YAZARLAR

Portre: Devlet Bahçeli ve Türk-İslam pergeli

Sabit ayağı Türkçülük, hareketli ayağı İslamcılık olan bir lider olarak, sabit ayağı İslamcılık, hareketli ayağı Türkçülük olan Erdoğan’la ittifakı, ikisinin de yetiştiği hareketlerin tarihinin olağan bir sonucu. Bahçeli, “Ne mozayiği ulan, mermer” diyen Başbuğ’un izinde gider. Ama izci değil, oymakbaşıdır. Temizlikçi, mermerci ve tekçi her hamle onun desteğini kazanabilir. Kaybedeceği zamanı kendisi seçer.

Alparslan Türkeş ölünce toplanan MHP kongresinde MHP’li, Ülkücü olmayan kamuoyunun en az tanıdığı zattı Devlet Bahçeli. Birdenbire ortaya çıkmış, partiyi ele geçirivermişti sanki; toyda kıyamet kopmuş, masalar, sandalyeler uçuşmuş, yumruklar, tekmeler konuşmuştu. Siyasette fizik şiddete yatkınlığıyla ünlenmiş bir parti, bildiği dilde toplaşmıştı işte. Kongrenin en sakiniydi. “Türkeş” soyadının siyasi terekesini alıvermiş, “Başbuğ”un halifesi oluvermişti birdenbire.

Hiçbir şey birdenbire olmamıştı elbet.

Fettahoğulları ya da Fettahlı nam bir Türk boyundan, öyküye göre. O boy da Göktürklerin kurucusu, efsanevi Aşina boyundan imiş. Köktürk, yani. Türkçü bir siyasetçi için ne eşsiz şecere! Saf ırkçı Türkçüler, Ermeniliğini ya da başka bir Hıristiyan kavimden olabileceğini açık açık (“devşirme” küfrü başlığı altında) tartışsa da kimileri Kürtlüğünden dem vursa da resmi öykü böyle. Cilalı imaj. 700 yıllık Osmanlı hanedanı soyunu boyunu Kayılara yaslamak için hayli ulemaya nice mesai yaptırsa da Köktürklere varan Turkuvaz bir cilaya ulaşamadı. Bireysel öyküdeki bu iddiacılık, siyasal Türkçülükteki ırki iddiacılığı tamamlar: Hedef olarak saf Türklük, köken olarak saf Türklükle tahkim edilir.

SİYASAL HEDEF: SAFLIK

Saflık, bir siyasal hedef. Özcü kavrayışlara musallat olan saplantı türlerinden biri. Bahçeli, saflığın yanında titizliğiyle de ünlü. Temizlik, saflık, mikropsuzluk arzusu. Damardaki asil kan korunacak elbet. Dünyayı uzun süre işgal etmiş bu Batılı fitnecilik ve eşlikçisi immünolojik tutum, Bahçeli’nin hem yetiştiği dönemin ruhunu hem kendisini yetiştiren siyasi planlamacılığın ruhunu iyi meczettiğini gösterir: Saflık, temizlik arayışı, arzusu bireysel düzlemde aşırı titizliğe, siyasal düzeyde “saf toplum” arayışına tekabül eder. Her temasın bedeni (ulusu, milleti) hasta edeceğine kati inanç. Sonuç, temassızlık. Yabancıyla her temastan tiksinti duygusu. MHP’nin hükümet ortağı olduğu dönemde 1999 depreminden sonra Ermenistan’dan gelen yardımların reddi ya da Yunanistan’dan gelen kan bağışlarının reddi bu siyasal kirlenmeme özeninin somutlaşmasıydı. Çare belli, basit: Antibiyotik. Yaşam-karşıtlığı. Zinde kuvvetler. Cumhuriyet’in “homojen toplum” ideali ve kapitalizmin frensizlik hayali sadece hayal kurarak gerçekleşir mi hiç? Piştiği fırının tek odun kaynağı iç homojenlik, saflık arayışı değildi elbette: Sovyetlere karşı Avro-Amerikan (Arif Dirlik’in ruhu şad olsun) sömürgeciliğinin stratejistleri az petrol dökmemiştir aynı fırına.

MİLLİYETÇİ CİNAYET İŞLEMEZ!

Ülkü ocaklarının kurucusu. Ülkü ocakları da toplumdaki mikropları, “kızıl mikropları” temizleyecek deterjan atölyesi. Bu hijyenik akıl, toplumsal planda katliamlarla kendisini göstermeye yönelir. Sosyalist öğrenciler telle boğulurken cinayet işlenmiyor, temizlik yapılıyordur. Ulus temizleniyordur. 12 Eylül öncesi sosyalist ve Alevi cinayet ve katliamları, “cinayet” kapsamından böylece kurtuluyordu. Süleyman Demirel, Türkeş’i sırtında parlamentoya taşırken bu küresel onaylı devletlû emre itaat ediyordu; milliyetçiler cinayet işlemiyor, temizlik yapıyordu ona göre. Asil kan korunacaksa, kirli kan akacaktır, çaresiz.

