YAZARLAR

Kedi insanı

Evet, ben bir kedi insanıyım. Bağımsızlığına düşkün, tutmaya, zaptetmeye, hele ki bir şeye zorlamaya gelmeyen; doğru bildiğinden şaşmayan, boyun eğmekten hoşlanmayan kedilerin insanı. Eğer kedi sevmeyenlerden ya da kedi sevmeyi hafife alanlardansanız, bu yazı size göre değil.

Bir kediyi hayatınıza aldıysanız, ya da bazen tam tersine o sizi hayatına aldıysa, alışageldiğinizden çok farklı kuralları olan bir dünyaya ilk adımınızı attınız demektir. Kedi sevgisi küçümsenmeye gelmez. İnsana karşılıksız sevmeyi öğretir. Formül basittir aslında: Siz kediyi seviyorsunuz diye, kedi de sizi sevecek değildir. Bazen içiniz kaynayıp o tüylü, yumuşacık canlıyı kucaklamak için karşı konulamaz bir istek duyarken sadece bacaklarınıza sürtünüp yanınızdan geçip gidişini seyretmeniz gerekir. Bazense, sırf o sizi sevmek istiyor diye, işi gücü bırakıp abartılı sevgi gösterilerine razı gelmeniz.

Yeni yılın bu ilk gününde, hayatıma giren kedilerden ve bana öğrettiklerinden söz etmek istiyorum. Evet, ben bir kedi insanıyım. Bağımsızlığına düşkün, tutmaya, zaptetmeye, hele ki bir şeye zorlamaya gelmeyen; doğru bildiğinden şaşmayan, boyun eğmekten hoşlanmayan kedilerin insanı. Eğer kedi sevmeyenlerden ya da kedi sevmeyi hafife alanlardansanız, bu yazı size göre değil.

TANIŞMA

Aynı apartmanda oturuyorduk. Daha doğrusu o apartmanın koridorlarında, merdivenlerinde, arka bahçedeki kömürlükte ve bazen de bodrumunda yaşıyordu. Hayatıma giren hatırlayabildiğim ilk kedi: Yumak. Uzun, kahverengi, sarı ve beyaz renkte tüyleri ve kocaman yeşil gözleriyle bu ilk tanıştığım kedi, sabırlı, sevecen ve anaçtı. Sevenleri olduğu gibi dövenleri de vardı apartmanda. Yine de uzun yaşadı. Yılda birkaç kez yavrular, yavruları birazcık ele gelmeye başlayınca alıp yanımıza getirirdi. O yavrulardan birisi, bembeyaz, mavi gözlü bir oğlan, evde beslediğimiz ilk kedi oldu: Pami.

İLK AYRILIK

Dokuz yaşlarındaydım sanırım. Annem benim ve kardeşimin evde kedi bakabilecek yaşa geldiğimizi düşünmüştü. Babamın karşı çıkışlarına rağmen, Pami hem evimizin, hem de hayatımızın başköşesine yerleşti. Sadece bizim değil, kedileri sevmediğini sandığımız babamın da… Pami, oyuncu ve akıllıydı. Kedilerin ya kendilerini insan sandıklarını, ya da birlikte yaşadıkları insanları kedi sandıklarını söylerler. Sanırım Pami bizi kedi sananlardan değil de, kendisini insan sananlardandı. Kumunu değil, ev halkıyla paylaştığı alaturka tuvaleti kullanırdı. Bizim oyuncaklarımız, onun da oyuncaklarıydı. Bir de araba sürmeyi severdi. Hep beraber bir arabaya binilecekse, Pami direksiyon başına geçerdi. Günün birinde üçüncü kattaki dairemizin balkonundan aşağı indi. Nasıl olduğunu hiç anlayamadık; mahallenin çocukları kucaklarında gri bir kediyle gelip de bu sizin kedi mi diye sorduklarında, önce “hayır, bizim kedi beyaz” yanıtını verdim. Neden sonra, kucaklarındaki kedinin hayli kirlenmiş Pami olduğunu anladım. Özgürlüğüne ve geldiği sokaklara düşkün bir kediydi sanırım. Annem apartman dairesinde fazla yaşayamayacağını düşünmüş olmalı ki, bir gün biz okuldayken Pami’yi şehir dışında bahçeli bir evi olan mahallenin kasabına verdi. Çok ağladık. Ne yazık ki annem kedimizi geri almak için ertesi gün gittiğinde kedinin çoktan kasabın uzaktaki evine gittiğini öğrendi. Bir daha Pami’yi göremedik.

