YAZARLAR

Ama o zamanlar faşizm vardı

Payzın: Siz 12 Eylül’de tutuklandığınızda tek tip dayatmasıyla karşılaşsaydınız tepkiniz ne olurdu? Cumhurbaşkanı başdanışmanlarından Uçum: “O zaman faşizm koşullarındaydık. Şimdi demokratik kurumlarımızı korumak için mücadele veriyoruz.” Avukat danışman, 12 Eylül cuntasının gerekçesini biliyor olmalı. Sayın Uçum’un program boyunca hukuksuzlukları meşrulaştırma adına ortaya koyduğu bütün argümanlar, 12 Eylül cuntasının 1 No'lu bildirisindeki cümlelerle özetlenebilir.

Anayasa Mahkemesi’nin iki üyesine ilişkin kendi genel kurulunca verdiği ihraç kararının gerekçesinde bulunan “sosyal çevre” ifadesi, kurumun kaderini belirlemişti. Kader ağlarını maddi anlamda olağanüstü hal kararnamesi olmayan ve geçerliğini hukuktan değil, zorbalıktan alan KHK’lerin mahkemenin önüne gelmesi ile ördü. Artık ne yapabilirdi, anayasaya uygun davranmak zorundasınız mı diyecekti? Demedi. Demeyince bütün anayasal düzenin, meşruiyetini anayasadan değil, kullanabileceği ve kullandığı şiddet kapasitesinden alan bir keyfi idare lehine ortadan kaldırılmasının yanında yer aldı. Anayasa Mahkemesi, KHK’ler önüne geldiğinde yetkisizlik nedeniyle verdiği ret kararı ile zaten bir anayasal kurum olma niteliğini yitirmişti. Şimdi yerel mahkemenin hükümet sözcüsü konuştuktan sonra ve hükümet sözcüsünü tekrarlayarak Anayasa Mahkemesi’ne had bildirmesine kim ne diyebilir artık? İncek’te bir bina olacak, içinde muhterem yargıçlar tartışacak, raportörler koşuşturacaklar; üzerinde de bir tabela olacak elbette. Anayasa Mahkemesi, 1961’de kamu hukukumuza giren güzide kurumumuz, varlığını koruyacak.

Gücünü ve özerkliğini temsil ettiği seçmenden alan vekillerin, tüm ülkenin yararına özgürce söz söyleyebilmesinin en eski güvencelerinden olan kürsü dokunulmazlığının “belli kişiler için” kaldırılması teklifi parlamentonun önüne geldiğinde, verdiği kararın ardından ağlar örülmeye başladı. Önce muhalefetin güçlü sesleri, ardından keyfi idarenin hoşuna gitmeyen işler yapmış vekiller, bir bir rehin alındı. Parlamento, anayasaya aykırı bir anayasa değişikliği aracılığıyla anayasadan aldığı yetkiyle egemenlik yetkisini kullanarak egemenlik yetkisini hükümete devrettiğinde kaderini belirlemişti. 20 Temmuz darbesinin ardından parlamentonun bütün yetkileri, cumhurbaşkanlığı başkanlığında toplandığının bile şaibeli olduğu, imza föyleriyle yayınlanan KHK hazırlama kurullarına devredildi. Dokunulmazlıkların kaldırılmasına onay vererek kurumu koruyanlar için, Güvenpark’ın hemen ötesinde geniş bir yeşil alanda güzel bir bina ve ekleri olacak. Bir yerlerinde “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir yazacak.” Yani 1920’de, daha toplandığı gün cumhurî rejimin merkezine yerleşmiş, devleti kurmuş egemen parlamentomuz varlığını koruyacak.

