K. Le Guin’in Ay’daki mülksüz öyküsü distopyadır.

Kolektif olarak toprağı işliyorlardı. Bütün kararlarını toplanarak kendileri alıyordu. Karar verme haklarını ceketlere ve kravatlara devretmiyorlardı. Herkes 8 saat çalışıyor, eşit ücret alıyordu. Geri kalan geliri zaten ne yapacaklarına, -dedim ya- onlar karar veriyordu. Kadınlar 4 saat, yani yarı yarıya çalışıp aynı ücreti alıyordu. Kadının evdeki yükünü kaldıramadık ama en azından eşitsizliği azaltıyoruz, diyorlardı. Kendi okulları vardı, bütün çocukların derslerle ilgili her şeyde söz ve karar hakkının olduğu ve farklı yaşlarda çocukların bir arada olduğu. Tabii ki ‘bankacı eğitimi biçimi’ değil, yani sadece sözlerden ibaret olmayan bir eğitimdi. ‘Teori ve pratik’ iç içeydi. Kendi ilaç tarlaları vardı. ‘Senin yetiştirdiğin bitki seni iyileştirmek ister’ diyorlardı. Brezilya Topraksızlar hareketi-MST’nin Rio Grande Sul’daki komünlerinden biriydi. Yani Ay’da filan değildi. İlk gittiğimde galiba 10 yıllıktı. Şimdi 30 yılı geçti.

Ursula K. Le Guin’i kaybettik. Büyük bir romancıydı ama Mülksüzler bir ütopyayı değil distopyayı anlatır bence. Bunu tartışmadan önce şunu söylemeliyim ki yapılmaması gereken iki şeyi yapıyorum burada. Birincisi, öncelikle bir kurgu roman üzerinden bir düşünce tartışması, ikincisi ölenin ardından ‘kötü’ söz söylemek. Bunu da "laf olsun" diye söylemiyorum. Bir yaşama saygı meselesi bu. Fakat burada yapmak istediğim, romanın üzerinden kendi ütopyamızı tartışmak belki…

K. Le Guin öncelikle ütopyayı sınırlamıyor mu? Ütopya için ‘Ay’a sürgüne gitmek ve ancak yokluklar içinde, doğanın ya da daha doğrusu olmayanın zorlamasıyla, dayanışmacı bir toplum. Bunun anlattığı olumlu taraf, hiçbir şey yokken bile dayanışmacı ve eşitlik içerisinde bir yaşamı örgütleyebilmektir ama doğrudan yazmasa bile, diğer tarafı da, böyle ‘eşitlikçi ve dayanışmacı’ toplumun ancak yokluklar içerisinde gerçekleşebilir olduğu değil midir? Bu yüzden, Ay Komünü bana daha çok bizim cezaevi komünlerini hatırlatır. Cezaevi komünleri, her türlü baskıya karşı pek sorun olmadan işlerken, aynı insanların dışarıda bir araya gelememesi gibi bir durum değil midir? Uzay boşluğu ya da parmaklıklar arasında sıkıştırılmışken bile bu topluluğu yaratanlar ‘özgür’ken, dışarıda neden bunu yapamamaktadırlar? Bu yüzden ‘eşitlikçi ve dayanışmacı’ toplum, verdiğiniz isme bağlı olarak, ‘sosyalizm’, ‘komünizm’ ve ‘anarşi’ sadece yokluklar arasında mı mümkündür?

K. Le Guin’nin Mülksüzler kurgusunun arkasında kapitalizmin herkes ulaşamasa bile zenginlik olduğu, -sosyalizm, komünizm, anarşi ya da ne isim verilirse- karşı toplumun ise bir yokluklar toplumu olduğu anlamına gelmiyor mu? Yani kitabı okurken, Ay’daki insanlar aşağıda var olan zengin kaynaklar arasında, aynı eşit, özgür bir toplumu sürdürebilirdi gibi geldi mi size?

K. Le Guin’in Mülksüzler’i, bizde daha çok anlaşıldığı gibi, bir ütopya mıdır? Yoksa Andrea Gorz’un ‘K. Le Guin Mülksüzler’de çok güzel gösterdiği gibi, ‘böyle bir toplum mümkün olamaz’ diyerek sosyalizmin sadece piyasa ekonomisi ile ayakta durabileceğini örnek olarak gösterdiği bir distopya mıdır? Benim Mülksüzler’in bir distopya olduğunu kafaya takmamın nedeni, Gorz’un bu tanımlamasıdır aslında.

Ancak Gorz’un da bilerek ya da bilmeyerek atladığı bir paradoks vardır romanda. Ay toplumunda çok insani, bir başka deyimle içgüdüsel, anne çocuk ilişkisi bile, benim çocuğum ‘mülkiyet!’ ilişkisinden kurtarılıp, bütün toplumun çocuğu olarak algılanırken, neden bilimsel makalelerin sahipleri vardır? Bütün roman bu konuda kendisine haksızlık yapılan bir fizikçi üzerine kuruluyken, bu temel bir paradoks değil midir? Yani kendi çocuğunuzun bile sizin olmadığı bir toplumsal yapıda bir makale nasıl sizin olabilir? Neruda’nın Postacı filminin çarpıcı sahnesini aklıma getiriyor burası benim. Neruda’nın şiirlerini postacının sevgilisine yazdığı mektupta kullandığını gören Neruda, ‘Bunlar benim şiirlerim’ deyince postacı ona ‘Sen nasıl bir komünistsin; şiir herkesin.’ demesi gibidir.

Bu paradoks romanın bütününü ortadan kaldırmaz ancak temelini sarsar. Yine, K. Le Guin’in muhtemelen İtalyan anarşist Ravazotti'nin ‘Siz devrimi bekliyorsunuz, benimkisi zaten oldu’ sözünden esinlendiği ‘Devrimi yapamazsınız, devrim olursunuz’ sözünün ya da romanın kahramanı fizikçinin  sarf ettiği ‘Kapının kilitli olması önemlidir, bunu içeriden ya da dışarıdan kimin kilitlemiş olduğu değil’ gibi çarpıcı sözlerin etkisini de kaldırmaz.

Belki öncesinde mülk denilen şeyi tartışmak gerekmektedir. İnsanların bir evlerinin olması mülkiyet değil, barınma hakkıdır ancak fazlası mülkiyet olur. Bu yüzden Brezilya’da MST-Topraksızlar Hareketi’nin kendi çocuklarıyla kendi evlerinde yaşadıklar şey ütopya iken, K. Le Guin’in Ay’daki mülksüz öyküsü distopyadır.

Dünyanın en güzel distopyalarından biri yazan K. Le Guin'e saygıyla...*

* Neredeyse 25-30 yıl önce okuduğum bir kitap üzerinden, bir yandan araba da kullanarak yazdığım (!) bu yazıda bazı şeyleri atlamış olabilirim.


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...