YAZARLAR

Arif V 216, sadece Cem Yılmaz’ın filmi mi?

Belki, filmin yönetmeni Kıvanç Baruönü hakkında uzun uzun konuşmak, sıkıcı bir iştir. Cem Yılmaz’a methiyeler düzmek daha eğlenceli olabilir. İnsanlar, bütün işi ona mal ederken, “Cem Yılmaz da bizi görecek mi?” diye düşünüyor olabilir.

Hepimizin içinde minik minik “sanat eleştirmenleri” yatıyor. Ne zaman sanatla ilgili bir hadise olsa, yattıkları yerden kalkıyor ve konuşmaya başlıyorlar. Bazen yapıcı, bazen yıkıcı eleştirilerini arka arkaya sıraladıktan sonra, vurup kafayı yatıyorlar tekrar. Yeni bir sanatsal etkinliğe kadar...

Bu aralar gişe rekoru kırmakla meşgul olan Arif V 216 filminin vizyona girdiği an, herkesin içindeki sinema eleştirmeninin de uyanma anı oldu mesela.

İçinde Cem Yılmaz olduğu için, kahkaha tufanına kapılıp, sinema salonundan yuvarlanarak çıkmayı bekleyenler, filmi pek beğenmemiş. İki saatlik bir filmin, hayatlarındaki tüm sıkıntıları, üzüntüleri silip süpürmesi gerektiğini düşünenler de beğenmemiş. Onların dışında izleyenlerin ve eleştirenlerin çoğu, hayatından memnun.

Düşünülmüş, çalışılmış, çok araştırılmış, emek verilmiş, ince ince işlenmiş, dalga geçilmemiş, özenli, vefalı, duygulu, zeki, eğlenceli ve tatlı bir film. Sıcacık bir zaman yolculuğu yaptırarak, bizi 60’ların sonundaki İstanbul’a götürüyor. Yeşilçam’ı saygıyla selamlıyoruz, özlediğimiz herkesle hasret gideriyoruz ve eve dönüyoruz. Ara sıra gülüyoruz, ara sıra düşünüyoruz (sonra aklımıza gelenler yüzünden efkârlanıyoruz), ara sıra da derin derin tebessüm ediyoruz.

Bir filmden dünyayı kurtarmasını, tarih dersi vermesini, depresyonunuzu tedavi etmesini ya da stand-up gösterisi yapmasını beklemiyorsanız, güzel bir film yani.

“Bu sefer, çok iyi bir iş çıkarmış Cem Yılmaz.”

Filmin çeşitli sahneleri kalbime nasıl dokunduysa, işte bu cümle de öyle dokunuyor. Her okuduğumda, her duyduğumda sessizce sinir oluyor ve ufuklara dalıyorum...

Cem Yılmaz, tek başına mı çıkarmış bu iyi işi?

Aylarca süren ön hazırlıkları, planlamaları, araştırmaları, arşiv taramaları, eski fotoğraflara baka baka hazırlanan setleri, o kadar dekoru, kostümü, makyajı, çekimi, kurguyu, montajı, post prodüksiyonu, özel efektleri tek başına mı yapmış? Bütün bunları kim koordine etmiş? Kim düzenlemiş? Kim yönetmiş?

Bu filmde, Cem Yılmaz dışındaki oyuncular da parlamadı mı? Mesela, Kerem Alışık ve Mert Fırat’ın sahnesinde herkesin gözü dolmadı mı? Zeki Müren’i oynayan Çağlar Çorumlu, sahnelere bir “güneş” gibi doğmadı mı? Bu, öyle hoş bir tesadüf mü? Böyle olmasında, yönetmenin parmağı yok mudur hiç?

“Uzay sahneleri, uçak sahneleri, kavga sahneleri Hollywood filmlerini aratmıyor. Çok iyi kotarılmış.” demiş birileri. Sonra da Cem Yılmaz’ı tebrik etmiş. Başka biri, filmdeki kalabalık sahnelerin çokluğunu ve zorluğunu anlatmış uzun uzun. Sonra da Cem Yılmaz’ı tebrik etmiş.

Buralarda, yönetmeni de tebrik etmeleri gerekmez mi mesela? Tebrik edecek durumları yoksa, en azından bir el sallamalarını, ne bileyim, selam söylemelerini filan beklerdim.

Henüz böyle bir tebrik ya da takdirle karşılaşmadım.

Belki, filmin yönetmeni Kıvanç Baruönü hakkında uzun uzun konuşmak, sıkıcı bir iştir. Cem Yılmaz’a methiyeler düzmek daha eğlenceli olabilir. İnsanlar, bütün işi ona mal ederken, “Cem Yılmaz da bizi görecek mi?” diye düşünüyor olabilir.

Belki Cem Yılmaz’ın, filmin başarısı hakkında konuşurken, yönetmene, diğer oyunculara ya da ekibe teşekkür etmeyi çok da tercih etmediğini fark etmişlerdir. Başarıyı (paylaşmak yerine) tek başına sahiplenmeyi ne çok sevdiğini. “Cem Yılmaz’ın kendisi bile yapmıyor. Biz niye yapalım ki?” diyorlardır belki, bilmiyorum.

Konumuzla hiç ilgisi yok ama nedense aklıma Bertolt Brecht’in “Okumuş Bir İşçi Soruyor” şiiri geldi birden. “Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim? / Kitaplar yalnız kralların adını yazar. / Yoksa kayaları taşıyan krallar mı?” diye başlıyordu.

Belki de konumuzla (az da olsa) ilgisi vardır bu şiirin, bilmiyorum...


Reyya Advan Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 13 yıl, İstanbul’da çeşitli uluslararası reklam ajanslarında, reklam yazarlığı yaptı. Çocuk hikâyeleri ve masallar yazdı. İstanbul’un trafiğine ve nem oranına daha fazla dayanamayarak, Ankara’ya geri döndü. 2009’da, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Reklamcılık, yazarlık, sunum teknikleri gibi alanlarda dersler veriyor. Kurbağalara olan abartılı ilgisi dışında, normal bir insan.