PAMUK

Yeni bir kedi ile yaşamak için bahçeli bir eve taşınmayı beklememiz gerekti. Birkaç yıl sonra, küçücük bahçesi olan bir kooperatif evine taşındığımızda kedimize kavuştuk. Pamuk. Beyaz ve tekir renkli bir Ankara kedisi daha. Özgürlüğüne düşkündü. Bildiğini okurdu. İnatçıydı. Yani tipik bir kediydi. Ne var ki ne Yumak’a ne de Pami’ye benzemiyordu huyu. Hırçın, ısrarcı ve sert mizaçlı bir kediydi. Canı isterse, o da bazen bacaklarımıza sürünüp yanımızdan geçebilirdi; bazen başını okşattığı da oluyordu, ancak hepsi bu. Biraz ısrarcı olursanız patiyi yerdiniz. Pamuk’un çok yavrusu oldu. Bazıları yaşamadı; bazıları ise büyüyüp de yeni bir ev bulana kadar bizlerle kaldı. Çok iyi bir anneydi. Yavruları için yapmayacağı fedakârlık yok gibiydi. Yavrusunu miyavlattık diye az dayak yemedik Pamuk’tan. Çok uzun yaşadı. Kanserden öldüğünde yirmi yaşına yaklaşıyordu.

KAYIP

Pamuk daha hayattayken yine beyaz tüylü, gözlerinin biri mavi, biri yeşil bir Van kedisi girdi evimize. Vanti. “Benim kedim” diyebildiğim ilk kedi. Muzip, oyuncu ve komikti. Yazın tatilde plaj çantasının içinde bizimle denize gidip gelirdi. Sahile vuran dalgalarla oynamayı severdi. Ne yazık ki uzun yaşamadı. Ağır bir böbrek hastalığına yakalandı. Tam artık iyileşti diye düşünürken, apansız ortadan kayboldu. Günlerce aradım. Sonunda halime acımış olacak ki bir komşu artık aramamamı, kedimin başıboş köpekler tarafından parçalandığını gözleriyle gördüğünü, ancak engel olamadığını söyledi.

Yitirilene benzeyen yeni bir kedinin eskisinin yerini alamadığını, yokluğundan duyulan acının yenisine duyulan sevgiyle birlikte yaşamaya devam ettiğini öğrenmem için evimize yeni bir Vanti’nin gelmesi gerekti. Yeni Vanti muhtemelen kendini prenses sananlardandı. Kaprisliydi, çok güzeldi; dünya onun etrafında dönermiş gibi bir hali vardı. Kedilerin de bir magazin âlemi varsa, o âlemin kraliçelerinden birisi olsa gerekti. Sözde benim kedim olması gerekiyordu. Evlilik hazırlıkları içindeydim. Benimle yaşayacaktı. Ne var ki beni hiç sevmedi. Ne o benim kedim oldu, ne de ben onun insanı. Sanırım bir tek kardeşimi sevdi. Onunla yattı. Onun etrafında olmak istedi. Tercih onundu. Ben evden ayrıldım, o evde kaldı. Kardeşim evlenip başka bir şehre taşındıktan sonra çok uzun yaşamadı.

HESAPSIZ KİTAPSIZ BİR SEVGİ

Kendi evimdeki ilk kedim, esmer bir Siyam’dı: Sinti. Eve ve bana alışması için günlerce kucağımda taşımıştım. Nihayet alıştığında, adeta çocuğum gibi olmuştu. Derin mavi gözlerinde, hesapsız kitapsız, karşılık beklemeyen bir sevgi vardı. Uysal ve tatlıydı. Sakindi. Olağanüstü bir empati gücü vardı. Üzgün ya da gergin olduğumda adeta beni teselli etmek için yüzünü yüzüme yaklaştırır, gözlerimin içine bakardı. Tüm gün kucağımda oturabilirdi. Dışarıdan eve her geldiğimde onu kapının önünde beni beklerken bulurdum. Bir süre sonra Sinti yalnız kalmasın diye evden dışarı daha az çıkmaya başladığımı fark ettim. Sessizce yaşantımı ele geçirmişti. Sonunda, Sinti’ye bir kedi almakta buldum çareyi: Suzi. Sarışın bir Siyam. Sinti gibi sakin değil, haylaz, sıkıntıya gelmez, ele avuca sığmaz bir kız. Zamanla anne kız gibi oldular. Öyle ki aklı bir karış havada olan Suzi yavruladığında yavrularının birini ölü doğurdu; diğerinin ise üzerine yatarak ölmesine sebep oldu. Geriye kalan tek yavruya, Suzi’den çok sevecen Sinti annelik etti.

