YAZARLAR

Irak Kürtleri ayaklandı

Şimdi saadet zincirinin sonuna gelindi. Irak Kürdistanı nüfusu da yüzde yetmişin üzerinde 25 yaş altında. Önlerinde bir gelecek vizyonu yok. Iraklı değiller ama Irak Kürdistanı da (idareten) kalmadı. Dahası “Arap Baharı” denilen devrimsel sürecin de sonuna değil ortasına dahi henüz gelmedik. Dağıtacak mali kaynak daraldı, yetersiz. Irak’ta mayıs ayında yapılacak seçimlere IKB tek listeyle girebilecek mi, belirsiz.

Erbil’de 2010-13 yılları arasında, ondan önce 2003-06 yılları Bağdat’ta görev yaptım. Dürüstçe söylemem gerekir ki, o gün bugün Irak Kürdistan Bölgesi (hükümetleri) ortak bir yönetim daha doğrusu ortak yönetim değil de gerçek bir yönetim kurmakta bir arpa boyu yol alamadı. Oysa 2005’te kabul edilen federal Irak anayasası modern bir metindir çoğulculuk ve ademimerkeziyetçilik yönleriyle – laiklik kısmını karıştırmayın, o da Atatürk farkı kalsın.

Ama mevzumuz bu değil. Yönetim inşa etmenin abecesi belli. Irak Kürtlerinin özellikle bize serin duran Süleymaniye cenahıyla Şii-Sünni Irak Araplarından kültürel anlamda çok daha laik oldukları da su götürmez. Ancak işin özü, gerek KDP gerek KYB siyasi yahut tarihsel anlamda bugün dahi “Stalinist” partiler. Yani her ikisinin de kendi milis, asayiş ve istihbarat güçleri var. Ayrıca partileri besleyen şirketleri de.

KYB, KDP’nin içinden çıktı, yahut Celal Talabani, Molla Mustafa Barzani’nin yanından ayrıldı. Onun da kişisel geçimsizlik değil siyasi gerekçeleri vardı. Her iki parça da silahlı direnişin içindeydi, silahlı direnişin gerektirdiği gibi değişken ittifaklar kurdular, destekler aradılar. Daha yakın zamanda KYB’den ayrılan Goran’ın lideri Nuşirvan Mustafa da esasen KYB’nin taşıyıcı sütünlarındandı, onun ayrılmasıyla KYB’den bir parça kopmadı, KYB ikiye ayrıldı. Nuşirvan Mustafa da gerillaydı ama Goran’ın milis gücü olmadı. KYB’nin güçlü liderlerinden Kosrat Resul da Celal Talabani’den zaman içinde koptu. Derken Kerkük Valisi Necmettin Kerim dahi KYB resminin içinde gözükmekle değişken geometriye dahil oldu.

KDP tarafı bir aşiret reisliğinden ibaret değildi. 19'uncu yy. ortalarından Mevlana Halit’ten hilafet alan Abdüsselam Barzani’nin Nakşibendi tekkesi yöre halkında baskın ve görece barışçıl Kadiriliğe karşı ağırlık oluşturdu. “Kafkas Kartalı” Çerkes Şeyh Şamil gibi. Coğrafya kader, topografya da bir etmen. Dağların arasında korunaklı Barzan havzası yedi aşiretin mini federasyonuna yurt, Barzanilerin öğretisi yol gösterici oldu. Şeyh Ahmet ve Şeyh II'nci Abdüsselam’ın kendine özgülükleri üzerinde bizde pek durulmaz. Tarih de kuşkusuz rol oynadı: Britanya emperyalizmi, I'inci Dünya Savaşı, Irak’ın ve SSCB’nin kuruluşu, ardından Suriye’de Hafız Esat’ın başa geçişi, Irak’ta önce General Kasım sonra Saddam Hüseyin darbeleri, İran İslam Cumhuriyeti’yle Şah’ın devrilişi, İran-Irak Savaşı, derken 1991 Körfez Savaşı sonunda 2003 ABD askeri müdahalesi.