Bahçeli’nin nutkunda gönüllü bir taşralılık mühür gibi durur. Aksanı, yeknesak konuşması, en sıradan bir meseleyi konuşurken bile parlayıveren öfkesini cisimleştiren jestleri, kısıtlı mimikleri hep bu tercihin sonucudur. Yoksa ne köylüdür, ne de hatta kasabalı. Bir durağı Emirgan’daki bir koleje kadar uzanmıştır eğitim serüveninin; Boğaz’a karşı viski içenlere çemkirmesi, Boğaz’a karşı tedrisattan geçtiği zamanlara gider. Alt sınıflara ideolojik toptan satış işi, alt sınıflardan gelenlere yaptırılmaz öyle kolay kolay.

KENDİ KENDİSİNİN PARODİSİ

Bir de matematiği var. Retoriğine göre daha dinamik, çünkü daha kuralsız. Anti matematik. Sayılarla konuşan, konuşmayı seven Demirel, Özal ya da Erdoğan gibi politikacıların parodisini yapıyor gibidir ama kendi kendisinin parodisidir aslında. Ülkücülük, sadece kendisine dost bir duygusal organizma olarak kısıtlılığın ideolojisidir; haliyle matematiği de kendisiyle kısıtlıdır. Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar Müslüman. Gerisi teferruat.

Türk milliyetçiliğini, Türkeş’in “Türk-İslam ülküsü” nutuklarıyla, komando kamplarında dokuz ışıkla bezenmiş ülkücülük olarak bir mesleğe çevirmiş kişidir Bahçeli. Türkeş’in hiç başaramadığını başarmış, partisini parlamentoya tek başına taşımış, hükümet ortağı yapmıştır. Matematiği geometriyi de ihmal etmez: Ona göre Türk milliyetçiliği, “… bir pergel gibi başkent Ankara’yı merkez alan ve 360 derecelik açıyla dünyayı görüş alanına sokan bir vizyon genişliğine” sahip olmalıdır.

Sabit ayağı Tanrı dağı yani Türkçülük, hareketli ayağı Hira dağı, yani İslamcılık olan bir hareket bu. Erdoğan’ın sabit ayağının İslamcılık olduğunu fakat hareketli ayağının Türkçülük, Ülkücülük olduğunu iyi bilir. İki sabit ayak Ankara’da buluşmuşsa, dokunma keyfine. Geçmişe, tarihe vurguları da sık sık aynı kesişmeleri sergiler; Diriliş Ertuğrul ve Payitaht Abdülmahit, ikisi için de çekiliyordur. Ekrandaki başrolde Bahçeli görünmüyorsa, kamera arkasına bakmak gerekir. Erdoğan’a destek, payanda, kurtarıcı, yardımcı filan olduğu fikrini yaratan da bu iki pergelin sık sık kesişen daireler çizmesindendir. Devletin geometrisini iyi bilir, pergellerini, kırmızı çizgiler çizen cetvellerini, gönyelerini iyi tanır. İmalatçılarındandır.

KIRILAN HAYALLER

Ülkücü hareketi terbiye ettiğini, düzelttiğini, sokaktan çektiğini, çek-senet mafyacılığını teşkilattan temizlediğini, sokak kavgalarından uzak tuttuğunu övgüyle anlatanlar, Bahçeli’yi Türkeş’in ölümünden sonra ortaya çıkmış bir sürpriz zannedenlerdir. Hareketi sokaktan çekmişse, sokağa salanlardan da olduğu içindir. Türkeş maketinin içindeki oyun kurucularından. Akademide uzatmalı asistanlığını sürdürürken arabasında çıkan iki silahın kendisine sorulmaması, devletin de zinde kuvvetlere ne kadar muhtaç olduğunu gösteren bir tarihsel kayıttır.

Devlet Bahçeli’nin hareketli ayağının 7 Haziran seçimlerinden sonra çizmeye başladığı Erdoğan’ı destekleme dairelerinin kimilerinde yol açtığı “hayal kırıklığı”, hayal kırıklığına uğrayanların hayalciliğini gösterir. Bahçeli, “Ne mozayiği ulan, mermer” diyen Başbuğ’un izinde gider; bu aynı zamanda kendi izidir. Erdoğan’ın mozayik nutkunu kenara koyup mermerciliğe yöneldiğinde yanında Bahçeli’yi bulmasından daha doğal bir şey yok.

