YAZARLAR

Kimse umuttan söz etmiyor!

Ne 2017’ydi ama! Reina’da katliam haberiyle başladığımız yıl cinayetler, ölümler, savaşlar ve her nevi politik ve hatta doğal felaketle devam etti; son gününe kadar da böyle gitti. 31 Aralık’ta mesela tiyatrocular bir cenazede buluştu, iyi bir sanatçıyı, Ayşe Selen’i uğurladı bu dünyadan.

Yeni yılın gelişini eskisinin kötülüklerinden arınalım, neşe umutla yeni bir başlangıç yapmayı deneyelim diye kutluyoruz. Sadece bir takvim hesabından ibaret olan yeni bir yılın başlamasına bu kadar anlam yüklemenin temel nedeni bu. Sevinçleri yanımıza alıp dertleri geride bırakmaya çalışmak, bir gecede her şeyin yeniden başlayacağı inancıyla hayattan vaz geçmemek… O nedenle yeni yılın Noel Baba kadar popüler bir diğer simgesi de ‘umut’ sözcüğüdür. Ama sanki bugün itibariyle umuttan söz edenlerin sayısı epey azalmış gibi. Dün gece 2018’in gelişini kutlayanlar arasında yeni bir başlangıca inananlar eskisi kadar çok muydu? Hiç emin değilim. Eğlencelerde hep bir burukluk, o da değilse bile alttan alta yürüyen bir tür ‘kıyamet’ aldırmazlığı vardı sanki. 2017’nin yorgunluğunu atamıyoruz çünkü 2018’e inanmıyoruz. Çünkü yeni senenin bir öncekinden farklı geçeceğine dair bir emare yok ortada.

Gazetemiz Duvar, güzel bir seriye başladı. Ayşegül Doğan ile ‘On Soruda’ 2017 değerlendirmesi. Cumartesi-Pazar günü yayımlanan ilk üç video röportajında Ahmet Mümtaz Taylan da Eren Keskin de Feryal Öney de bir türlü iyimser olmayı başaramıyordu. Nasıl olsunlar, Ahmet Mümtaz Taylan OHAL ve KHK ortamında 365 günün her birinin nasıl da kötü geçtiğini anlatırken Eren Keskin 30 yıldır içinde olduğu haklar için mücadele sürecinde böyle kötü bir yıl yaşamadığını söylüyor. Feryal Öney’e göre 2017’deki tek iyi şey yapabildikleri yeni albüm…

Dünyanın da ağzının tadı kaçtı bir kere. Suriye’de IŞİD yenildi ama o kadar militana ne oldu, bilen yok. Bir kez daha yılbaşı kutlamalarını kana bulamasınlar diye bir zamanlar insanların ölçüsüz bir neşe ile akıp gittiği koca caddeler, meydanlar kapatılıyor, kontrol altına alınıyor; binlerce polis sokaklara dökülürken felaket ihtimaliyle dünya eğlencesini kaybediyor.

Belki de hiç olmadığı kadar çok okunuyor distopyalar. Margaret Atwood, George Orwell okurların baş tacı vaziyette. Evet her zaman iyi yazarlardı, ama son yıllarda onlara artan ilgi kurdukları karanlık düşlerin gerçekleşmeye başlamasıyla alakalı… İnsanlar distopyaları okuyorlar çünkü daha kötü bir dünyanın mümkün olduğunu biliyorlar. Bu yıl 50. Yılı kutlanacak 1968’in gençliği ne kadar da iyimserdi, dünyayı güzelleştirebileceklerine ne kadar da çok inanıyorlardı; oysa şimdi onlar da dahil hiçbir hümanist, demokrat grup geleceğe öylesi bir iyimserlikle bakamıyordur.

