YAZARLAR

Rıdvan, İİT, Kudüs Sendromu

Kudüs Sendromu tanımı genişletilebilir mi? Sadece Kudüs’e ayak basan Hıristiyan ve Yahudilerde değil Müslüman coğrafyanın hemen hepsinde yaygın çünkü. İİT zirvesine katılanların bir kısmı başta olmak üzere İslam coğrafyası liderlerinin çoğu da bunun farkında ve bu sendromu sonuna kadar kullanıyorlar. Halklarını Filistin ve Kudüs masalları dışında ne ile uyutacaklar?

İstanbul’un bir yerinde tam da Berkin’in duruşması yapılırken, tam da Berkin’in annesinin kahırla feryat edip baygınlık geçirdiği anlarda, çok da uzak olmayan bir salonda Erdoğan “terörist İsrail askerlerinin Filistinli bir çocuğu nasıl götürdüklerini” anlatıyordu. Salona doluşmuş onca “ağır adamın” Berkin’in nasıl öldürüldüğünden ya da idam edilişinin yıl dönümü aynı güne denk gelen Erdal Eren’in faşist cunta eliyle nasıl katledildiğinden haberi yok elbette. Bilmelerine gerek de yok zaten. Kendilerinde de yeterli sayıda Berkin ya da Erdal hikayesi mevcut. En basit işlerden birinin “terörist üretmek” olduğu bu coğrafyada Berkinleri, Erdalları katlede ede iktidara gelen, iktidarını sağlamlaştıranların yeni hikayelere ihtiyacı var mı?

Aslına bakarsanız Erdoğan da “kendi köylerini bombalattın” diyen Netanyahu da gerçekleri dile getiriyorlar. Ama işte bu gerçekler hep “tencere dibin kara, seninki benden kara” derken ortaya saçılıveriyor. Yine de fena sayılmaz: En azından Türkiye’de yaşananların bir kısmı İsrail medyasında, Filistin – İsrail’de yaşananların bir kısmı da Türk medyasında yer almış oluyor.

Tartışmaların sürdüğü ve herkesin Kudüs aşkının zirve yaptığı bugünlerde topa girince Rıdvan’ın Erdoğan’ı Deniz Gezmiş’e Filistin mücadelesi üzerinden benzettiğini sandım.

Hazır gündemdeyken Filistin davasının kendi tekellerinde olduğunu zanneden kesim başta olmak üzere Filistin aşkına kimlerin ne yaptığını tartışmak, bu türden karşılaştırmalar yapmak, Kudüs heyecanının sebep olduğu coşkunluk halinden çıkıp daha somut olana yönelmeye katkı yapabilirdi belki.

Rıdvan, “Deniz de kahrolsun emperyalizm diyordu, Erdoğan da emperyalistler ile mücadele ediyor” derken Deniz’in de, Erdal’ın da tam da emperyalizme karşı örgütlenme mücadelesi içinde oldukları için bu ülkede idam edildiklerini unutmuş olsa gerek.

Üstelik Rıdvan’a göre Deniz “konuşuyordu” ama Erdoğan “mücadele ediyordu.”

Rıdvan gibilerin çok basit şekilde topun gelişine vurdukları kavramlardan biri de şu antiemperyalizm dedikleri şey galiba. Türkiye’de belli bir kesim içinde iktidar sarhoşluğundan mütevellit, her kavramı sahiplenmeye cüret etme modası var ya, Rıdvan da paye dağıtmakta beis görmemiş ve zamanında Filistin’e gidip “mücadele eden” Deniz ile İslam İşbirliği Teşkilatını İstanbul’da toplayıp “konuşan” Erdoğan’ı kıyaslamış.

Neler yapmadık şu Filistin için!

Kimimiz savaştık.

Kimimiz nutuk attık!

İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısını bu modifiye dizeler ile özetlemek mümkün.

"Erdoğan ve/veya diğer İİT ülkeleri İsrail’e savaş açsın" demiyoruz elbette. Suriye’de, Yemen’de, Libya’da, Irak’ta savaşların yol açtığı yıkım ortada. Savaş kötüdür.

Erdoğan bu yaşta parka giysin de demiyoruz, o genç işi. Hem zaten İskoç orijinli ekose ceket de savaşçı ruhu yeterince yansıtıyormuş modacılara göre.

Geçmişte belediye başkanlığı, başbakanlık, şimdilerde cumhurbaşkanlığı yaptığı, önünde de başkanlık ajandası olduğu için olsa gerek, Erdoğan’ın Deniz Gezmiş gibi Filistin davasında fiilen mücadele etmeye zamanı olmadı.

