YAZARLAR

Savaş zamanında barış gazeteciliği

Zor, hatta içinde bulunduğumuz koşullarda size imkânsız gibi görünebilir. Ama Barış Gazeteciliği mümkün ve gereklidir. Çünkü savaş gazetelere ve televizyonlara reyting, hamasetten beslenenlere oy kazandırır; ama bizlere bir şey kazandırmaz.

Daha Ekim ayının ortalarında gazeteler, içinde “temizlik” sözcüğü geçen manşetler atmaya başlamışlardı. AKP medyası “Afrin’de temizlik şart” sloganlarıyla kendilerince TSK için çok da zor olmayacak bir harekâtın yakınlığından söz ediyorlardı. Temizlik: Yüzeye yapışmış leke ve kirlerin giderilmesi. Bir mekânın, yaşam alanının, bünyenin kirden, ona zarar veren, onu hasta edecek organizmalardan, maddelerden arındırılması. Başka bir ülkenin sınırları içinde bulunan bir bölgeye yapılacak askeri harekâttan böyle söz ediyorlardı.

Temizlik”: Savaş şakşakçılarının, ırkçıların ve her türlü farklı görüşe, eleştiriye büyük bir tahammülsüzlük içinde yanıt verenlerin, her farklı sesi ihanetle suçlayanların ortak sözcüğü. Barış isteyen 100 öğretim üyesini gözünü kırpmadan ihraç ettikten sonra üniversitenin artık temizlendiğini ilan eden rektöründen savaş çığırtkanlığında birbiriyle yarışa giren sağ, sol ve merkez basınına kadar, herkes bu temizlik hastalığına yakalanmış gibi görünüyor. Nitekim, 14 Ocak’ta gazeteler Afrin’de temizliğin başladığını bildirdiler. Hürriyet “Afrin’e süpürme vuruşları” başlığı altında Afrin’e yönelik bir tür ön temizliğin başlatıldığını belirterek savaşın ne denli yakın olduğunu müjdeliyordu. 20 Ocak günü akşam saatlerinde ise gazeteler ve televizyonlar adına ironik biçimde “Zeytin Dalı” adı verilen operasyonun başladığını müjdelediler. Sosyal medyada savaş nidaları atanlar, Musul’u Kerkük’ü geri alma hayalleri kuranlar, cihat çağrıları yapanlar, savaşa karşı olduğunu yazanları vatan haini ilan edip temizlenme sırasının onlara da geleceği tehdidini savuranlar klavyenin başına çoktan geçmişlerdi. Televizyonların ağırbaşlı tartışma programlarında ise isimlerinin altlarında profesör oldukları yazan ve ne uzmanı olduklarını tam olarak bilemesek de söylediklerine bakılırsa her birinin daha önce onlarca savaşa komuta ettiğini düşüneceğimiz adamlar harekâtın ne kadar da başarılı olduğundan, Amerika’nın bundan sonraki operasyonlarında TSK’nın bu operasyonunu örnek alması gerektiğinden, gerekirse 72 değil 172 uçak kullanılacağından, Amerikan askerleri ölülerin üzerine basarken Türk askerinin ne kadar da merhametli olduğundan söz ediyorlardı.

Dün sabah, gazeteler “Jetlerimiz Afrin’i Vurdu: TÜRKİYE TEK YÜREK” (Hürriyet); ABD’ye rağmen, Rusya’ya rağmen Afrin’i ‘vururuz’ dedik… HAİNLERİ VURDUK” (Sözcü); “İNLERİNDE VURDUK” (Sabah); “IRAK’A KADAR TEMİZLİK” “TERÖRE DEMİR YUMRUK, SİVİLE ZEYTİN DALI” (Haber Türk), “ŞİMDİ AFRİN SIRADA MÜNBİÇ” (Milliyet) manşetleriyle çıktı. Satır aralarında ya da manşetlerin altlarına sıkıştırılmış küçücük başlıklarla TSK’nın PYD sivilleri canlı kalkan yaptığı açıklamasına yer veriliyordu. Ne var ki, bu demir yumruğun altına ne kadar sivilin ezildiğinden, yani zeytin ağacı yetiştirip onun yağını çıkaran, sabununu yapan, işinde gücünde olan, bizler gibi terörle ve savaşla hiçbir işleri olmayan insanların öldüğünden, hayatlarının alt üst olduğundan, sığınaklarda kapalı kaldıklarından söz eden yoktu. Savaşa karşı olanların ne söylediğinden, ne istediğinden, sorunun çözümü için savaşmaktan başka ne yapılabileceğinden söz eden de…