Hayal kırıklığı yaşayanlar, MHP ile AK Parti arasındaki taban bağını görmezden gelmez sadece, mermercilik konusunda hem ikisinin, hem de kendilerinin içinde kaldıkları daireyi de bilmez. Üstelik bağ sadece taban bağı da değildir, tavandaki kirişler de hayli bağlıdır birbirine: “Türk-İslam sentezi”nin can suyu, “yeşil kuşak” projesinin barajından gelir, komünizmi boğmak üzere kurulan barajda dinci ve milliyetçi çok pirana yetiştirilmiştir. Sovyetler çöküp NATO’nun işsiz kaldığı dönemde kısmi sapmalar yaşanmışsa da taban ve tavandaki kesişme, yolların yeniden kesişmesini hep kolaylaştırır.

BAHÇELİ KENDİSİNİ Mİ BİTİRİYOR?

Erdoğan, çözüm masasına her oturur gibi yaptığı zaman Kürt parlamenterlere kin dolu eleştiriler yönelten Devlet Bahçeli, Erdoğan yılların Kürt siyasetçisi Ahmet Türk’e yüzünü çevirdiği dönemde el sıkışmasıyla demokratlığı bile kazanıvermiştir. Üç günlük demokratlık, büyük Türk davası için kayda değer bir taviz sayılmaz; beş günlük “barış” girişiminin büyük din/millet davasında sayılmayacağı gibi. El sıkma-yüzüne bakmama tahterevallisiyle yürüyen Kürt politikasında tahterevallinin orta direği bellidir: Kürt yoktur, varsa da yok olmalıdır. Belki yarın belki yarından da yakın. Öbür gün de olur, Bahçeli, sabırlıdır. Türkeş maketinin arkasında yıllarca sessiz sedasız beklerken kanıtladığı gibi.

Tek devlet, tek vatan, tek bayrak, tek millet, tek dil ekolünün yılmaz neferi olarak, Güçlükonak’tan Roboski’ye, Lice olaylarından Zergele’ye ve bodrumlara kadar devletin tüm faaliyetlerini ikirciksiz savunur. Erdoğan’ı kendi lehine bile olsa Deniz Gezmiş mitinden koruması da aynı temizlikçi, mermerci ve tekçi bakışın zorunlu refleksidir. Kozmopolit laubaliliklerden hoşlanmaz.

Şimdi daire bir daha tamamlanıyor: 2. Dünya Savaşı sonrası başlatılıp Kore ile hızlanan, 1960 ve 70’lerde sokaklarda, siyasette şekilden şekle sokulan Türkçü ve dinci tarihsel blok, kendini besleyen eli ısırır gibi yaparak anti-emperyalist pozlar verirken, eski hayali, iç temizlik hayalini beraber görüyor. Liberal demokrasinin küresel krizinde, neoliberal uygulamaların sadık takipçisi Erdoğan’ı yeni Başbuğ olarak yükseltirken, sel geçince kalacak kumun kim olduğundan kimse Bahçeli kadar emin olamaz. Kaybetmeyi bilmeyen Erdoğan’a hediye ettiği zaferlerin Erdoğan’ın tek başına taşıyamayacağı kadar büyük olduğunu hesaplayamayacak kadar geri değildir Bahçeli matematiği. Barajın altını da üstünü de tatmış, hırsları yenilmeyi bilen politikacı deneyimiyle törpülenmiştir. Yüzde 55 oyu bulunan sol-sağ milliyetçi (DSP-ANAP-MHP) koalisyonu bir geceden toptan barajın altına indirecek hamleyi yapan odur; ne zaman kazanacağına değilse bile ne zaman kaybedeceğine kendisi karar verebilir.

Bitirirken, Bahçeli lehine bir çıkma mümkün: O, Kürt konusunda da Ermeni konusunda da en samimi siyasetçidir. El sıkarken de sıkmazken de sözü özü değişmez, Sarp sınır kapısını açabilecekmiş gibi de yapmaz, barış getirmek için bir şeyi ayağının altına alıyormuş gibi de yapmaz. “Kültür milliyetçiliği” gibi kılıflarla etnosantrik bakışını perdelemeye uğraşmaz. Türkiye’de politika konuşulurken atfı (nedense) çok sevilen “samimiyet” testinden geçecek belki de tek siyasetçidir. Türk, katıksız, katışıksız var ve hâkim olmalıdır. Bitti.

NOT: Bu portre, Fil Dergisi’nin Eylül 2015 nüshasında yer almıştı. Biraz düzenleyerek yeniden sunuyorum. Eski versiyon için: http://utay-alidurantopuz.blogspot.com.tr/2015/09/basbugun-halifesi-bahceli.html