Sinti 16, Suzi ise 18 yaşına kadar yaşadı. Kızım doğduğunda Sinti onu da olgunlukla kabul etti. Düzeni değişmişti; artık benim yanımda, benim odamda yatamıyordu. Yeni duruma razı geldi. Suzi’nin yavrusuna olduğu gibi, benim yavruma da sevgi gösterdi. Suzi ise kızımın doğumundan sonra tümüyle kendi dünyasına çekildi. Günlerini Sinti’yle geçiriyor, benim yanıma ancak bebek uyuduktan sonra geliyordu. Ne yazık ki kedilerin ömrü bizlerinkinden çok kısa… Bir kedinin ölmeden önce vedalaştığını Sinti’de gördüm. Kanepede uzanırken üzerime çıktı, gözlerimin içine baktı, kafasını yüzüme sürttü. Çok hasta olduğunu biliyordum. Herhalde benimle vedalaşıyor, diye düşündüm. Başını okşadım, öptüm. Birkaç gün sonra bilincini yitirdi. Öyle ya da böyle, hayatıma giren ve daha sonra kaybettiğim bütün kediler için kederlendim. Ne var ki Sinti’nin acısı hiçbir zaman dinmedi.

Son anına kadar başında bekleyen Suzi, Sinti’den sonra beş yıl daha yaşadı. Yas tutuyor gibiydi. Neredeyse yanımıza hiç çıkmıyordu. Yasına saygı gösterdik. O ölmeden, eve yeni bir kedi almadık.

İFLAH OLMAZ BİR KEDİCİ

Şimdilerde yine iki kedi var evimizde. Birkaç aylık kedisizlikten ve üniversiteden atıldıktan sonra, teselli armağanım yeni Suzi geldi eve. Sürekli ilgi isteyen, kucaktan inmeyen bir bebekti. Şimdilerde beş kiloluk kocaman bir kız. İki ay önce ise, annesi ve kardeşini köpeklerin parçaladığı, sokakta tek başına yaşamaya çalışan smokin kedi, Ponçik oğlanı sahiplendik; ya da o bizi sahiplendi. İki çocuklu, iki kedili bu evde, “anne” rolü üzerime öyle yapışmış ki, korkarım kediler de anneleri olduğumu sanıyorlar. Suzi kendisini insan, Ponçik ise bizi kedi olarak görüyor sanırım. Her ikisi de kabulüm.

Kediler bize çok şey öğretiyor. Yeter ki, insan merkezli bakıştan çıkıp dünyanın başka perspektiften, başka gözlerle de görülebileceğini; o gözlerin de en az bizimkiler kadar değerli ve biricik olduğunu kabullenmeye hazır olalım. İnsanlara duyduğumuz sevgi ile hayvanlara duyduğumuz sevgiyi yarıştırmayalım. Bir insanı sevebileceğimiz gibi, bir kediyi de sevebileceğimizi; hatta insanları severken de kedileri sevmeye devam edebileceğimizi kabullenelim; onların bizi değiştirmesine izin verelim. Yaşam döngüleri, öncelikleri, tercihleri bizlerden farklı olan bu canlıları, oldukları gibi görmeyi; bize hizmet etmek ya da bizi mutlu etmek için değil, kendileri için var olduklarını ve bu varlıklarıyla da bizleri yine çok mutlu edebileceklerini kabullenelim.

Hep söylerim: Kedi iyidir; iki kedi bir kediden daha iyidir. İki kedili hayat, güzeldir.

Bu yüzden, bu soğuk kış gününde sokakta gördüğünüz annesiz yavruları evinize alın; evdeki bir ya da iki kediyle dünyanız güzelleşecek; kediler size mutluluk getirecekler. Benden söylemesi. Eğer bunu yapamıyorsanız da kapınızın önüne bir tas ılık su, biraz yiyecek bırakmayı ihmal etmeyin.

Güzel bir yıl diliyorum.


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.