YAZARLAR

Evciler ve yolcular, yılbaşı ekranı, simli pantolon

Yılbaşı ekranı da bu yılbaşını saran sasılık, eğlencesizlik, renksizlikle doluydu özetle. Hayatlarımızın cılız eğlence kadrosundan bir şeyler daha eksilmiş gibiydi. Magazin ve eğlence düzeyimiz daha önce şahane olduğundan değil. Ama bu ruhsuzluk başka türlü ürkütüyor insanı. Türkiye yavaş yavaş “…” olmaz canım, bizde başka bir damar var” denen o damar her neyse işte, onu yitiriyor.

Yeni yılın ilk gününde, Ankara’dan bildiriyorum. Tunalı Hilmi’nin insana eşit oranlarda “evde olma” ve “bambaşka bir yerde olma” hissi veren kafelerinden birindeyim. Bir kafenin verip verebileceği en güzel his de bu bence, daha ne olsun.

Son birkaç yıldır İstanbul’da yaşasam da, en uzun süre yaşadığım şehir, Ankara. Alışkanlıklarımın, pek çok dostumun, şahsi tarihimin bazı dönüm noktalarının yuvası.

Ruhen pek evcil biri değilim, olamadım hiçbir zaman. Yine de “ev hissi” bizim pusulamızdır, yolculuk hep eve doğru. Bunu bilir ve yolda olmayı severim.

Pek de adil biçimde kurulmayan Ankara- İstanbul ikiliklerine bayılmasam da benim için Ankara “ev”dir, benliğimin anahtarını tanıdık bir paspasın altında bulabileceğim yer. İstanbul’sa “yol”. Neyle karşılaşacağını bilemediğin, her şeyin en uçlarda sınandığı, kirli, güzel ve ilham veren yer.

İnsanlar her konuda en az üçe ayrılıyor bana göre. Bu üçlüklerden birinde de işte “evciler, yolcular, ev-yolcular” var. Evciler dünyayı babalarının bahçesi sanmak yerine kendi küçük bahçelerinde bir dünya kurmayı tercih ederler. Yolcular büyümeyi reddedenlerdir, “kasa”nın her zaman kazanacağı gerçeğini görmezden gelerek hayatla kumar olmayı severler. Ev-yolcularsa iç bahçelerini öldürmeden başka bahçeler kurmayı sever, hayat boyu kumarbazla-kanaatkâr, yetişkin ve çocuk arasındaki o ince çizgiye oynarlar.

Böyle yazınca müthiş maceralı ya da mükemmel huzurlu bir hayat varmış, Mata Hari ya da Pamuk Prenses olmak mümkün ve bizim seçimimizmiş gibi oluyor, değil. Hele hele tatlı ve adaletsiz, ömür törpüsü ülkemizde hiç değil. Benim inancım, herhangi bir varoluş biçimini ne idealize edip ne de yok sayarak, mizaç, kapasite, arzu ve koşulların bir bileşimi olduğumuzu unutmadan, elimizden geleni yapmak yönünde.

Lou- Andreas Salome’nin müthiş sözündeki gibi, “neysem oyum, başka türlü olamam, Tanrı yardımcım olsun.” Kendimizde küçücük bir şeyi değiştirmek bile ancak uzun süren istikrarlı bir çabayla mümkün oluyor. Hâl böyleyken sadece dıştan görünen yüzlerine hâkim olduğumuz başka hayat ve insanlar hakkında pek de yargılayıcı olmamak lazım. Hiçbir yol en doğrusu değil ama iyi ki yollar var.

İç Anadolu’da bir belgesel çekiminde bir amcanın söylediği şu sözü hiç unutmadım. “Herkes ‘benim, benim’ diye gezer bu dünyada!”

Bir de küçükken anneannemin komşusu olan, yüzünün bir yarısındaki yara izini saçıyla kapatan Pembe Teyze’nin sözünü: “İnsan kendini beğenmezse, çatlar, çatlar!” Herkes minicik ya da kocaman hayatında, sahip oldukları ve olamadıklarıyla, kendini özel biri olarak duyumsamak istiyor. Bu gerçeği unutursan işte, Türkiyeli bazı starların durumuna düşmen an meselesi (üstelik star ‘bile’ olmadan!)

En azından kalıbı, görünümüyle rahatlıkla Türkiye’nin Don Draper’ı olabilecekken son dönemde ısrarla saçmalayarak “bi’starla nasıl konuşacağını öğreneceksin!” noktasına gelen Erkan Petekkaya geldi gözümün önüne birden. Ne olursak olalım, kendi hayatımızın kaprisli starı olmayalım derim.

Erkan Petekkaya

Buradan yılbaşı ekranına bağlanayım. İstanbul’dan, ani bir kararla dost çağrısına uyarak Ankara’ya geldim dün, yılbaşını geçirmek için. Çok da iyi ettim. Geçen yılki Reina katliamının üstüne yılbaşına dair karalama ve sınırlamaların etkisiyle herkes kabuğuna çekildi bu yıl. Koyu lacivert bir perde çekilmişçesine giderek kararan hayatlarımızdan minik bir nefes alma, ferahlama, renk, ışık olanağının daha kaldırılması için her şey yapılıyor sanki.

