YAZARLAR

‘Kardeşim Esad’a zeytin dalı

Türkiye nezdinde, yıllar önce ‘Kardeşim Esad’ı ‘Eset’leştiren her ne varsa bugün tersine döndü. Suriye rejimine zeytin dalı uzatır gibi askeri harekat başlattı. Esad’a zeytin dalı uzatırken yanında sunulması planlanan hediye sepetine PYD konulacak hesapça.

Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm

Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm

Erdem Beyazıt

Ölüm gibi barış da bize ne uzak bize ne yakın barış. Savaş çemberinde barışa susayanların dilinin ucunda. Dikkat edin kesmeyin sakın o dilleri. Bebek doğduğu gün gibi durmaz, büyür ya savaş da başladığı gün gibi sürmez, yorar. Yorulunca başına varabileceğiniz pınar, o diller. Çığlıklar, naralarla geçip giderken çiğneyen ayaklarınızı vakti saati gelince dinlendireceğiniz o pınarın başında, bugün horladığınız barış diliyle söyleşeceksiniz, kaçarı yok. Devran böyle dönmüş ezelden beri.

İnsanın tekamülü, barışa yönelmekle ölçülebilen bir sır hazinesi adeta. Kendini bilmeyle, iç huzuruna ulaştıran, kendisiyle yüzleşmek ve barışmakla gerçekleşen tamamlanma hali. Bireyin doğumundan ölümüne uzanan insaniyete yolculuk ömür dediğimiz. Ve savaş ve cinayet ve öldürmesi insanın insanı, sebebi çok olsa da tek bir şekilde mümkün: Kişi ilkin içindeki insanlığı öldürünce öldürebilir karşısındaki insanı. İnsaniyete yolculuğunu sonlandırınca ancak karşısındakinin hayatına son verebilir insan. Bir “insanı öldürmek, insanlığı öldürmek” denmesinin hikmeti bu işte. Kemale erecek her türlü donanıma sahip kılınarak yaratılmış olanın, hayvandan aşağı yanını kendine hedef seçmesi bu. Yolculuktan vaz geçip yoldan çıkışı, insanın.

Özel yaşamlar gibi öykünün bütünü: Toplumsal ve siyasal düzlemi de insan soyunun beşerin şaşar yanını veya insanın kemal yönünü seçişinin hikayesi. Döne döne, yaka yanıla tekrarlanan hatalarla hep insanlıktan, yoldan çıkışın, tumturaklı sözler ve haddi aşan hesaplarla dinlenmeksizin koşturmanın sonunda vardığı nokta ancak başladığı yer. Bütün dünyayı yakıp kavurduktan, insanların, nesillerin ömürlerini tükettikten sonra bir bakıyoruz ki aldığı yol ‘anca bir arpa boyu’.

Mesela Türkiye nezdinde, yıllar önce ‘Kardeşim Esad’ı ‘Eset’leştiren her ne varsa bugün tersine döndü. Suriye rejimine zeytin dalı uzatır gibi askeri harekat başlattı. Esad’a zeytin dalı uzatırken yanında sunulması planlanan hediye sepetine PYD konulacak hesapça. O PYD ki, vaktiyle Suriye rejiminin Türkiye’ye karşı koz olarak Kürtleri sahalara sürüşüyle can bulmuştu. Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde etkin olamasın diyerek kullanılışıydı Kürtlerin. Ama devran döndü, rejim yeniden güçlü hissetmeye başladı kendisini ve bugun PYD için açıkça terör örgütü diyen iki yönetim var sadece. Suriye ve Türkiye’nin ortaklaştığı tek konu ve yakınlaştıracak en önemli araç, PYD’nin, bölgedeki etkinliğinin sonlanması. Bunun için savaşıyor bugün de Türkler ve Kürtler.

Mesela Afrin çok değil sadece üç-beş yıl önce, Rusların desteği sayesinde Kürtlerin eline geçip kanton ilan edilmişti. Ama devran döndü bugün Ruslar çekiliverdi Türkiye gelirken ve Kürtlerin dilindeki şarkı bugün: ‘Ruslar tüccar’.

Mesela Amerika, Kuzey Irak Kürtlerini referanduma onca teşvik ettikten sonra ‘diğer seçenekleri’ işaret ederek yarı yolda bırakmıştı. Şimdi de ‘Afrin bizim bölgemiz değil’ diyerek sıyrılıverdi. Münbiç’i işaret ediyor sadece ama yarın ne diyeceği Allahualem.

