YAZARLAR

Kaç para üleyn bu fotokopi!

Çocukların yanında asla argo konuşulmayacak… Bunu küfür edilmeyecek diye yazmışım. Kahvaltı çok önemli… Bunu da kantindeki tosta heves edilmeyecek diye paranteze almışım. En geç dokuzda yatakta olacaklar… Burada yüzümde hınzır bir tebessüm belirmiş olmalı ki öğretmen gözlerini kaçırdı benden. Çiftlerin baş başa kalması demekti vaktinde yatan çocuk. Bu maddenin altını çizdim, yanına yıldız koydum.

Yarın toplantı vardı. Yeni okulluların yani birlerin velileri olarak bizi toplayacaklardı. Okul açılalı neredeyse bir ay olmuş, en iyi çanta, en iyi suluk dâhil alışveriş telaşımız çoktan bitmişti. Çocuğu zamanında okuldan alma görevlerimi sektirmeden yapıyor, kapıda anasını babasını bekleyen yavrucakları gördükçe; "arkadaş ne analar babalar var!" anlamında "cık cık cık" efektleri verebiliyordum.

Bizim evde reislik değil de eş başkanlık olduğu için hangimiz müsaitse o gidecekti. İhale bana kaldı. Veli olarak ilk toplantım olacaktı ve gayet rahattım. Daha önce böylesi toplantılara çok katılmışım gibi bir his vardı içimde. Aşağı yukarı neyle karşılaşacağımı biliyordum sanki.

Velilik tarihim beni haklı çıkardı. Meğer bir biçimde hazırlanmıştım bu günlere. Çocukluktan beri sektirmediğim cumaların bu bakımdan faydasını göreceğim aklıma gelmemişti. Veli toplantısıyla cuma namazı, tüm farklılıklarına rağmen içerikteki nasihatler ve çıkıştaki para toplama bakımından benziyorlardı. Birinde "muhterem cemaat"tik, diğerinde "değerli veliler"… Birinde inşaatı devam etmekte olan Kuran kursu, diğerinde okulun hiç bitmeyen fiziki imkânları… Laik olmakta zorlanıyor insan!

Bir gün önce çocuklara dağıtılan küçük fişte yazılan saatten, saat 10.00’dan çok önce okul bahçesindeydim. Öğretmen hanım buralardaysa eğer, müdürün odasındadır diye düşünüyordum. Bahçede oyalandım. Sınıf annesi bile ortalarda yoktu. Sınıf annesi, aidat toplayan seçilmiş kişi. Çok anaç olması gerekmiyor. Vakti olsun ve velilere pres yapabilsin yeter. Haliyle biraz dişli olması umulur.

Geçen günlerin birinde kızımı okuldan alırken selamlaşmıştık. Göz göze geldiğimizde; müdürde ve sınıf öğretmeninde de aynısını görebildiğim, "sizi biliyorum, bizi üzmüyorsunuz, aidatlarını vaktinde ödeyen değerli bir velimizsiniz" bakışıydı bu. Kızım da görmüş ve sınıf annesine dair kafasına aynı fikirler yerleşmiş olmalı ki:

"Baba bak sınıf annesi! Bir yetelem var, vereyim mi?" demişti. O ara YTL olmuştu bizim lira. "Hayır kızım, biz verdik zaten, sen bunları düşünme. Hele anlat bakalım naptınız bugün?" diyerek onun okuması gerektiğini, büyüyüp memlekete faydalı olması gerektiğini hatırlatıp aklını dağıtmıştım.

Soruyu havada kapmış ve Berke’nin yine kustuğunu, Rüzgar’ın örtmeni üzdüğünü, örtmenin üçüncü derste ağladığını, çünkü kimsenin teneffüste çişini yapmayıp derste izin istediğini, örtmenin üzülmesine çok üzüldüğünü bir bir anlatmıştı. "Çişlerini teneffüste yapsınlar tabii canım!" diyerek örtmene birlikte üzülmüştük.

Az sonra sınıf annesi ve birbirleriyle ne ara kaynaştıklarını bilemediğim diğer veliler de geldi. Yalnızlık duygusundan mıdır nedir, gerilmeye başladım. Öğretmen, bir takım eksikliklerimi yüzüme vurabilir miydi acaba? "İçimizden bazı veliler, onlar kendilerini biliyor, isim verip rencide etmek istemiyorum" dediğinde, diğer veliler hep beraber bana bakar mıydı? Oysaki sorumlu ve duyarlı baba olarak işi gücü bi kenara koymuş, vaktinden evvel salonda yerimi almıştım.

