YAZARLAR

Sorunlar torunlara havale

Kamu ihale kanunundan, taşeron sistemine ve KİT personelinin durumuna ilişkin OHAL kapsamı dışında kalan pek çok düzenlemenin yasama erkinden kaçırılarak gerçekleştirildiği KHK hükümlerinin her biri çok sorunlu. Başbakanın çok sevip sık tekrar ettiği bir ifadeyle söylersek bunlar “sorunları torunlara havale” eder.

Geçmiş hatalar dizgesi tekmili birden son iki KHK bünyesinde toplanarak yeniden sahneye kondu. Özellike 20’li 30’lu yıllarda icra edilip daha sonra darbeler sürecinde tekrarlana gelen hukuksuzluklar, herhalde “devlette devamlılık ilkesi” gereğince, AKP iktidarının da temel faaliyeti oldu. 695 ve 696 sayılı KHK hükümleri hakkında dile getirilen yaygın eleştirilerden birisi ‘OHAL ilanına gerekçe gösterilen darbe teşebbüsü ve buna bağlı FETÖ terörüyle mücadele dışında rutin işleyişe ilişkin düzenleme yapılmış’ olması. Çok yerinde bir eleştiri ancak OHAL kapsamına girmeyecek konulardan birine ilişkin ilk düzenlemeye ne muhalefet ne basın ne de barolar itiraz sesi yükseltmişti.

Kadın hareketi dışında kimsenin itiraz etmediği ilk kapsam dışı uygulama, yaklaşık bir buçuk yıl önce, ilk Duvar yazımda ele aldığım ‘kimyasal hadım’ meselesiydi. Yarım yamalak da olsa yapılan kanuni düzenlemenin üstünden iki yıl geçtikten sonra, olağanüstü hal şartlarında yeterince tartışılamadan çıkarılmıştı yönetmelik. Kanunda açık somut ifadeler olmadığı için, yarım yamalak tanımını hak eden ilgili maddede yer alan muğlak ifadeleri kastrasyon olarak algılayan Adalet Bakanlığı, Ağustos 2016’da çıkardığı yönetmelikle uygulamayı başlatmıştı.

İktidara teslim olmuş koalisyon ortağı görünümündeki MHP için söyleyecek sözüm yok ama CHP ve HDP, hazır hâlâ fırsat ellerindeyken şu soru önergesi mekanizmasını bu konuda kullansınlar isterim. Yazılı veya sözlü soru önergesi vererek adalet bakanına ‘anılan yönetmelik uyarınca kaç suçlunun kimyasal hadım gerekçesiyle infazına son verildiğini’ sorsalar. Cinsel istismar suçundan hüküm giymiş olduğu halde sırf bu yönetmelik hükümleri doğrultusunda salıverilenlerin kimliklerini de soru olarak önergede bakana yöneltseler keşke. Hiç değilse bu sayede, o meşum günlerin gündemine sokuşturuverilen yönetmelik sayesinde, kaç cinsel saldırı suçlusunun ve kimlerin serbest kaldığını öğrensek. Şimdi konunun bu noktasında kimse kişilik haklarından söz etmesin. Kimlik bilgilerinin gizli kalmasını kimse insan haklarıyla bağdaştırmaya filan kalkışmasın. Kimliklerini gizleme çabası suçun niteliğini algılayamamak ve hatta suçluyu korumak anlamına gelir. Zira cinsel şiddetle mücadelenin olmazsa olmaz koşulu suçluyu teşhir etmektir.

Cinsel şiddet, din, eğitim, ekonomik gelişmişlik ve refah düzeyi, coğrafi-kültürel farklılıklar gibi her türlü ayrımın ötesinde kalarak hemen hemen her ülkede birbirine yakın oranlarla işlenen suç türlerinin başında gelmekte. Ülkeler arasında tek fark etkin mücadele alanında görülüyor. Bazı ülkeler cinsel şiddete karşı etkili tedbirler alıp kararlılıkla uygularken toplumsal desteğe de sahipler. Toplumu cinsel şiddete karşı korumak için halk desteği almanın yollarını kullanıyorlar. Kimi Afrika ülkeleriyle Hindistan, Pakistan, Afganistan ve Ortadoğu'da, toplumsal zihniyet cinsel saldırıları suç olarak görmekten uzak olduğu için, cezasızlık sonucu bu suç daha yaygın olarak algılanıyor. Oysa Amerika ve Kuzey Avrupa ülkelerinde bile cinsel şiddet oranları çok yüksek. Biz ise toplumsal zihniyeti dönüştürme ve bu suçla mücadeleye toplumu bilinçli olarak katmak için yeterince kanuni düzenlemeye sahibiz ama siyasi irade ve parlamento kanunların uygulanmasında üzerine düşeni layıkıyla yerine getirmediğinden araftayız. Ne tümüyle Doğu ne tümüyle Batı, hemen her konuda olduğu gibi ikisinin arasında bir yerlerde, bir o yana bir bu yana salınmadayız.