Filmi hızlıca ileri saralım, 2003 sonrasında Talabani’nin Irak Cumhurbaşkanı olması ve Irak anayasası Cumhurbaşkanı'na karar alma sürecinde hukuken rol tanımasa da, bu koltuğu siyaseten tarihi kişiliğiyle doldurması, Mesut Barzani’nin de Irak Kürdistan Bölgesi Başkanı olması KDP-KYB arasında bir denge yarattı. Bu kırılgan istikrar Mam Celal’in hastalığı ve ölümüyle bozuldu. KYB içinde saydığım ayrılıklara ve üç lidere ilaveten Mam Celal’in eşi Hero İbrahim Ahmet, büyük oğul Bafil, küçük oğul Kubat, politbüronun dinozorları çeşitli ağırlık merkezleri oluşturdu.

KDP’de de aile terbiyesi ve sıkı disiplin olmakla beraber binanın cephesinden içeri bakınca durum yekpare değil. Neçirvan Barzani, peşmerge, işadamı, diplomat, devlet adamı gibi çeşitli kimlikler barındıran, karizması da yadsınamayacak (“karizma” sözcüğünün karşılığını sorduğumda “heybet” yanıtı almıştım, bence açıklayıcı) bir siyasi kişilik. Ancak hatırlayalım, Molla Mustafa’nın ilk eşinden olan üç oğlu da öldürüldü. İkinci eşinden olan İdris (Neçirvan’ın babası) de genç yaşta beklenmedik biçimde öldü. Sıra Molla Mustafa’nın istihbarat şefi Kak Mesut’a böyle geldi. Şimdi oğul Mesrur ile yeğen Neçirvan arasında adı konmamış bir rekabet var. Her ikisine bağlı/bağımlı ayrı silahlı güçler de.

KDP ve KYB tarafları arasında zaten dikiş tutmadı. Köysancak civarından geçen gayrıresmi iç sınır baki kaldı. Zihinlerdeki Soran-Behdinan ayrımı da süregeldi. Talabaniler için Süleymaniye’nin sırtındaki Azmar dağının ardında İran sınırındaki Kandil’e de komşu Kalaçolan, Barzaniler için Hakkari’ye ve PKK denetimindeki Hakurk’a komşu Barzan çanağı, merkez üs olmayı sürdürdü. KDP, Habur ve Hac Omran sınır kapılarından gelir elde etti, Kerkük’ün kuzey kubbesi Khurmala’dan da. KYB, Pervezhan ve Başmak kapılarıyla, Tak Tak petrol sahasından.

IŞİD’in yenilgiye uğratılmasıyla, birleşik bir peşmerge gücü kurmak, Bağdat’ın zayıflığından yararlanmak, doğal sınırlarına ulaşan Irak Kürdistanı’nı (Kerkük petrol sahasının tamamının da üzerine oturarak) sürdürülebilir bir iktisadi yapıya kavuşturmak, Ankara ve Tahran’dan da rıza devşirmek olanakları belirdi. Mam Celal ve Nuşirvan Mustafa’nın vefatları, Kosrat Resul’ün bozulan sağlık durumu da resme eklenince Kak Mesut topu alıp, çizgiye koşmayı denedi.

Ancak ABD’nin gözü bu defa topta değildi. İran, Irak ve Suriye harekatlarından aşırı özgüvene kavuşmuştu. Ankara ise başkanlık seçimi sath-ı mailine girmişti. Yalnızca Rosneft’in son dakikada attığı imzalar bağımsızlık ilanının başarısına yetmedi. Süleymaniye için belki Erbil’den kurtulmak, Bağdat’tan kurtulmaktan daha öncelikliydi. Tutmadı, olmadı, IKB değil 2003, adeta 1991’e geri gitti.

