YAZARLAR

Mazhar Alanson ve başkaları için Hindistan kılavuzu

Hindistan’ın kültürü, felsefesi, varoluşu epey sofistikedir. Önce şapka çıkarmak gerekir. Bilmek öğrenmek gerekir. Tekrar tekrar gitmek, gidince hayatın içine girmek, anlamaya çalışmak gerekir. Öyle değil mi Alanson? Bom bili bili bili bom.

Bazı işler kolaydır. Örneğin et yemeyenlerle alay etmek. Bence sadece kalpsizce değil ayrıca embesilcedir de. Ama risksizdir, ucuz mavraya açıktır: “Ye, ye, ölenle ölünmez.” Yahut CHP’ye verip veriştirmek. Bu alan da risksizdir. Genellikle CHP’liler bile karşılık vermez. Feministlerle, çevrecilerle… Risksiz alay edilebilirler listesi böylece uzar gider.

Bir de Hindistan’la böyledir bu. Herkes kafasına göre bir Hintli aksanı taklit eder, yemeğiyle, sporuyla, diniyle, felsefesiyle alay eder: “Ho ho ho ineğe tapıyorlarmış, ha ha ha amma pisler ha”.

Mazhan Alanson’un eski bir videosunu seyrettim. Nasıl alay ediyor Hindistan’la. Saddhu’larla, maymun başlı tanrıları Hanuman’la, fil başlı tanrıları Ganej’le alay ediyor. En ucuzundan alay ediyor. Efendim maymundan nasıl olur da rahmet dilermiş? Hinduları maymundan rahmet diliyor sanma cehaleti bir kenara türcülük de yapıyor.

Üstelik alay ederken de “Allah’ıma şükür” diyor habire. Her türlü inançla alay etmek ayıptır ama çok kolaydır. Alanson gibi inançlı ve Cerrahi tekkesini sık ziyaret eden birisinin inancıyla alay etmek daha da kolaydır. Karagümrük’teki tekkeye ben de çok gittim. Üstelik bir materyalist olarak çok sevdiğim, beğendiğim arkadaşlıklar kurduğum bir yerdir orası. Lakin niyet alay olursa, iş ucuz mavraya kalırsa oradan ne malzeme çıkar şapkanız uçar. Kıvrak zekalı birisi olarak Alanson da azıcık düşünerek kendi kendine bulabilir bunları.

Hindistan’la alay etmek Hindistan’ı gezenler arasında da yaygındır. Beyaz adam/kadın snobluğunu yanında gezdirdiği için çok malzeme bulur/üretir alay etmeye. Halbuki Hindistanlılar da beyaz adamla çok alay ederler. Hem de geçinir giderler. Beyaz adam Hindistan’da huzur arar. Hindistanlılar da huzur verirler onlara. Parasıyla. Müzik bile olmayan sesleri konser diye pazarlarlar. Ayurvedik kulak temizliği diye başka bir kenardan tığlara sürdükleri pislikleri “kulağından çıkardım” diye gösterirler. Kutsal suları genellikle çeşmeden, muskaları gelişigüzel yerlerdendir. Ben en çok okul kitaplarından alınma kutsal metne rastladım. Nasıl ki burada Arapça kebapçı broşürünü bile kutsal metin zanneden insanlar yaşıyor, orada da devanagari alfabesini görünce selam duran (yani boş ve odaksız bir şekilde hafif ve donuk bir tebessümle bir çeşit trans halinde bakmaya başlayan) bir beyaz adam/kadın nüfusu var.

Velhasıl, alay etmeyelim demiyorum. Ömer Seyfettin’in oryantalistlerle alay ettiği gibi edelim. En azından ben öyle yapıyorum.

Bir miktar meraklıyım ben Hindistan’a. Bu hayatta en uzun DTCF Hindoloji'de okudum. Korhan Kaya ve Rasih Güven gibi çok kıymetli hocalarım oldu. Onlardan çok şey öğrendim. Kendi başıma da bir miktar mürekkep yaladım.

En az (sayabildiğim) 14 kere Hindistan'a gittim. Bunların üç tanesi üçer aylıktı. İlk gittiğimde oralara kimse gitmezdi. O kadar kimse gitmezdi ki Türkiye’nin yerini hatta bir ülke olup olmadığını neredeyse hiç kimse bilmezdi. Birleşik Krallık’taki krallıklardan birisi zannederlerdi.

Şimdi Anjuna yahut Arambol’de (Goa), Baharganj’da (Delhi) sokakta Türkçe duyabilirsiniz.