Amerika’nın bazı eyaletlerinde ve bazı Avrupa ülkelerinde cinsel saldırı suçundan hüküm giymiş olanlar teşhir edilir. İsimleri, resimleri tüm kimlik detaylarıyla oluşturulan listeler halinde teşhir edilirler. Şimdi muhalefetten beklentim soru önergelerinde kimlik bilgilerini ısrarla istemeleri yönünde. Sadece suçlu sayısıyla yetinmeyip isim de aldıkları takdirde biz de böyle bir teşhir listesi oluşturmak için gerekli ilk adımı atmış sayılırız. Ne işe yarar bu liste derseniz bir iki örnek, açıklamak için yeterli olur. Mesela Emani dramını hatırlayalım. Suriyeli göçmen ve hamile kadını cinsel şiddet sonrası küçük çocuğuyla birlikte öldüren iki kişiden birinin komşu ve geçmişte cinsel saldırı suçundan yargılanmış biri olduğu anlaşılmıştı hatırlarsınız. Karısı bu kişinin geçmişte suçlanması hakkında bilgisizdi. Pir ü pak masum bir insan gibi toplum içinde dolaşıp evlenebilmiş. Oysa böyle bir listemiz olsa kadınlar evlenecekleri erkeği teşhir listesinde sorgular ve bilmeden bir tecavüzcüyle evlenmez. Aileler apartmanlarına, mahallelerine, sitelerine yeni taşınan kişiyi bu listede sorgular, kendilerinin ve çocuklarının güvenliğini sağlamak yönünden bilinçli hareket edebilirler. Okul servis şoförleri işe alınırken sorgulanır bu listede. Çocuk parkı bekçileri, temizlik görevlileri gibi kadınların, çocukların bulundukları alanlara serbestçe girebilme imkanı sunan işlerde çalışanlar, bilinçsizce görevlendirilmez. Öğretmenler özellikle öğretmenler ve okul yöneticileri, cinsel saldırı suçunu tekrar ve kolayca işleyebildikleri bu meslekte barınamazlar böyle bir listemiz olsa. İşte bu nedenlerle CHP ve HDP vekillerinin adalet bakanından özellikle, ısrarla isim almaları çok gerekli.

Son iki KHK hakkında pek çok haklı eleştiri her kanaldan yöneltildi. Tekrara pek gerek yok ama yargılanamazlık imtiyazı getiren madde hakkında eleştirilere adalet bakanı ve hükümet sözcüsü tarafından, salı günü akşam saatlerinde tekrar yapılan açıklamalarla “ucu açık ifade yok” cevabı verilmesi bir kere de bu yazıya o kısmı almayı gerektiriyor. 696 sayılı KHK madde 121 ile önceki hükme eklenen ikinci fıkrada yer almış “15/7/2016 tarihinde gerçekleşmiş darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması…” ifadesi muğlak ve ucu açık, kanun yazımı açısından son derece hatalı bir cümle. Değiştirilmeli. Derhal değiştirilmeli. Zaten çıkarılan birçok kararname kendisinden önceki kimi kararnamelerde yer alan hükümleri değiştiren veya eklemeler yapan özelliklere sahip. Size değiştirmenin zorluğu yok. Eğer gerçekten paramiliter anti terör timleri, mahalle milisleri oluşup, toplumsal çatışmalara yol açması değilse istediğiniz, değiştirin.

Kamu ihale kanunundan, taşeron sistemine ve KİT personelinin durumuna ilişkin OHAL kapsamı dışında kalan pek çok düzenlemenin yasama erkinden kaçırılarak gerçekleştirildiği KHK hükümlerinin her biri çok sorunlu. Başbakanın çok sevip sık tekrar ettiği bir ifadeyle söylersek bunlar “sorunları torunlara havale” eder. Mesela Silahlı Kuvvetler Kanunu meşhur 35'inci maddesiyle ilgili düzenleme böyle. Pek dile gelmedi basında ve tabiî ki darbe teşebbüsüyle ilgili bir değişiklik. Ancak Milli Savunma Bakanlığı'nca yönetmelikle düzenlenebilecek konulara yer verilmiş üstelik mantık ve hukuk dışı hükümler getirilmiş.

696 sayılı KHK'da madde 115, darbeler tarihimizin şöhretli madde 35’ini, silahlı kuvvetler disiplin yönetmeliğine çevirirken hukuk sınıfına mensup disiplin subayı konusunda ısrarcı olmamış. Disiplin kurulunda bir disiplin subayı bulunmasını öngörüyor. Ancak hukuk sınıfına mensup subaylardan atama yapılamadığı takdirde farklı sınıflardan da bir disiplin subayı görevlendirilebileceğini söylüyor. Üstelik kıtada en az bir yıl kıdemli olacak bu subayın, taksirli suçlar hariç, diğer suçlardan hüküm giymemiş olmasını yeterli görüyor. Askerler bir daha darbe teşebbüsüne kalkışmasınlar düşüncesiyle çok önemli bir madde, yönetmelik benzeri detaylarla doldurulurken böyle fahiş hatalar yapılması nasıl bir ciddiyetin sonucudur, merak konusu.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.