YAZARLAR

‘Geceleyin insanları’na gelsin

Geceleyin yaşayan insanlar var. Geceleyin insanları diyelim onlara isterseniz. Müezzinin sabah ezanı, günün ışıması onların hâlâ ayakta işittiği, gördüğü şeylerdir. Uyku yerine uyanışı tercih ederler. Tercih dediysem aslında zorunlu bir seçim bu. Başka türlüsünü bilmemekten gelir...

Ne güzel sözdür ‘geceleyin’. Gece değil geceleyin. Sözlük anlamlarına bakmak eski alışkanlık. Gece olunca, gece vakti, gecelerde demişler açıklama olarak yanına. Yani geceden daha fazlası… Tıpkı hayattaki anlamının da sözlükteki karşılığından fazla oluşu gibi.

Geceleyin zaman kendi içinde katmanlaşır. Zaten böyle baktığında hiçbir gece, gündüzün devamı değildir. Ay ve güneş gibi dururlar birbirlerine. Biri diğerini tamamlar tüm özerkliği içinde.

Zamanın katmanlaşması, kıvam kazanması, onunla yapılacak işlerin de gündüzünkinden farklılaşması demek. Geceleyin yaptığımız her şey işten fazlasıdır. Bir saatten sonra yıkanan çamaşır, süpürülen yer aslında temizlikten öte bir hesaplaşmanın eylemi olur. Gündüz telaşesinde o hani kendimizi çok meşgul kıldığımız zaman diliminde ötelediğimiz ne varsa geceleyin ortaya çıkar. Derdimizle konuşmayı öğreniriz. Kendimizle hemhal olmayı.

Geceleyin yaşayan insanlar var. Geceleyin insanları diyelim onlara isterseniz. Müezzinin sabah ezanı, günün ışıması onların hâlâ ayakta işittiği, gördüğü şeylerdir. Uyku yerine uyanışı tercih ederler. Tercih dediysem aslında zorunlu bir seçim bu. Başka türlüsünü bilmemekten gelir.

Geceleyin endişeyle, korkuyla beklemeyi dayatır kimi topraklar. Tepene düşecek bombayı, evine girecek iş makinesini bile bekler olabilirsin. Sokağa çıkma yasağı vardır misal ve yasaksız günler istisnadır. Kanun Hükmünde Kararnameler hep geceleyin açıklanır. Binbir emekle yaratılmış dernekler, yıllardır uğruna dirsek çürütülmüş meslekler bir kalemde yok edilir. Bakakalır insan hayatına. Anlam diye bulduklarına. Pamuk ipliklerine, cambaz iplerine, her şeyin ne kadar geçici ve kırılgan oluşuna.

Geceleyin baskınlar olur. Bir saatten sonra gelen her telefon, apartmandaki her bir ses sevdiğin birine ya da kendine dair gergin bir bekleyişin sinir telidir. Sanki nöbetini tutarsın bir şehrin uyumayarak, uykuya teslim olamayarak. Sanki sen nöbetini tutarken herkes güvende olabilecekmiş gibi. Herkesin ardından kapıyı kapatıp da kilitlemiş gibi.

GECENİN TAM ÜÇÜNDE

Aklıma Fikret Kızılok’un şarkısı gelir hep böyle zamanlarda. Gecenin tam üçünün şarkısı da vardır çünkü.

Düz değil düzen değil az değil ezen değil

Boz değil bozan değil

Bir gül biter içimde içimde içimde

Tam bildiğim biçimde biçimde biçimde

Oy gecenin tam üçünde gecenin tam üçünde

Uy değil uyku değil

Bir gül biter içimde

Gecenin tam üçünde

Can değil canan değil er değil eren değil

Geç değil erken değil

Bir gül biter içimde içimde içimde

Tam bildiğim biçimde

Oy gecenin tam üçünde gecenin tam üçünde

Gecenin üçü en çıplak saatimiz. İkiye kadar durumu idare edebiliriz, dörtten sonra da yeni gün için kendimize çeki düzen verebiliriz. Ama gecenin üçünü kandıramayız. Sökülüverir hakikat içimizden. O hani dağılmamak için kalbin kuytularına attığımız ne varsa hakkını istemeye davranır. Geceleyin çok hatırlar insan. Hangi çağrışımla onu bile yakalayamaz. Bir kokuyla, bir sözle, bir şarkının nakaratıyla, bir görüntüyle gelir hatıralar. Sanki başkasının hayatıymış gibi izlediğin en tanıdıktır filmdir oynayan. Parçalanmışlığını hissedersin, o parçalar birer birer başına üşüştüğü için.