Bir iki anekdot da nakledeyim sabrınıza sığınarak. Halepçe’de katıldığım bir törende (ismini anmayayım) bir HDP’li milletvekilinin yanına oturmuştum tesadüfen. Malum durumlardan ötürü biraz birbirimizden ikircikli bir halde töreni izlerken, bitmek tükenmek bilmeyen şiirlerden, nutuklardan yılıp yanımdaki sert görünüşlü hanımefendiye “bana kızacaksınız ama hakikaten zor tahammül ediyorum şu konuşmalara görevim gereği” demiştim. Gülmüş, “bilmez miyim, ben buraya kaç yıldır gelir giderim, Allah size sabır versin” diyerek hafifçe dizime dokunup çıkıp gitmişti. Yine Diyarbakırlı bir Kürt müteahhitimiz bu defa Erbil tarafında nasıl önce Iraklı Kürt inşaat ekibiyle (amele, usta vs.) çalışmaya zorlandığını ama zaman içinde başıbozukluk, tembellikten yılarak kendi Türkiyeli Kürt ekibini bölgeye getirmeye muvaffak olduğunu ve aynı işi çok daha az elemanla çok daha kısa zamanda nasıl bitirdiğini aktarmıştı.

Devlet yahut proto-devlet idari yapılar kurmak zor iş. Irak’ın kalan kısmında olduğu gibi IKB’de de vergi yok, askerlik yok, gıda ve yakıt sübvansiyonlu, sağlık ve eğitim gibi hizmetler bedava, herkes idareden maaş adı altında dağıtılan ulufeye bağımlı. Genç bir Irak Kürdü, mühendislik fakültesinden mezun olsun, oradaki diyelim petrol şirketlerinden birinde kariyer yapmak yerine, babasının açtığı ofiste oturup, muhtemelen Türkiye’den gelecek bir yatırımcıyı, komisyon ya da danışmanlık adı altında silkelemeyi tercih eder. Kazandığı ilk parayla da kendine güzel bir taşıt satın alır. IKB İçişleri Bakanı, örnekse Dohuk’ta görev yapan bir trafik polisini Halepçe’ye atayamaz. Tersi de geçerli.

Şimdi saadet zincirinin sonuna gelindi. Irak Kürdistanı nüfusu da yüzde yetmişin üzerinde 25 yaş altında. Önlerinde bir gelecek vizyonu yok. Iraklı değiller ama Irak Kürdistanı da (idareten) kalmadı. Dahası “Arap Baharı” denilen devrimsel sürecin de sonuna değil ortasına dahi henüz gelmedik. Dağıtacak mali kaynak daraldı, yetersiz. Irak’ta mayıs ayında yapılacak seçimlere IKB tek listeyle girebilecek mi, belirsiz. Ezidileri IŞİD’e bırakıp, Şengal’den çekilmek, Kerkük’te kurşun atmadan kaçmanın siyasi faturası ortada. Metina, Gara, Avaşin-Basyan, Haftanin, Hakurk, Kandil’de hakim PKK mevcudiyeti ve bunun Rojava deneyimiyle etkileşimi denklemin bir başka ucu.

Çıkaracağımız sonuç “oh ne güzel Irak’ta Kürtler kazan kaldırdı/birbirine düştü, Suriye’de Kürtler Rusya, ABD, Şam arasında kaldı” diyerek ellerimiz ovuşturmak olmamalı. Ülkemizi Irak ve Suriye’den ayıran sınırlar yapay deyip dururuz. Ama bu sınırların da, 20'nci yy ortasından bugüne dek Şam-Bağdat ilişkilerinin de Irak ve Suriye Kürtleri üzerinde bir etkisi olduğunu yadsımamalıyız. Küresel Kürt nüfusunun yarısı ülkemizin yurttaşı, onun yarısı da halihazırda beş metropole dağınık yaşıyor. Bu meselenin anayasal (Cumhuriyetimizin 1921 ve 1924’te “iki” kuruluşuna dayanan), toplumsal uzlaşı ve (giderek baskın biçimde öne çıkan) bölgesel boyutları var.