Mesela Türkiye dün çözüm sürecini başlamadan engellemek isteyenleri, yargılayıp suçlu bulduğu, hükümlü eski generalleri konuşturur, dinler hale geldi. Hatırlarsınız demokratik açılım safhasında BDP'li milletvekillerini "Ya milletvekilliğinden ayrıl ya da dağa git" sözleriyle hedef alanları... Siyasi çözüme, savaşsız insanca birlikte yaşamaya itirazı olanlar, iki gündür savaş çığlıklarının başını çekiyor. Beraat etmediler. Aklanmış değiller. Sadece hukuka çelme takılarak tahliye edildiler. Ama şimdi devran döndü yeniden savaş düzeninde güya ki orduları komuta eder gibi ekranlarda, mikrofon başında toplumu hizaya çekmedeler. Bu da geçer. Devran yine döner ve Allah bilir ya bugünün teröristleri, darbecileri, FETÖ’cüleri de yarın karşımıza aynı pozlarda dizilebilirler. Ancak hiçbiri hakikati değiştirmez. Bir süreliğine gözlerden gizleyebilseler de asla değiştiremezler. Bu ülke Türklerle Kürtlerin iç içe yaşayabildiği tek toplum. Kürt çoğrafyasının başka hiçbir bölgesinde vaki olmayan bu hayat tecrübesinin, bu toplumsal gerçekliğin göz ardı edildiği siyasetlerin kalıcılığı imkanı yok.

Mesela Kürtler, Esad’ın kendilerini koz olarak masaya sunduğuna aldırmadılar. Esad’ın askerlerini çekmek zorunda kaldığı o toprakları, bir yandan Rusya bir yandan Amerika desteğiyle yönetebilir olduklarını hiç düşünmediler. Kocaman bir isim verdiler. Merkezi yönetim çekildi, iki devlet destekledi ve onlar buna devrim dediler. Rojava devrimi hülyasıyla Türkiye’de çözümün baltalanmasına sıcak baktılar. Türklerin şahinleriyle Kürtlerin şahinleri, insanlığa yolculuğumuzu durdurdu. Ve buna alkış tuttu sözde aydınlar da. Yazık demokratik denilen kantonların yönetimini ‘dağ kadrosuna’ bıraktıklarını bilmeyen varmış gibi.

Gerçi bir yandan da Ortadoğu’nun karakteristiğini göz önüne alarak siyasallaşabilmenin tek aracı olarak terörü gördükleri açık. Ama görmedikleri çok açık olan bir başka gerçek de Türkiye’nin Ortadoğu’da olmadığı. Coğrafya, siyaset, kültür ve toplumsallık açılarından Türkiye Orta Doğudan çok farklı. Kuzey Kürdistan olarak isimlendirilen Türkiye’nin güney doğusunda yaşayan Kürtlerin de soy, din, dil, akrabalık bağlarına rağmen diğer ülkelerdeki Kürtlerden çok farklı hayat tecrübesine sahip olduğu da açık. Rojava’dan önce mesela Şam’da yaşayan hatta Şam’ı görmüş Kürt ailelerinin sayısı bir elin parmaklarını bulur muydu acaba. Ya Türkiye? Diyarbakır nüfusunu kaça katlar, mesela Ege’deki Kürtlerin sayısı? Kürtlerin Anadolu’nun her yerinde ve büyük şehirlerde yaşamakla sahip olduğu hayat tecrübesi göz ardı ederek girişilen devrim beklentisi sonuç getirmezdi elbette. Barış da…

Bugün Türkiye, yerli ve milli sloganlar eşliğinde savaşa girerken bir yandan da baskınlar, gözaltılar, ev aramalarıyla muhalefeti susturmaya çalışırken, barış arzusunu susturabileceğini düşünüyor. Sosyal medyada özellikle Kürt siyasetçilerin ve hak savunucularının, demokrasi ve barış savunucularının linç kampanyasına tabi tutuluşuyla yeni hüsranlara yelken açılıyor, zaferlere değil. Yüz yıl daha uzasa bu savaş yine değişecek bir şey yok. Ne Kürtler kendi kaderini tayin hakkından vazgeçecek ne de yan yana aynı toprağı bölüştüğümüz gerçeği değişecek.

İhtimal çekilen bütün acılardan sonra yan yana veya iç içe ama birlikte insanca yaşamayı kafamızı taşlara vura vura öğrenmiş olacağız. İnsanın beşer yanına ait olan her türlü hırsı elimizin tersiyle bir kenara itebilsek bugün de savaşmadan aynı gerçekliği kabullenmiş olarak huzurla yaşayabilirdik. Barış hayal değil, ütopya değil sadece tekamül meselesi.

Gerçek zaferin savaşsız çözümle mümkün olduğunu görebilecek insani tekamül meselesi.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.