İtiraflar geceleyin gelir. Herkes el ayak çektiğinde, sessizliğin uğultusunu duyabildiğinde çıkarırsın ortaya cümlelerini. Aşkın ve ölümün, hayal kırıklığı ve kaybın saatleridir bunlar. Kendine izin verirsin ya da hayattan müsaade istersin diyelim. Dünya dönmeye devam etmektedir de bir sen durmuşsundur sanki. Nicedir vermiş olduğun kararlar ilk kez dile gelir. Artık eylemek vaktidir.

Geceleyin şehir güzelleşir. Işıklar minik yıldızlara dönüşür. Asfalt parlar, ağaç karanlığın gölgesi gibi oynaşır usulca rüzgârda. Şarkılar daha bir lezzetlenir ya da daha çok can yakar. Misliyle gelir karanlık üzerine. Sohbetler derinleşir, her şey sahicileşir.

Geceleyin insanları, sabah olduğunda herkes gibi hayata karışır. Kimsenin kimseye kıyak geçeceği yok. Sen ne yaşadın diye soracağı da. Bunları beklememeyi, zaten hiçbir şey beklememeyi de geceleyin öğrenir insan. Yine de ama geceleyin insanları gündüzün şefkate ihtiyaç duyar. Beklemese de duyar. İyiliğe şaşırmayı diler. Gün ortasında bile şişkin ve kızarık olan göz kapakları, derin bir kavis yapan gözaltları ele verir onları. Görmek isteyene tabii.

Yoksa işte “Hayrola akşamdan mı kalmasın?” diye bir soru sorarlar. Yanıtı beklenmeyen “Nasılsın?”lar gibi sorarlar. Laf olsun diye ya da alaycı bir ifadeyle. Gülümsersin. “Pek iyi uyuyamadım da” dersin. Bırak, gerisini kimse bilmesin. Bu yazı da sanki istek parçası gibi en çok geceleyin insanlarına gelsin.


Karin Karakaşlı Kimdir?

1972’de İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’nün ardından Yeditepe Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1998’de öykü dalında Varlık dergisinin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazandı. Karakaşlı’nın eserleri şunlardır: Başka Dillerin Şarkısı (Öykü, Varlık Yay., 1999; Doğan Kitap, 2011) , Can Kırıkları (Öykü, Doğan Kitap, 2002), Müsait Bir Yerde İnebilir Miyim? (Roman, Doğan Kitap, 2005), Ay Denizle Buluşunca (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2008), Cumba (Deneme, Doğan Kitap, 2009), Türkiye’de Ermeniler: Cemaat, Birey, Yurttaş (İnceleme, Günay Göksu Özdoğan, Füsun Üstel ve Ferhat Kentel ile, Bilgi Üniversitesi Yay., 2009), Benim Gönlüm Gümüş (Şiir, Aras Yayıncılık, 2009), Gece Güneşi (Çocuk Kitabı, Günışığı Kitaplığı, 2011), Her Kimsen Sana (Şiir, Aras Yayıncılık, 2012), Dört Kozalak (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2014), Yetersiz Bakiye (Öykü, Can Yayınları, 2015), İrtifa Kaybı (Şiir, Aras Yayıncılık, 2016), Asiye Kabahat’ten Şarkılar Dinlediniz (Anlatı, Can Yayınları, 2016). Karakaşlı halen Kültür Servisi, Gazete Duvar siteleri ve Agos gazetesinde yazmaktadır.