ŞİDDET

Hindistan, tuhaf bir şiddetsizlikle (ahimsa) yaşar. Bazan öyle bağırarak konuşurlar ki, sanırsınız biri öbürüne vurdu vuracak. Misal iki araba karşılıklı kornalaşır, iner bağrışırlar. Avaz avaz bağırırken kavga ediyorlar zannedersiniz. Sonra birisi kafasını iki tarafa sallayarak gülümser. Derken vedalaşıp ayrılırlar.

TRAFİK

Hindistan’da hayat farklı çalışır. Misal, trafik. Arabaların arkasında “korna çalın lütfen/horn please” yazar ve bununla alay edilir. Halbuki bu bir konvansiyondur. Bir arabayı geçecekseniz korna çalarak geçmeniz gerekir. Çünkü insanların şerit değiştirirken ayna kullanmamasına ek bir önlemdir o korna gürültüsü. Sol şeride mi geçeceksiniz? Sol taraftan korna sesi gelmiyorsa geçersiniz. Bu kadar basit. O kargaşa arasında yollarını bulur giderler. Üstelik birbirlerine sürekli yol verirler. Karşıdan araç geliyorken sollama yapabilirsiniz. Karşıdaki araç basitçe yavaşlar yahut yanınızdan geçer gider.

LAZ'I, KÜRT'Ü, ÇERKES'İ

Hindistan birçok açıdan bizim memlekete örnek olabilir. Misal, bizde derler ya “Kürtlere ana dilini verelim, paralara Kürtçe de yazalım tamam da ya Lazlar, Çerkesler, Gürcüler de isterse” diye… İşte Hindistan’da yüzlerce dil, din, alfabe hep berabere saadet içinde yaşar gider. Her ne kadar son yıllarda Hindu milliyetçiliği azgınlık temayülünde olsa da bu böyledir.

Kerala’da bir meydanın (ve pek çok yerin) dört köşesinde Hindu tapınağı, sinagog, cami ve kilise vardı. Paralarında Sanskrit, Hindi, Urdu, Latin, Pencabi, Nepali diye giden tam 16 tane alfabe var. Dil değil, alfabe. 16 alfabe, binlerce dil, on binlerce tanrı, onlarca din, ve problemlerin hiçbiri bunlardan dolayı çıkmıyor. Erkeklik marazları, çevre felaketleri ve aşırı adaletsiz gelir dağılımı başta olmak üzere bin türlü felaket yaşanıyor tabii ki. Ama hiçbiri örneğin “ana dilde eğitim” var diye değil.

FELSEFE

Çarvaka sistemini çok önemli bulurum. Keza Cainizmi, Budizmi ve Hinduizmi çok ilginç bulurum. Sihizm'i o kadar ilginç bulmam ama severim. Hinduizmin kıvrak manevralarla Çarvaka Sistemi’ni, Budizmi içselleştirmesini çok öğretici bulurum. Mazhar Alanson da tanısa severdi.

Hindu destanlarını, Hindistan edebiyatını, sinemasını eşsiz bulurum. Bir Brezilya dizisinin 10 yılda yaptığını bir Hint filmi 10 dakikada halleder. Brezilya dizisinde Juan Carlos’un kıza aşık olma aşamasına ayırdığı vakit kadar vakitle Hint filminde Vicey aşık olmakla kalmaz, üçüncü çocuğun yıllar süren hastalığını çözmek için entrikalara girmiştir.

MÜZİK

Hint müziğine aşkla bağlıyım. Sırtımda 33'lük plaklar taşıdım Türkiye’ye. Ravi Shankar'la kankalık yapabilmek için entrikalar çevirdim. Kesintisiz üç gün süren, insanların uyku tulumlarıyla geldiği konserler seyrettim. Banaras Hindu University konservatuvarı dekanıyla kankalık yaptım. Makam aracını (50 dolarlık bir mobilet) uğurladım. Hint klasik müziğinin bazı ritmleri o kadar dağınıktır ki ortalama Batılı kulak, benimkisi mesela, o vurmalılara neye göre vurulduğunu anlayamaz. Ama bu “çakra aç”çı detoksçu yoga ekibi Hindistan’a gelip sitara gelişigüzel vuran dolandırıcı gençlerin çıkardığı sesleri konser diye huşu içinde dinlerler. Sitar aşırı rezonanslı bir enstrüman olduğu için çıkardığı ses değişik gelir kulağa. Onun akortsuz tellerine biraz dokunup sessizlik vermenin çakralara iyi geldiğini düşünen çok Batılı yaşar.