Ama yine de Erdoğan açısından “emperyalizme karşı savaşta” Deniz Gezmiş ile kıyaslanabilmesi için her şey bitmiş değil.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da diplomasinin en büyük sırrını açıkladı: dış politikada sürekli dost sürekli düşman olmaz. İşte tam da bu prensipten hareketle yapılacak çok şey var.

Mesela Türkiye’nin önüne hesaplanamayacak birçok ihtimali çıkarma olasılığı olan Afrin’e ve diğer Kürt bölgelerine harekat düzenlemek yerine işe Selahattin Demirtaş ve diğer Kürt politikacıları serbest bırakmakla başlanabilir. Bu, bölge çapında Türkiye’den başlayan yeni bir rahatlama sağlayabilir ve “savaşılan” cephe sayısını azaltabilir.

Sonrasında diğer bazı İİT üyeleri ile birlikte Suriye, Irak ve Mısır adımları atılır ve bu ülkelere “eskiyi unutalım” çağrısı yapılabilir, İran da bu listeye eklenebilir.

Yemen’de yol açtığı insanlık dışı tahribat nedeniyle Suudi Arabistan’a ve kendi halkına işkence uygulayan Bahreyn’e karşı net tavır alınabilir.

İslam İşbirliği Teşkilatı’nın sadece söz ile tepki gösteren bir oluşum olmaktan çıkması ve Kudüs kararı gibi sembolik kararlarla uğraşmak yerine kendi ülkelerine yoğunlaşarak sefaletin bitmesi için demokrasi, sosyal devlet ve laiklik deklarasyonu yayınlanabilir.

Müslüman ülkelerin en büyük sorununun cehalet olduğu, bilime önem verilmesi gerektiği anlatılmaya çalışılabilir.

İİT başta olmak üzere İslam ülkeleri arasındaki mezhep ve koltuk sevdasından kaynaklı savaşların son bulması için çaba sarfedilebilir.

Emperyalizme karşı savaşın emperyal politikalara değil bölge halklarına hizmet ile olabileceği anlaşılmaya ve anlatılmaya çalışılabilir.

Bunların bir kısmı bile başarılırsa İslam ülkeleri hayalden gerçeğe dönüş yapabilir ve Kudüs’ün yol açtığı travmalar ya da “Kudüs Sendromu”nun önüne geçilebilir.

Konuyla ilgili uzmanlara göre Müslümanlarda görülmüyor ama Hıristiyan ve Yahudilerde görülen Kudüs Sendromu, çok dindar kişilerin özellikle Kudüs’e ayak bastıklarında ortaya çıkan ve kendilerini Hz. İsa, Hz. Meryem sanmaları ya da Herkül gibi, kayaları elleri ile parçalayabileceklerini sandıkları bir rahatsızlık. Vakaların hepsi Kudüs’te kaydedilmiş. Hastalığın en önemli sebebi gerçeklikten kopma, ilk aşaması coşkunluk hali.

Kudüs Sendromu tanımı genişletilebilir mi? Sadece Kudüs’e ayak basan Hıristiyan ve Yahudilerde değil Müslüman coğrafyanın hemen hepsinde yaygın çünkü. İİT zirvesine katılanların bir kısmı başta olmak üzere İslam coğrafyası liderlerinin çoğu da bunun farkında ve bu sendromu sonuna kadar kullanıyorlar. Halklarını Filistin ve Kudüs masalları dışında ne ile uyutacaklar?

Haberleri sadece Türk basınından takip eden, şimdi bütün Müslüman ülkelerin Kudüs’ün doğusunu Filistin’in başkenti olarak tanıdığını sanıyor. İİT resmi sitesinde zirve ile ilgili yer alan metinde ise böyle bir şeye değinilmemiş bile, sadece iki devletli çözüm için çabanın devam ettirilmesi mesajları verilmiş. Sağlıklı su ve beslenme, yol, okul, hastane, demokrasi, bilim gibi imkan ve kavramlardan bihaber ne kadar Müslüman varsa İİT zirvesinde alınan karardan sonra Kudüs’ün fethedildiğini sanıp rahatlamıştı oysa. Çok şükür, şimdi artık İsrail düşünsün!


Musa Özuğurlu Kimdir?

Gazeteci. Mesleğe 1994 yılında başladı. Çok sayıda radyo ve TV kanalının haber merkezlerinde editörlük, muhabirlik, program sunuculuğu yaptı. 2010 yılında TRT Türk’ün Suriye temsilcisi olarak çalışmaya başladı. Suriye’de 2011’de başlayan süreci 2016 yılına kadar yerinde takip eden az sayıda yabancı gazeteciden biridir. Alanı Suriye başta olmak üzere Ortadoğu. Serbest gazeteci olarak çalışmaktadır.