Çok “evecen” biri olmasam da sevecenim, ev partilerini severim. Düştüm yola. Sime, pula, boncuğa itinalı yaklaşan biri olarak bu sene bana bir hâl geldi üstelik. Senenin modasına mı uydum nedir bilmiyorum, sim beni çağırmaya başladı! Üstümde simli pantolonum, kırmızı saçlarım, laik pembe bavulumla tipik bir yılbaşı insanı gibi görünüyor olmalıydım.

Havaalanında ısrarlı bir neşeyle “iyi yıllar!”dediğim görevlilerden aldığım “iyi gınnar” tarzında homurdanık yanıtlar beni bir şaşırttı. Durumun yapaylığı karşısında görevliyi omzundan sarsıp “hey dostum, ne oluyoruz yahu, yeni bir yıl geliyor işte, bir cümlelik kutlamanın nesinden korkuyorsun?” türü Hollywood replikleri üretmemek için kendimi zor tuttum. Yeni yılı kutlamanın bir gösterge sayılır hâle geldiği bu zorlama kamplaşma midemi kaldırdı.

Havaalanı servisinden sonra bindiğim taksiciyse simli pantolonumun verdiği assolistsel çağrışımları sonuna kadar değerlendirerek inerken gözlerini baygınlaştırıp “Sağ olun CANIM, size de iyi yıllar,” dedi. O ayarsızlığı “iyi gınnar” sevimsizliğine yeğlerim valla. Komikti en azından.

Yirmi yıllık dostlarım, Seçkin, Gamze, İsmail ve Hakan’la, giden gelen başka birkaç arkadaşla, pofuduk kış terliği gibi huzurlu bir ortamda girdim yeni yıla. Önce Gamze’nin evine gittim, manevi yeğenim Robin’le tavla ve saklambaç oynadık. Tavlayı benden iyi bilmesiyle hava atmayacak kadar yüce gönüllü, nefis bir minik neyse ki.

Gecenin ev sahibi Seçkin ve annesi Sevinç Teyze harika yemekler yapmıştı. Diğer manevi yeğenim Ali Deniz, yakışıklı Bruce Willis gülümsemeleriyle komik ev danslarımıza eşlik etti. Bir ara ‘ortamlara akmaya’ niyetlendiysek de ortamlığı kalmamış ortamlar üstünde helikopterlerin dolandığı haberleriyle geri gömüldük koltuklara.

Arada gözümüz televizyona da takıldı ister istemez. Yılbaşı ekranının hâli neydi öyle? Bazı kanallarda film, dizi vardı ki yılbaşında daha saçma olunamaz. “O Ses Türkiye”de Erkan Petekkaya şarkı söyledi. Özel programların çoğunda da sağda solda duyup bir yüzle eşleştiremediğimiz bir örnek şarkıları söyleyen, bazısının ünü yıldan kısa ömürlü şarkıcılar vardı.

Neşe üretimine en uygun programlar “Unutulmaz Düetler” türünden kolajlardı. Kaçınılmaz bir 90’lar popu güzellemesi yaparken son zamanlarda artan “çalıntı şarkı” gizemini de çözmeye yaklaştık. Şarkılar birbirine o kadar benziyor, popüler müzikler bir süredir o kadar tatsız ve ruhsuz ki aynı yerlerde gezinmenin tesadüfi sonuçları olabilir kısmen bu intihaller.

Yılbaşı ekranı da bu yılbaşını saran sasılık, eğlencesizlik, renksizlikle doluydu özetle. Hayatlarımızın cılız eğlence kadrosundan bir şeyler daha eksilmiş gibiydi. Magazin ve eğlence düzeyimiz daha önce şahane olduğundan değil. Ama bu ruhsuzluk başka türlü ürkütüyor insanı. Türkiye yavaş yavaş “…” olmaz canım, bizde başka bir damar var” denen o damar her neyse işte, onu yitiriyor. Ülkecek libidomuz düşüyor ki bununla kastettiğim şey öncelikle yatak odası performansı değil. Kanımızdan ateş azar azar çekiliyor. Buradaki tehlike de işte, bildik magazini, ucuz eğlenceyi bile özlenir kılıyor.

Yine de evler, yollar ve dostlar var. Pek çok ilişkinin iki “karşılıksız fav”lık canının olduğu, ufak bir çıkar çekişmesi ya da anlaşmazlığın yeryüzünden silme hıncıyla bütün sosyal medyada bloklamayla sonuçlanabildiği, arkadaşlıkların hızla başlayıp bitebildiği günümüzde eski dostlukları hiç ihmal etmemek lazım. Yeni insanlar tanımaya, yeni ilişkiler kurmaya, hem evde hem yolda olmaya da ihtiyaç var ama her zaman. Gününüzden, yılınızdan eski de, yeni de, yaşam sevinci de eksik olmasın.


Zehra Çelenk Kimdir?

Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.