YEMEK-TEMİZLİK

Murat Belge başta olmak üzere birçok yeme içme kültürüne vakıf insan da mutfağıyla alay eder. Ama bence mutfakları da şahanedir. Bazı yemekleri sadece üç kişi beraber yapabilir. Çünkü bir şey kavrulurken öbür şeyin doğranması gerekebilir ve bunlar yapılırken sesli bir ritm tutturulmalıdır. Bu tutturulmadı mı tadı da tutturulamaz. Üstelik bunu yüz yıllardır her gün bıkmadan yılmadan aynı titizlikle yaparlar.

Gelelim temizlik konusuna. “Pislik”. En acayip Hindistan klişelerinden birisi budur. Oysa bir Hindistanlının temizlik anlayışı bizimkinden çok farklıdır. Misal fare pis bir hayvan değildir orada. En fazla bizdeki sokak kedisi kadar pistir. Ayaklar pis tutulabilir mesela. Eller ve ağız ama çok önemlidir.

Trenlerin tipik görüntüsüdür, yalınayak alaturka ve pislik içindeki tuvalete gönül rahatlığıyla girip çıktıktan sonra ağızlarını ellerini yarım saat yıkayıp paklarlar. Ayaklar onların değildir. Sorarsanız “Ayaklarımı ağzıma sokmuyorum ki. Ama insanın eli ister istemez ağzına burnuna değer.” diyerek tehlikeyi işaret ederler.

O “pis” Hindistan için hijyen çok önemlidir. Örneğin bir umuma açık telefonda ahizeyi bizim gibi kaldırıp konuşmazlar. Uzun uzun silerler önce. Yahut aynı pet şişeden su içmezler. Kardeş de olsalar içmezler, karı koca da olsalar içmezler. Ağızlarına uzaktan dökerler.

ELLE YEMEK

Elleriyle yemek yerler. Hele Thali yerken çok güzel görünürler. Thali, en zenginden en fakire Hindistan’ın (Hatta Pakistan, Nepal, Sri Lanka pek çok civar ülke) en yaygın yemeklerden birisidir. Bir tepsinin ortasına pilav dökülür. Pilavın kenarlarına da küçük kaselerle çeşit çeşit sebze yemekleri konur. Küçük kaselerden biri de tatlı olur. Bazı yerlerde sonsuza kadar yiyebilirsiniz. Siz bitirdikçe doldururlar.

Thali elle yenir. O küçük kaseyi pilavın bir kenarına döker, parmaklarınızla beton yapar gibi kararsınız. Sonra bütün parmaklarınızla bir lokma alır, baş parmağınızla ağzınızın içine itersiniz. Başparmakla itme kısmını bilmiyorsanız üstünüze başınıza döker rezil olursunuz. Bir kere kapınca çok kolay ve eğlencelidir böyle yemesi.

Benim de Hindistan’da ilk yaptığım işlerden birisi Thali’yi elimle yemeye başlamak oldu. Tabii yadırgandım. Bu yadırganma sayesinde yığınla insanla tanıştım. Özellikle karşı cinsle tanışma konusunda çok faydasını görmüşlüğüm vardır. Bu ayrıca bir eğitim çalışmasıdır da. Hindistan’da hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlatmak için müthiş bir fırsattır. Ben de bol bol eğitim çalışması verdim. Şöyle ki: Önce size tiksintiyle bakan bir Batılı bulmanız gerekir. Bunun için Batılıların bulunduğu bir yerde yemek yemeniz kafidir. Batılıyı yanınıza çağırın. Endişelenmeyin. Koşarak gelecektir. Meraktan delirmiştir çünkü. Bir başka batılı nasıl olur da Hintli gibi elleriyle, üstelik o vıcık vıcık yemeği elleriyle yemektedir? Sonra Batılıya nasıl yediğinizi gösterin. Batılı “Ama pis değil mi?” diyecektir. “Değil” deyip sessizlik verin ortama. Sessizlik her zaman merak uyandırır, gerilim yaratır. Öğrenmeyi derinleştirir. Karşınızdakine sessizde bırakma şeklinde yeterince acı verdikten sonra elindeki çatalı kimin yıkadığını sorun. Şaşıracaktır. Yemek yediğiniz ellerinizi kendinizin yıkadığınızı söyleyin. Dilerseniz dünyanın hiç bir yerinde çatalları sizin kendi elinizden daha temiz yapamayacaklarını ekleyebilirsiniz. Batılının pislik konusunda kafası karışmıştır. Gönlü elle yemeye izin vermez, aklı temiz der.

TIP

Hint tıbbını yani Ayurveda'yı çok etkileyici bulurum. İyileştirmek değil hasta etmemek üzerine kuruludur. Yöntemleri çok analitiktir. Diyetleri keza çok analitiktir. İnsanları vücut tiplerine göre sınıflandırıp ona göre tedaviler üretirler. Öyle suyunun suyu homeopatiye filan benzemez. Çok gerçektir. İşe yaradığı binlerce yılla kanıtlıdır.