Oysa başka türlü bir habercilik mümkün. Savaşı değil barışı odağına alan, savaşa değil barışa haber değeri yükleyen, insanların temel haklarının güvencesi olarak işleyen, hak ihlallerinin açığa çıkarılmasını ve ortadan kaldırılmasını hedef edinen bir habercilik… Bunca tarifsiz acının yaşandığı bir ortamda, savaş ve çatışma zamanında barışı yeniden tesis edebilmek adına, savaşı ve şiddeti kışkırtmak yerine çözümü kolaylaştırmak için çalışan bir gazetecilik. Barış gazeteciliği. Yazının bundan sonraki kısmında, barış gazeteciliğinin temel ilkelerinden söz edeceğim (1).

Barış gazeteciliği bir çatışmayı iki tarafın çatışması gibi göstermekten kaçınır. İki tarafın çatışması, bir şekilde taraflardan birinin kazanması anlamına gelecektir. Oysa kazanmak da, kaybetmek de kendi başına barışa katkıda bulunabilecek pozisyonlar değildir.

Barış gazeteciliği, “biz” ve “onlar”, “ben” ve “öteki” ayrımlarından kaçınır. Bu türden ayrımların neredeyse her zaman ayrımcılık ve yeni çatışmalar üretmesi muhtemeldir.

Barış gazeteciliği, konvansiyonel haber değeri atfetme pratiklerinin şiddet ve çatışmaya yaptığı vurgu yerine, bir arada/barış içinde yaşamaya ya da bir arada yaşayabilmek için gereken koşulların neler olduğuna odaklanır. Böylelikle, yalnızca şiddet anlarını haberleştirmek yerine çatışmayı doğuran koşulları ve bu koşulların nasıl iyileşebileceğini sorunlaştırır.

Bir çatışmayı haberleştirirken, farklı fikirleri, alternatif çözüm yollarını, sorunun farklı boyutlarını ve muhtemel sonuçlarını dikkate alır.

Yaralı ya da ölü bedenlerin görüntülerini paylaşmadan önce, bunun olası sonuçlarını göz önünde bulundurur.

Şiddeti haberleştirdiğinde, şiddetin yaratabileceği hasar ve travmayı dikkate alır. Yayınlanan bir haberin çatışmayı ve kutuplaşmayı daha da artırarak belli tarafların, toplumsal kesimlerin hedef haline getirilmesine, nefret söylemi ve nefret suçuna maruz kalmasına yol açıp açmayacağını değerlendirir.

Savaşı, çatışmayı kalkan uçak, atılan bomba, imha edilen hedef sayısına indirgemek yerine çatışmanın gerçek mağdurlarının, sıradan insanların yaşadıklarına odaklanır. Onların sesine, sözüne yer verir.

Barış gazeteciliğinin dili eril ve militarist değildir. “Vurmaktan”, “imha etmekten”, “girmekten”, “yıkmaktan” bahsetmek yerine barışa ve çatışmanın bir an önce sonlandırılmasına odaklanır, küfür ve aşağılayıcı sözlerden kaçınır.

Zor, hatta içinde bulunduğumuz koşullarda size imkânsız gibi görünebilir. Ama Barış Gazeteciliği mümkün ve gereklidir. Çünkü savaş gazetelere ve televizyonlara reyting, hamasetten beslenenlere oy kazandırır; ama bizlere bir şey kazandırmaz.

Yeni başlayanlar ve daha fazlasını okumak isteyenler için, Sevda Alankuş’un hazırladığı Barış Gazeteciliği Elkitabı’nı buraya bırakayım.

1 Burada barış gazeteciliğine dair aktardıklarımı Bianet’in Barış Gazeteciliği Kütüphanesi için yazdığım “Barış Gazeteciliği Medyanın Ayrımcı Diline Çözüm Olabilir mi?” başlıklı yazıdan özetledim.


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.