YAZARLAR

Çıplak bir kadın

Yanımızda dört çocuklu bir İtalyan aile vardı. Çocuklar kendi aralarında güreşiyorlardı. Bir ara bırakıp kadına baktılar. Sonra pek kötü etkilenmediler sanırım. Yani gidip birisi onun yanına soyunmaya kalkmadı mesela. Eğer giyinik olmamak kötü bir şeyse tabii ki. Sonra çocuklar oynamaya, kadın dans gibi jimnastik hareketleri yapmaya devam etti.

Bir çıplak kadın çıktı denizden. Önce kıyıda şöyle bir kendisini dalgalara bıraktı. Su üstünü bir açıp, bir örttü. Sonra ayağa kalkıp koşarak biraz ileri gitti. İnsan elbiselerini bıraktığı yeri bulamaz bazen çıktığında. Öyle olduğunu düşündük. Kıyıda termosla kahve içiyorduk. Ortada her zamanki gibi plastik bardakta mojito satan Latin Amerikalılar, Tarot falı bakan Taylandlı kadın ve parçalanmış Hindistan cevizi satan Pakistanlı Yusuf dolaşıyordu. Doğrusu herkesin ilgisini çekti çünkü kış diye denize giren başka kimse yoktu ama neredeyse herkes baktıklarını başkası görmesin olarak bakıyordu. Afaki bir deyimle, ayı gibi bakan yoktu pek ortada.

Barselona’da çıplak denize girmek şaşırtıcı değildi zaten. Kumsalın bir kısmı, o meşhur, postmodern binaya yakın olan kısmı çıplaklar plajıydı. O tarafta genellikle herkes çıplak giriyordu. Yazın tabii, kışın denize giren pek yok. Çıplaklar plajı filan deyince, etrafı çitlerle ve tente bezleriyle kapalı ve itinayla gözetleme delikleri açılmış değildi. Öyle plajın bir kısmı işte. Caddeden 30-40 metre kadar uzakta, yanından koşu ve bisiklet yolu geçen bir yerdi. Garip, nedense kimse tahrik olmuyordu herhalde. Sadece buralılar değil, ki zaten pek buralı yok, gelen turistler de dahil. Şehir suyuna ilişkin bir şeydi belki.

Kışın denize giren çıplak kadın kumsala geri döndü. Yine çıplaktı. Yanılmıştık, giyinmeye gitmemişti. Ayakta jimnastik hareketleri yapmaya başladı. Kollarını yavaşça havada çeviriyor ve derin nefes alıyordu. Belki de dans ediyor, diye konuştuk aramızda. Yanımızda dört çocuklu bir İtalyan aile vardı. Çocuklar kendi aralarında güreşiyorlardı. Bir ara bırakıp kadına baktılar. Sonra pek kötü etkilenmediler sanırım. Yani gidip birisi onun yanına soyunmaya kalkmadı mesela. Eğer giyinik olmamak kötü bir şeyse tabii ki. Sonra çocuklar oynamaya, kadın dans gibi jimnastik hareketleri yapmaya devam etti.

Önümüzde iki Portekizli kadın vardı, belki Brezilyalı. Biraz önce birbirlerinin fotoğraflarını çekiyorlardı. Sonra çıplak kadını çektiler ama oldukça uzaktan, öyle rahatsız ederek de değil. Güldüler. Aa ne güzel, dedi biri. İstersen sen de soyun, dedi diğerine. Güldüler. Kendi fotoğraflarını çekmeye devam ettiler. Demek ki Portekizli, belki Brezilyalılar da pek tahrik olmuyordu, en azından kadınları. Bu arada güzel bir kadındı çıplak kadın…

-Çıplaklığın ahlak dışı olup olmadığını düşünmek bile tipik bir Foucault biyo-iktidar tarifi. Bedeniniz üzerinden iktidarın kendisini yeniden inşa etmesi. Her gün ve her yerde, iktidar zerreciklerinin ahmakıslatan gibi yavaş ve kahredici, bulaşıcı ve yapışkan bir karamsarlık olarak bizi boğmasının nedeni bu. Sadece üretim araçlarına, fabrikalara, bankalara ve ne biliyim çok övündükleri otoban gişelerine sahip olmakla yetinmeyip, soluk alışlarımızı bile kontrol etmek istemek, terbiyeli ve nazik bir kapitalizmi özletiyor insana.-

Orada yol biraz üstte kalıyordu dört-beş metre. Yürüyüşe çıkanlar vardı çok ve birçok ülkeden. Onların daha çok ilgisini çekiyordu çıplak kadın. Bazıları fotoğraf çekiyorlardı. Bir çift, uzun objektifli kameralarını merdiven demirine dayayıp, muhtemelen zum sarsılmasın diye öyle fotoğraf çektiler. Sonra herkes yoluna gidiyordu. Bir iki gülüyorlardı galiba. Hiç kimse o yüksekten, Malkoçoğlu tadında atlayıp yanına gitmedi. Kadın kumsalda hafifçe zıplayarak dans etmeye devam ediyordu, galiba dans.

Bize doğru gelirse belki bir röportaj yaparım diye düşündüm. "Neden çıplak?" filan gibi dehşetli sorularım vardı. Soruyu bitirince bir an eliniz havada öyle donmuş duruyorsunuz. Etkileyici. "Siz niye giyiniksiniz" diye cevap verebilirdi belki. Umarım aklına gelmez bu cevap. Ağır tahrik meselesini sorabilirdim ve siz kaç çocuğu ahlaki açıdan kötü etkiliyorsunuz biliyor musunuz, diye parmak sallayabilirdim. Güzel bir röportaj olurdu düşünsenize, kumsalda yan yana oturmuş termostaki son kahveyi içerken.

Seyyar satıcılar da hiç aldırmıyorlardı. Sadece Latin Amerikalı plastik bardakta mojito ve fiber buzdolabında bira satanlar değil ya da geleceğe bakmakla yükümlü Tarot falcı Taylandlı kadın da değil, bizim kırık Hindistan cevizi satan Pakistanlı Yusuf da oralı değildi. "Nasılsın Yusuf" dediğimde, "Bien elhamdurullah" diyordu. Her gün bana namaz kılıp kılmadığımı soruyordu.

Bir şey var burada. Barselona’da erotizm ölmüş. Buradan bir Hadise çıkmayacak sanırım…


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...