YAZARLAR

Bir mahpus, bir mektup, bir ada

1982 yılında Arjantin diktatörü Guattari oldukça zor durumdaydı. İngilizlere göre adı Falkland, Arjantinlilere göre Malvinas adalarını alarak milliyetçi bir dalgayla iktidarını sürdürmek istiyordu. Son çaresiydi bu. İngiltere egemenliğindeki 2 bin 713 kişinin yaşadığı adayı işgal etti. Arjantin’nindi zaten burası. Büyük mitingler düzenledi. Konuşmalar yaptı hani bilirsiniz, içinde bolca şanlı ve kahramanlık filan geçen. İngiltere gemileri yola çıktılar... Adayı almaları esas iki saatti galiba. İşin acı tarafı yüzlerce Arjantin askeri öldü. İşin iyi tarafı, Guattari diktatörlüğü sona erdi.

"Ama koğuşlara almayız sizi" dediler, "Bahçede görüşürsünüz." Arjantin’de cezaevine giriyorduk. O günlerde sık yaptığımız bir etkinlikti bu. Haftada bir koşu yapmak gibi bir şeydi. Önce "Hiç cezaevine almayız" demişlerdi ama isyan günlerinde bir haftada beş devlet başkanı kovulduğundan havalıydık. Birlikte geldiğimiz arkadaş karşıdaki bara gitti. Bir telefon etti ve termosa sıcak su koydurdu geldi. "Adalet bakanını aradım" dedi bize. Bir parmaklığa sırtımızı dayadık. Mate çayı içmeye başladık. Koğuş pencereleri yıkanmış çamaşırlarla doluydu, çoğu rengi uçmuş beyaz atletler nedense çoğunun yakası yırtık ve renkli donlar. Bazılarında bacaklarını dışarı sarkıtmış mahkûmlar oturuyordu. Çoğu sigara, hepsi Mate içiyordu. Ocak ayının kavurucu sıcağı vardı. Parmaklıklar arasından ranzaların kenarları görünüyordu. Onların hepsine de çamaşırlar asılmıştı ve pencere kenarlarında mate kapları ve termoslar vardı. Bağıra bağıra başka penceredekilerle sohbet ediyorlardı. Çok önemli konular üzerinde sohbetlerdi bunlar, futbol mesela…

Önce bir türlü açılmayan telefon zil sesleri geliyordu. Bakanın çalışına benziyordu. Gardiyanlar pek ilgilenmiyorlardı. Mate içiyorlardı. Adalet bakanını arayan arkadaş gitti camlarına dayandı. Termosun dibiyle camı çaldı. Hemen açtılar. Sanırım mate için sıcak su istiyor zannettiler. Kutsal bir şey gibiydi, mate için sıcak su. Herkes herkes için mutlaka verirdi ve herkesin hazırda sıcak suyu olurdu. Gardiyanlara "Adaletin bakanı arıyor açın" dedi galiba. Duyamıyorduk klasik bir cezaevi kapı altıydı işte, açılan, kapanan kilit sesleri, havada yankılanan demir kapı çarpmaları, gardiyan suratları. Telefonu açtılar, gerçekten adalet bakanıydı herhalde ya da ne biliyim müşaviri filan. Kimi göreceksiniz dediler. Politik mahkûmları dedik. Endişelendiler. "Politik mahkûm yok ki" dedi müdür. Herhalde bakan doğrudan aramıştı. Gerçekten yok dedi. Üzüldü adam, yemeksiz yakalanan lokanta sahibi gibiydi. Utandı biraz da galiba. Onun yapacağı bir şey yoktu. İsyandan sonra politik mahkumları bırakmışlardı. -İsyanla özgürlük kardeşti.- "Böyle cezaevi mi olur" diye bağırmak geldi içimden. "Yok mate kafa yapmaz ama zaten hazırlıklı gelmiştik sosyal mahkûmları ziyaret edeceğiz" dedik.

Bahçede onları bekliyorduk. Dört tarafımız, parmaklıklar, onlara asılmış beyaz atlet -yakaları yırtık-, renkli donlar, dışarı sarkan bacaklar ve ellerinde mate kaplarıydı. Termos da tabii. ‘Sosyal mahkûm’ burada yeni bir kategoriydi. Onlar kendilerine "politik mahkûm" diyorlardı. Seyyar satıcılar, seks işçileri, herhangi bir nedenle polise mukavemet edenler gibi cezaevinde olanlardı. Haklıydılar yani. Önce iki seyyar satıcı geldi. Sahiden politik kişilerdi. Sokağının seyyar satıcı kooperatifindendiler. Zaten ülke kooperatif haftası gibiydi. Her yerin, her şeyin kooperatifi vardı. Onları kaldırmaya gelen polislerin kafasında tezgah kırmışlardı. Sadece polisler değil, polis sendikası da davacıydı. Dert şu isyan, her yerden örgütlenme fışkırıyor.

Sonra iki travesti seks işçisi geldi. Başlarından geçeni anlattılar. Sigara ve tabii ki mate içtik. "Tek umudum sizsiniz" dedi biri. Cebinden bir mektup çıkardı bize verdi. Bunlara veriyorum ama göndermiyorlar dedi. Yoksa çoktan cevap gelmişti. Zarfı yoktu. Galiba zarf pahalıydı cezaevi kantininde. Dörde katlanmıştı. Dışında adres yazıyordu. Ona baktığımızı görünce "Siz okuyabilirsiniz" dedi. Pek okumak istemedik önce. Özel bir mektup gibi geliyordu çünkü adres olarak ‘İngiltere kraliçesi Elizabeth’ yazıyordu. "Yok yok okuyun" diye ısrar etti. İlk iki satırı İngilizce'ydi. Sonra İspanyolca devam ediyordu. Başlarından geçeni anlatıyordu önce. Polisler hem onlardan rüşvet yiyor hem de çalıştırmıyorlardı. Sürekli bir sürü bahaneyle şiddet uyguluyorlardı. Sonu çarpıcıydı mektubun. "Siz Falkland’ı özgürlüğe kavuştururken bu ülkeye de demokrasi getirdiniz. Arjantin ve ben demokrasi için yine sizi bekliyoruz" diyordu. İsmi ve adresi vardı altta. Buenos Aires cezaevi ve koğuş numarası…

1982 yılında Arjantin diktatörü Guattari oldukça zor durumdaydı. Gittikçe gücünü kaybetmişti. İngilizlere göre adı Falkland, Arjantinlilere göre Malvinas adalarını alarak milliyetçi bir dalgayla iktidarını sürdürmek istiyordu. Son çaresiydi bu. İngiltere egemenliğindeki 2 bin 713 kişinin yaşadığı adayı işgal etti. Arjantin’indi zaten burası. Büyük mitingler düzenledi. Konuşmalar yaptı hani bilirsiniz, içinde bolca şanlı ve kahramanlık filan geçen. İngiltere gemileri yola çıktılar. Öyle kısa bir yol değil 20 gün kadar sürdü gelmeleri. Adayı almaları esas iki saatti galiba. İşin acı tarafı yüzlerce Arjantin askeri öldü. İşin iyi tarafı Guattari diktatörlüğü sona erdi. Cezaevine atıldı diktatör…

Şimdi aklıma gelince nedense gülesim geldi…Travestiye değil tabii ki…


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...