ÇAY TARLALARINDA NEŞE, VİCDANA KELEPÇE

Yüksek Seçim Kurulu, 2014’ten beri halkın tepkilerine karşı verdiği mücadele ile kurumu korudu, kaderini belirledi. İçişleri Bakanı’nın yerel seçimler sırasında bir seçim kuruluna gittiği iddiası mı vardı, oy kullanılan binaların çevrelerinde bir takım plakasız araçlar mı dolaşıyordu, gizli oy esası ihlal mi ediliyordu, patronlar çalışanlarından; belediye başkanları işçilerinden cep telefonu ile çekilmiş oy pusulası fotoğrafı mı istiyordu? Olsundu. Demokrasi işleyecek, kurumlar var olacaktı. 16 Nisan’da olağanüstü hal koşullarında yapılan referandum öncesi, kader ağlarını örmüştü artık. Önüne iki buçuk milyon mühürsüz oy geldiğinde ne karar verebilirdi ki 1950’de kurulduğundan, 1961’de anayasal güvenceye kavuştuğundan beri, Türkiye’de temsili demokrasinin supabı olan o güzide kurum? Kızılırmak ve Mithatpaşa caddelerinde ve başka yerlerde birçok tabelası var. Ne iyi, artık bir de teşkilat yasası da var. AKP komisyonlarının yaptığı mülakatlarda belirlenecek, kurumu koruyacak olan birçok uzman da olacak artık o binalarda.

Yargının tepesi, 2010’da cemaate teslim edildiğinde kaderi belirgin hale gelmişti, onu çok anlatmaya gerek yok. Şimdi yargı kaderini, çay tarlarında duyduğu neşeye ve vicdanını hapseden korkuya kaptırdı. Yeni binaları, binaların yeni ruhları, tabelaları var, ne güzel. Kurumlarımız, hele ki hukuk devletimizin teminatı kurumlarımız varlıklarını sürdürüyor.

Keyfi idarenin motoruna doldurulacak yakıta engel olagelmiş Sayıştay hâlâ raporlar yazıyor. Tarihî belge, arşiv olarak saklanıyor olmalılar. Bu korunan kurumlarımızdan Eskişehir Yolu'nda o kadar çok var ki, hepsi korunuyor, hepsi hukuk devletinin güvencesi, hukuk devletini güvenceye alıyor.

Ve tabii üniversiteler… Yerli ve milliler artık, üniversitenin nasıl korunduğunu geçen hafta yazdım. Ama korunmaya en muhtaç kurum sanırım, bu hafta gelen haberlerle kurumu korumak için çok güzel kadrolar, çok güzel güvenlik soruşturmaları, çok güzel istediğimi atarım, istediğimi tutarım önlemlerini duymuş olduk. Türkiye’nin her yerinde varlar, her mevsimde bilgi üretmeye devam ediyorlar. İçlerinde daha fazla doçent olacak artık.

12 EYLÜL VE 20 TEMMUZ

Evet demokratik sistemin güvencesi olan kurumları korumak için yapılan 20 Temmuz darbesi, bu kurumların korunması için, öğretmenleri, akademisyenleri mesleklerinden ihraç etti. Pasaportlarına el koydu. Ülkede birkaç ordu oluşturmaya yetecek miktarda yurttaşı terörist ilan etti. Linç televizyonlara çıkan hukuk tüccarlarınca meşrulaştırıldı, işkence görüntüleri televizyonda, sanki çok normalmiş gibi yayımlandı. Gazeteciler bir yılı aşkın süredir mahpus. İki eğitimci yüzlerce gündür süren açlık grevinde. Çok uzun süre cezaevinde sürdürdüler, savcılar onlara suç aradı. Zira insan hakları korunuyor, Yüksel Caddesi'ndeki anıt, polis kordonu altında, kimsenin ona zarar verecek bir eyleme girişmesine izin vermiyor devletimiz, hemen kollarını kırarak, saçlarını çekerek, yerlerde sürükleyerek gözaltına alıveriyor.

İşte bu koşullarda, Şirin Payzın’ın Cumhurbaşkanı başdanışmanlarından Mehmet Uçum’a sorduğu belki de kurumlarını koruyan anaakım medyada yıllardır sorulan en güzel soruyu ve yanıtını bir daha hatırlayalım. Payzın: Siz 12 Eylül’de tutuklandığınızda tek tip dayatmasıyla karşılaşsaydınız tepkiniz ne olurdu? Cumhurbaşkanı başdanışmanı: “O zaman faşizm koşullarındaydık. Şimdi demokratik kurumlarımızı korumak için mücadele veriyoruz.” Avukat danışman 12 Eylül cuntasının gerekçesini biliyor olmalı:

“Girişilen harekâtın amacı; ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmaktır.”

Sayın Uçum’un program boyunca hukuksuzlukları meşrulaştırma adına ortaya koyduğu bütün argümanlar, 12 Eylül cuntasının 1 No'lu bildirisinin yukarıdaki cümlesinde özetlenebilir.

Ama tabii, bir fark var Uçum’a göre: “O zamanlar faşizm vardı.”


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.