Çok amaçlı salon diyorlardı buraya. Devlet okullarında oluyor bu çok amaçlı salon. "Demek türlü eğitsel ve sanatsal faaliyetler yapılıyor yavrularımız için burada, güzeel! Allah devlete zeval vermesin!" dedim ve kızımın geleceği için umutlandım. O zamanlar Selena diye bir dizi vardı. Çocukların başı dara düşünce; "Selena, Selena, Selena!" diyorlar ve sihirli Selena peyda oluyordu. Sihir tabii ki saçmaydı ama özel okula gidiyordu oradakiler. Bizimki de öyle bir yere gideceğini sanıyordu.

"Kızım, sen zaten özelsin, senin gittiğin her yer özeldir" diyerek meseleyi hallettik. Saf bunlar!

Arka sıranın en dibindeki yerin benim yerim olmadığını ve eğer orada oturursam ilgisiz baba imajı çizip öğretmenin gözünden düşmemek için kalktım, ortalara doğru oturdum. Üç babaydık toplamda. Bir de dede vardı. Diğerleri anne. Dedenin emekli albay olduğunu herkes biliyordu nedense. Sınıf annesiyle yıldızı barışmadığı belliydi. Yönetsel yeteneklerini apartman yöneticiliğinde kullanmayı tercih etmiş olmalı ki, birkaç toplantıya kadar buzları erittiler. Öğretmen konuşmaya başlamıştı ve velilerden çıt çıkmıyordu. İmza kâğıdı dolaşıyordu aramızda.

Veliler anlatılanları not alıyordu. Panikledim. Ne kâğıdım ne de kalemim vardı. Önümdeki annelerden fazla kalem ve kâğıt istedim. Birkaç koldan kalem kâğıt uzattılar. Toplantıya gelen az sayıdaki duyarlı babalardık ve soyları tükenmesin diye seferber olunan pandalar kadar değerliydik. Teşekkür ederek önümdekini seçtim. Tam o esnada okul yıllarıma gittim. Bozo Neco’nun defterlerine nasıl kıydığını, yırtıp yırtıp verirken sarı yüzünün, içinden geçen küfürler eşliğinde nasıl kızardığını hatırladım. Toplantıdan iyice kopmuştum. Dedim ben bu önümdekilerin saçlarını birbirine bağlayayım! Emekli albayın öksürmesiyle sınıfa döndüm, notlara yoğunlaştım.

Çocukların yanında asla argo konuşulmayacak… Bunu küfür edilmeyecek diye yazmışım. Kahvaltı çok önemli… Bunu da kantindeki tosta heves edilmeyecek diye paranteze almışım. En geç dokuzda yatakta olacaklar… Burada yüzümde hınzır bir tebessüm belirmiş olmalı ki öğretmen gözlerini kaçırdı benden. Çiftlerin baş başa kalması demekti vaktinde yatan çocuk. Bu maddenin altını çizdim, yanına yıldız koydum.

Önceki hayatlarında psikolog olan bazı anneler kendilerini fazla tutamadılar, başladılar pedagoji kasmaya. "Doğan Cüceloğlu diyo ki…" şeklinde başlayan sözde katkılarla ortam televizyondaki sabah kuşağına döndü. Her seferinde "Rüzgâr’ın annesi kesin budur" dedim. Öğretmenin sol gözü seğirmeye başladı. Bir diğeri ödevlerin çokluğundan şikâyet etti. Emekli Albay: "İdmanda ter dökmeyen, savaşta kan döker" dedi ve içimizdeki cenk ruhunu fiştekledi. Daha yazacaktım ama kâğıt bitti. Albay’ın sözünü en üste yazdım.

Sınıf annesiyle öğretmen karşılıklı bakıştı ve fotokopi paraları başlıklı gündem maddesine geçildi.

Hazırlıklı gittiğim için veli olarak kendimle gurur duydum.

"Kaç para üleyn bu fotokopi!" diye nara atacaktım ki albaydan tırsıp efendi oldum.


Özkan Özgür Kimdir?

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünden mezun. 'Soğanın Cücüğü' adlı stand up gösterisi yapıyor. İletişim ve bireysel gelişim alanlarında danışmanlık yapıyor, eğitimler veriyor.