Mesela Yunanistan’ın yaşayan en ünlü sanatçısı, yetmiş senelik komünist Mikis Theodarakis. ‘Kötümserim’ diyor. “Çünkü görüyorum ki kibirli insanların tutumları, sağduyulu davranışın kırmızı çizgisini aşmıştır. Yakın gelecekte insanlığın cezalandırılmasından başka bir şey görmüyorum. Çünkü insanlık yaşamın temel kurallarına saygısını yitirmiştir.” (vitrin.de)

Üstelik Theodarakis bunu pek çok Türkiyeli’nin yerleşme hayali kurduğu, adalarında ve kentlerinde huzuru aradığı bir ülkeden, Yunanistan’dan söylüyor.

İnsanlar Türkiye’den kaçmaya çalışıyor. Yurt dışında bir iş, olmadı beş yıllık bir oturma izni pek çok kişinin hedefi oldu. Büyüme oranı yüksek, bölgesinde lider, devasa yatırımların yapıldığı bir ülkeden gitmek istemelerinin nedeni ne? Sedat Ergin yılın son yazısında “Türkiye’den beyin göçü” konusunu ele almış… Kendine de hayret ediyor, “eskiden bu tür yazılar yeni yıla dair sahici bir iyimserlik yansıtırdı” diyor ve bu ülkeden gidenleri anlatıyor. Yazıdan, son kalan Yahudi vatandaşlarımızın da hızla ülkeyi terk ettiklerini öğreniyoruz. Onlardan biri, durumu şöyle özetlemiş ki herkesin ortak ruh halini yansıtıyor gibi: “Gidiyor olmak kalbimi kıran bir şey ama burada artık nefes alamıyorum... Düşüncelerim istenmiyor, hayatımı yaşamak istediğim tarz istenmiyor... Müslüman, Sünni ve hükümet yanlısı olmanız gerekiyor...”

Türkiye’nin sadece Yahudileri mi kaçmaya çalışıyor? Ne solcular, ne aktivistler terk etti ülkeyi son yıllarda… Çünkü yapabilecekleri bir şey kalmadığını düşünüyorlar. İşin aslı bu, Türkiye’nin demokratları umudunu kaybediyor.

Selçuk Şirin de yılın son yazısında bu umutsuzluğun sadece ‘yorgun demokratlar’ için geçerli olmadığını gençlerin de ‘mutsuzluk’ içinde olduğunu yazmış. Her zaman olduğu gibi çarpıcı rakamlar eşliğinde. Diyor ki “PISA kapsamında (…) 72 ülkeden toplanan verilere göre bizim gençler, dünyadaki akranları arasında en mutsuz olan gençler! Neredeyse her üç gençten biri (% 29) hayatından hiç memnun değil ki bu oran OECD ortalamasının neredeyse üç katı.”

Tamam, kötü zamanlar yaşıyoruz ve dünya daha iyi bir yer olmaya doğru gitmiyor, bu belli. Ama Türkiye, tam da jeologların tabiriyle ‘gerilimi artan bir fay hattı’ gibi. Geride kalan neredeyse on yıl hep bu gerilimin arttığı gelişmelerle dolu. İnsanları yoran, toplumsal bir depresyonun eşiğine gelmemize neden olan şey bu. Çetin Altan gibi ‘enseyi karartmayın’ demek ya da bir yeni yıl klişesi olarak dahi ‘umut ve mutluluktan’ söz etmek, kötü bir espriye dönüştü. O nedenle şimdilerde kimse umuttan söz etmiyor.

Yine de biraz tarih bilgisiyle bile insanlığın bir yerlerden kendi kaderini döndürecek kabiliyete sahip olduğunu biliyoruz. Sorun o kaderin dönüş noktasına daha ne kadar uzakta olduğumuz hakkında bir fikrimizin olmaması. Belki de her şey sadece bu kadardır ve 2018’de insanlığın, Türkiye’nin talihi dönmeye başlar. Bu da bir ihtimal. Neyse ki inancını kaybetmeyen, çalışıp çabalayan milyonlarca insan var. Onların yüzü suyu hürmetine diyelim ki, en kötü yılımız 2017 olsun.