Son olarak şuradan da bakalım: IKB’nin nüfusu kabaca altı milyon. HDP’nin aldığı oy altı milyon. HDP TBMM’de üçüncü parti. Ne ırkçılık, ne ayrılıkçılık yapıyor, ne silah zoruyla devleti yıkmaya çalışıyor. IŞİD ve türevlerine direnen Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) siyasi lokomotifi PYD de Suriye’den parça kopartmak peşinde değil. Zaten IKB bağımsızlık referandumu, coğrafyanın gerçekten kader olduğunu sert biçimde gösterdi. Harp sanatı bakımından gerilla ile düzenli orduyu yenilgiye uğratmak olanaksız.

Devlet kurmanın olmazsa olmazı kurucu halkın rızasıyla şiddet tekeli tesis etmek. Bu yıl Oxford Sözlüğü “youthquake” “gençlik depremini” yılın sözcüğü seçti. Şimdi Erbil ve Süleymaniye merkezli IKB parçalarında güvenlik güçleri silahlarını öfke ve düş kırıklıklarını dışa vuran gençlere doğrultuyor. Bunu şiddet tekeliyle izah mümkün değil. Bu ancak hanedanların yerlerini korumak çabası olur ve başarısız da kalır. Ötesi, bugün de dün olduğu gibi bir Diyarbakır, o göze çarpan zenginlikleriyle Erbil ve Süleymaniye gibi kentlerin insani gelişmişlik bakımından fersah fersah ilerisinde.

Girişte Irak’taki iki üçer yıllık görevlerime Bağdat’ta 2003, Erbil’de 2010’da başladığımı anımsatmıştım. Dışişleri yazılı-sözlü sınavlarını da 1992 yaz sonu-güz başında geçip, kapıdan aralık ayında girmiştim. IKB’nin frenleri 2003’te de tutmadı, 1991’e geri iteklendi de diyorum. Ben de kişisel olarak sanki meslekteki 20 yılı çöpe atmış da 1990’ların başında yeniden uyanmış gibi hissediyorum.

1991 yılında seçimlere SHP listesinden giren DEP'liler milletvekili seçilmiş, 1994’te tutuklanıp on yıla yakın hapiste tutulmuşlardı. Sayın Erdoğan da 1994’te İstanbul’a belediye başkanı seçilmişti. Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın 2012 Aralık ayında başlattığı Çözüm Süreci ise, bu defa Sayın Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde yapılan 7 Haziran 2015 seçimlerinde HDP’nin 80 milletvekili çıkarmasıyla fiilen mevta olmuştu. Son olarak Dolmabahçe (28 Şubat 2015) malullerinden Yalçın Akdoğan “mutabakat yoktu” deyiverdi.

Bugün “daraltılmış bölge” adı altında MHP’ye çekme halatı atacağı anlaşılan iktidar, kendince HDP’nin de büyük şehirlerde boynuna kement atma hesabı yapıyor. Böylece HDP’ye “senin Türkiye’nin geleceği diye bir iddian, ortak vatan diye bir derdin olamaz, sen Kürtsün Kürtçü kal” deniliyor. Velhasıl-ı kelam muhterem okuyucu, aciz bendenize sorarsanız “geçtim dünya üzerinden/ömür bir nefes derinden/bak feleğin çemberinden/yolun sonu görünüyor”.

Tarih düz çizgi üzerinde ileri akıyor da, felek çember. Dön dolaş, kendimizi aynı yerde, Kürtlerle yan yana, baş başa hatta artık iç içe buluyoruz. Kürt meselesinin “anayasal, toplumsal uzlaşma (olmayan ‘mutabakat’) ve küresel/bölgesel” boyutları var. Irak Kürdistanı’ndaki “gençlik depremi” bölgesel boyutun bir parçası. Umursamazsak, hep birlikte kurmak zorunda olduğumuz barışa ve ortak geleceğimize sırtımızı döneriz.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.