YAZARLAR

Kültür çıkmazı

Yeri gelir, döneklik etmeden geri geri kendi güzergâhına çıkmayı, bir de -artık kime göre ise- ters yönden akan trafiğe kendi yaşam yakıtıyla başkaldırmayı gerektirir, bir kültür çıkmazı. Tıpkı, gidişleriyle şu 'İstanbul Okulu'nun artık yıllıklarda yaşayacak iki güzide hocası, Münir Özkul ve Aydın Boysan gibi.

İstanbul Gümüşsuyu'ndaki İnönü Caddesi'nin eski Asker Hastanesi sırasında, yıkılmayı bekleyen Hayati Tabanlıoğlu imzalı eski Atatürk Kültür Merkezi (AKM) kalıntısının arka girişinin kullanıldığı yol üzerinde, Avrupa Kültür Başkenti (AKB) İstanbul 2010 'şenlikleri' sırasında tazelenmiş, Bülent Erkmen imzalı sokak levha tasarımıyla, 'Kültür Çıkmazı' yazılıdır.

Kültür, halen Avrupa Birliği olamamış Türkiye'de çıkmaza girmişse eğer, bu durum, gerek maddi, gerek sembolik sermayenin, ifade özgürlüğü ile yaratıcılığı koyu siyaset ve ister sağ, ister sol hizipçiliğin birer kuklası haline getirmeye kurban etmesine, pekâlâ dayandırılabilir.

Herkes, ülke içi veya dışından olsun, öyle ya, kültürü 'iş'ine geldiği gibi sömürebilir. Öyle ki, insan içine 'çıkmaz' olur. Tuvalet kâğıdı gibidir hatta. Kullanana dek, tertemiz, hiç bitmeyen, kocaman ve yumuşacık.

Sembolik değeri bile o kadar ucuzlar ki, artık kamu nezdinde 'bedava', ama kapital için 'paha biçilmez' bir sadakadır bir yanıyla da. Herkes, bittiğinde ondan şikâyet eder; ama mevcutken onu yine alabildiğince sömürür.

Bunun en büyük nimetini ise, sözde bağımsız kültür işçileri, profesyonelleri görür. Dışarıda bağımsız gibi algılanmalarına ve hatta kendilerini böyle sunmalarına karşın, kendi içlerinde biriktirdikleri inanılmaz ağır rekabet ve dedikodu havuzunda, 'halkla çelişkiler' biriminin de baskısıyla sağ kalmaya çalışır, kimi kültür emekçileri. Öyle ki, sektördeki bu mayınlı diyaloglara casus romanlarında bile rastlamanız mümkün değildir.

Sansürün oto - sansür ile gönül ilişkisi yaşadığı, üniversitelerin, cunta kafasıyla halen birer 'Evren-yerleşkesi'ne dönüştürülmeye devam ettiği, basının üç maymun editörlüğünde gündeme tüm yalakalığıyla yayıldığı bir 'kurak iklim'de, akademisyenlerin, devlet memuru aldırışsızlığına boyun eğdiği, kısır bir çıkmazdır bu.

Devletin, üzerindeki sorumluluğu bulaştırdığı için vicdanı ve kasasını akladığı kurumlar da, kültür çıkmazında birbirleriyle kalite ve öncülükte değil, artık kariyerizm ve mağduriyet sömürüsünün uç noktalarında rekabet halindedir. Etkinlikler sayısal olarak çoğaldıkça, içeriksel yönden zayıflatılır. Öyle ya, kamu hizmetidir yapılan; her an her şey tüketilirken, bir de üzerine para mı verilecektir? Artık kimin nereye transfer olduğu, neyin başına geçtiği, neyin sonuna geldiğidir, olsa olsa, anca kıymete binen.

.

Kültür çıkmazına kimler girer? İlk akla gelenler? Enayiler mi onlar?

Hayır. En iyiler. Onlara ehliyetlerini zaman verir.

Yaya olsun, taşıt olsun, bu trafiğe 'kafası güzel' girenler, bu kirli trafiği bile isteye takmayanlardır bu insanlar. Arkalarından sadakatle gittiğinizden, bir nevî kazasız toslama halidir, bu kültür çıkmazında size yaşattıkları. Manevra koşullarını yoklatır, dikiz aynasına yumultur insanı. Yeri gelir, döneklik etmeden geri geri kendi güzergâhınıza çıkmayı, bir de - artık kime göre ise - ters yönden akan trafiğe kendi yaşam yakıtınızla başkaldırmayı tembihler, kültür çıkmazları.

Tıpkı, gidişleriyle, herkesi arkalarına alışlarıyla şu 'İstanbul Okulu'nun artık yıllıklarda yaşayacak iki güzide hocası gibi.

Yazar ve Mimar Aydın Boysan'ın, genç - yaşlı her gırtlağa yüzlerce anı ve nasihatle ermiş kahkahasıyla bastığı o acı tatlı rakı grisi yudum - şaplağı...

Ve tabii, Mahmut Hoca, Davut Usta, Kavuklu Münir Özkul'un, hemen her kadrajdan vicdanlara damlattığı, acılı tebessümden menkul, o şefkat - infazı bakışları gibi.

İkisi de aynı gün gittiyse, vardır elbet bu çıkmazda yönünü kaybetmiş biz insanlar uğruna efkârla hasbıhal edecek, ortak bir çıkış yolları.