MİSTİSİZM

Hindistan’da "state" (devlet, eyalet) değiştirince Thali hariç her şey değişebilir: Dil, alfabe, din, alışkanlıklar… Goa ile Kerala arasındaki Hristiyanlık bile birbirine benzemez. Goa’ya Portekiz Vasco da Gama marifetiyle gelmiş olan Hristiyanlık Kerala’ya Avrupa’dan bile önce gelmiştir. Komünist Kerala’da ara sokaklarda bile kitapçılar vardır. Ülkede müthiş düşük olan okuma yazma oranı yüzde 90’ın oldukça üzerindedir. Ve orada sağcılar açlık grevi yapar. Tabii cennet değildir. Ama adalet ve gelir dağılımı açısından eşsiz örneklerden birisi oradadır.

Hindistan'da din hayatın ortasındadır. Ama hayat mistisizm üzerine kurulu değildir. Kingfisher içip Enfield ile gezmek bir çeşit rock'n'roll hayatıdır.

Bir de mistik işler var. Ben örneğin yoganın müthiş bir şey olduğunu biliyorum. Çıkış yerlerinden Gorakhpur Yogi Temple'daki aşramdan kabul almışlığım, aşram babasıyla uzun sohbetler etmişliğim vardır. Ama Mecidiyeköy'de ofisi olup Cihangirde eğlenen birinin yoga yahut meditasyon yapmasında bir acayiplik var. O müthiş ve bin yıllarla oturmuş hareketlerin bir çeşit kültür-fizik, spor, fizyoterapi olarak yapılmasına hiçbir itirazım yok. Ama henüz pizza söylemiş birisinin sodexo’suyla hesap öderken çakra mevzusuna damardan girmesini komik buluyorum. Tıpkı Hindistan'a geldiği gün kafayı kazıtıp "omnia şiva" diye bağırarak 'kendini arayan' tipleri komik bulduğum gibi. Osho'ya da aynı sebeple itiraz ediyorum. Osho, bence canı sıkılan Batılılar için evcilleştirilmiş konsantre-hazır Doğu felsefesi pazarlamasıdır.

Şunu da araya sıkıştırmalıyım: Hint bilim tarihine hayranım. Çok eski ve çok teferruatlıdır. Felsefeyi matematiği Batı'dan başlatanlar, Pisagor Teoremi'ni Pisagor buldu sananlara özellikle tavsiye ederim. Epey zihin açıcıdır.

Ha, bir de özledim. Neredeyse sekiz yıldır Hindistan’a gitmiyorum. Arada Sri Lanka’ya filan gittim ama o sayılmaz.

Maalesef şunu da eklemem lazım. Hindistan’la ilgili sürekli gerileme hikayeleri okuyorum, duyuyorum. Sokakta tutuculuk artıyormuş. Buralarda yoga her köşe başında yer tutarken oralarda tutuculuk yayılıyormuş. Umarım okuduğum kadar berbat değildir durum. İçinde her şey bulunan ender bölgelerden Hindistan’a bir şey olursa çok üzülürüm.

Ezcümle: Hindistan’da en hakikisinden spiritüalizm, materyalizm, içsel barış, her türlü taciz, turizm, felsefe, zenginlik, sefalet, ne ararsanız bir aradadır. Jetski’den “çakra aç” yoga/meditasyon turlarına, geceliği on binlerce dolarlık otellerden yirmi sentlik pansiyonlara kadar her şey bulunur.

Kültürü, felsefesi, varoluşu epey sofistikedir. Önce şapka çıkarmak gerekir. Bilmek öğrenmek gerekir. Tekrar tekrar gitmek, gidince hayatın içine girmek, anlamaya çalışmak gerekir. Öyle değil mi Alanson? Bom bili bili bili bom.


Metin Solmaz Kimdir?

1969′da doğdu, Ankara’da büyüdü. İstanbul, Fethiye, Lapta, Lefkoşa ve Bodrum’da yaşadı. 1990 yılından bu yana yazılı basında ve muhtelif internet sitelerine yazıyor. siberalem.com, idefix.com, Overteam ltd ve Ağaçkakan Yayınları kurucularındandır. Kitapları: Kenardaki Milyonerler (1992, Korsan), Rock Sözlüğü (1994, Pan) Türkiye’de Pop Müzik (1996, Pan), Türkiye’ye Ait 100 Büyük Yanılgı (2015, Ağaçkakan), Erken Adam Hikayeleri (2016, Pan), 100 Ne Olacak Bu Memleketin Hali (Hazırlayan, 2016, Ağaçkakan) Facebook: MetSolmaz | Twitter: @metinsolmaz