YAZARLAR

Pozitivizm canımıza okudu

Pozitivizm haddini bilmekte zorlanan anlayışlar yeşertti. Felsefe ile ilgilenmeyen, kitap okumayan yine de her konuda fikri olan nesiller yarattı.

Aristoteles, Metafizik’inde, hayrete düşen ve şaşıran birisinin, bilgisiz olduğunu kabul ettiği için hayrete düşebildiğinden söz eder. Bu nedenle, mitleri sevenin (philomythos) bir bakıma filozof (philosophos) olduğunu söyler. Ona göre mitler hayret verici şeylerden oluşmuştur. Bu dev akıl, felsefeci değil filozof diyordu; hani, hikmet (bilgelik) sever olan anlamında; bilgi seven değil. Gelin, biz bir çeviri cinayetine son verelim; bırakalım felsefeci bilgi sevsin, filozof ise bilgeliği/hikmeti.

Antik Yunan’da “Ethos-Pathos-Logos” “Mythos-Epos-Logos” gibi üçlemeler içsel bağları göz ardı edilmeksizin, birlikte ele alınırdı. İslâm Tasavvufu’nda da, kavramlar birbirleri ile olan dirimli ilişkileri koparılmadan ele alınır. Nedeni bellidir: İnsan bütünsel bir varlıktır. Logos’tan söz edebilmek için ciddi bir içsel süreç gerekiyordu. Örneğin pathos, o ki tutkudur; ileride Hegel tarafından eksiksiz kavranacak, tutku nedeniyle aklın (usun) dünya tarihine girdiğini, dünya sahnesinin tutkulu insanlar tarafından değiştirildiğini ileri sürecekti. Aynı düşünürün “Güzel Sanatlar Üzerine Dersler” adlı çalışmasında pathos sözcüğüne verdiği anlamı okumanızı öneririm.

Kontcu (August Comte) pozitivizm sonrası mitsiz din, dinsiz felsefe derken, elimizde bilimle kaldık. Oysa bilim varlığı kavrama çabasında zihinsel bir alandır. Bilim, Neden sorusunu yanıtlayabilir; Niçin sorusunun yanıtını veremez. Neden bilgiye, Niçin ise amaç yönelimli olduğu için bizi değere götürür.

İnsan fiziksel dünyada var olurken, aynı anda her birey kendi anlam-değer dünyasında da var olmaya devam eder. Değerlerin (ethos) nesilden nesile, dirimli aktarılma yollarından birisi masal, mesel benzeri sözel aktarımdır. Mitler sembollerle, alegorilerle örülmüştür. Logos ise saf bilinçtir. Biri diğerine üstün değildir. Mitlerde çok anlamlılık, sembol altında birliğe gelmiştir. Mitlerin boş inanç olduğunu, kendilerini sorgulamaya izin vermediğini düşünmek oksimoron bir tutumdur. Her toplumun tininin (geist) oluşumunda mitlerin bilinçaltı mayalanması yadsınamaz; bu algıya, toplumun irfanına dahil olmayan kişi o topluma yabancıdır. “Mitler ortak rüyalardır, rüyalar ise kişisel mitler” diyen Campbell’i unutmamalı. Mit, din, sanat gibi ayrı görünen alanların arasındaki özsel geçişlerinin tadına (farkına) varamayan bilinç, henüz felsefe (philosophos) yapmaya hazır değildir. Pozitivist bakış açısınınsa başka çaresi yoktur. Anlamak için, büyüklere ait elektronik eşyayı söküp, tekrar birleştirme işinde başarısız olduğunda, artan parçaları çöpe atan bir çocuğun anlayışı olabilir ancak.

Pozitivizm haddini bilmekte zorlanan anlayışlar yeşertti. Felsefe ile ilgilenmeyen, kitap okumayan yine de her konuda fikri olan nesiller yarattı. Ender yetişen entelektüellerimizden Uğur Mumcu ne güzel özetlemiş şu bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma olayını. İçinde yaşadığı toplumla bağları kopmuş (anlamaya çalışmak bağ kurmaktır), kötümser, mızmız anlayışa; kapitalizm ile pompalanan Süpermen, Örümcek Adam mitleri kifayetsiz kalmış gibi görünüyor; zihinsel tasarımlarla olmuyor. Ülkemizde dinin geldiği konum da bundan farklı değildir: farklı olanı reddet, anlamadığını dışla, hakikati yalnızca kendi kupkuru “ben”inde tanı.

Toplum dinamikleri, ilâcını üretmekten aciz olmadığından, giderek yaygınlaşan bir hikaye anlatıcılığı geleneği var. Örneğin, ülkemizde de faaliyet gösteren Seiba Uluslararası Hikaye Anlatıcılığı Merkezi bunlardan birisi. Yaklaşık yarım asır önce, Amerika’da, kütüphanecilerin masal ve mitleri yeniden canlandırma hareketi olarak başlamış, oradan Avrupa’ya yayılmış. Ne güzel insanlar var!

Mit Logos’un karşısında değil içindedir; kapsanarak aşılmıştır. Her bilinç bunu kendisi için yapabilme yeteneğindedir. Ussallık bize rüyamızda verilmiyor. Mythostan kendisini türetememiş bilinç henüz kendi üzerine dönmemiştir: özbilinç değildir. Logos’un zıddı ise Mysterion’dur. Bulaşanın her daim dengesiz olduğuna “inanılan” karanlık mistik alan; dengesizliğine bahane arayan bir kalabalığı kapısında bekletse de küçük bir topluluğun içeride olduğu bir bölge. Kökü myein’dir: kapatmak, susmak. Ünlü üç maymun ile sembolize edilen sırri bölge… Saklanan sır anlamında değil; söylenemeyen, dile gelemeyen, dile getirildiğinde anlamını gösteremeyen… Yoksa neden saklansın, paylaşılmasın! Derin deneyimler anlatılamaz, deneyimleyen bir başkası tarafından anlaşılabilir. Aşk gibi örneğin; hiç aşık olmamış birisi aşık olma halini bütünüyle kavrayamaz; hatta aşk anlatıldığında semptomlarını hastalığa benzetir: midede kramplar, kalpte derin bir sızı, onu görünce bayılacak gibi olmalar.

Hep birlikte önce masal dinlesek, sonra dans etsek ve şiir okusak. Ne dersiniz? Ancak sonra, satmak için değil de yapmak için felsefe öğrenmeye gelse sıra.



Metin Bobaroğlu’nun, “Simgesel Düşünme” isimli kitabı oldukça aydınlatıcı.


Gülgün Türkoğlu Pagy Kimdir?

Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Hidrobiyoloji mezunudur. University of London King’s College’da yüksek lisansını tamamladıktan sonra National Rivers Authority ve Anglian Waters’da biyolog olarak görev yapmıştır. Türkiye’ye döndükten sonra özel kuruluşlarda Ar-Ge alanında uzman olarak çalışmış, yöneticilik yapmıştır. Ege Üniversitesi Biyomühendislik Bölümü, Tıp Fakültesi ve CNRS Paris ortaklığında yürüttüğü doktorası insan genetiği üzerinedir. Avrupa birinciliğini kazanan Bio-Ace Centre of Excellence başvurusunu yürüten iki kişilik ekiptendir. Bir süre bu projenin müdürü olarak görev yapmıştır. Düşünüyorum Dergisi yazarlarındandır. Felsefe ve Kadın Sorunları üzerinde çalışmalarını sürdürmektedir.