YAZARLAR

Alışmak sevmekten daha zor geldiğinde

Dünyanın en akla ziyan iddianamelerine alışmıyorum. İnsanların maruz kaldıkları haksızlık adına bu saçma sapan isnatlara karşı savunma yapmak durumunda bırakılmasına da. Zaten herkes zul sayıyor bu muameleyi. O yüzden savunma adı altında çok sıkı manifesto metinlerimiz var aslında. Bu da bu dönemin amortisi.

Aidiyetsiz olmak sadece gönüllü ya da zorunlu olarak geldiğin yeni bir yerde kendini garip hissetmenden ibaret değil. Hayatın içinde, yaşadığın yerde aidiyetsiz hissetmek var. Sadece mekâna değil, her şeye.

Aynı döngünün içindeyiz. Dolap beygiri misali sürekli birileri göz altına alınıyor, tutuklanıyor, adli kontrol şartıyla serbest kalıyor, aynı gün yine birileri gözaltına alınıyor… Hani sanki günlük hayatın bakkaldan ekmek almak, günün ilk kahvesini koymak gibi sıradan bir faaliyeti kılmak istiyorlar. Her güne liste liste ismin yargılandığı duruşmalarla başlamayı sıradanlaştırmak istiyorlar. Alışmamızı, kanıksamamızı, doğal karşılıyor olmamızı.

OLMAYAN SUÇTAN BERAAT

Hukuksuzluğun bu denli müdanasızca hükümranlık sürmesine alışamıyorum, alışmıyorum. Her Allah'ın günü barış talep etti diye akademisyenler, savunma hakkına sahip çıktığı için avukatlar, işini layıkıyla yaptı diye gazeteciler, eğitim ve söz haklarını dillendirdikleri için öğrenciler, işine geri dönmek için açlık grevi yapan eğitimciler yargılanıyor. Terör propagandası yapmak, terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek favori suçlamalardan. Örgüt ya da örgütler kişi cezaevine girdikten sonra bulunuyor. Bazen de Nuriye Gülmen ve Semih Özakça örneğinde olduğu gibi neden tutuklandıkları kamuoyu vicdanına asla anlatılamayacak insanlar, hayatlarından çalınan zamanın ardından tahliye ediliyor, olmayan suçtan beraat ediyor.

Dünyanın en akla ziyan iddianamelerine alışmıyorum. İnsanların maruz kaldıkları haksızlık adına bu saçma sapan isnatlara karşı savunma yapmak durumunda bırakılmasına da. Zaten herkes zul sayıyor bu muameleyi. O yüzden savunma adı altında çok sıkı manifesto metinlerimiz var aslında. Bu da bu dönemin amortisi.

KEDİ, FLAMİNGO VE DİĞER ŞEYLER

Erzincan askeri lojmanlarının nizamiyesinin önünde er Taner H.’nin yavru kediye yumruklarla, tekmelerle yaptığı işkenceye alışmıyorum. O erin dört gün önce nişanlısından ayrıldığı için psikolojik durumunun iyi olmadığını, olay günü alkol aldığını ve pişmanlık duyduğunu gerekçe göstermesine de. Adli kontrol şartıyla serbest bırakılmasına da. Çünkü zulüm ve tahakküm “gücü gücüne yetene” düsturuyla oluşturulmuş patriyarka hiyerarşisine tâbi. Çünkü kanunun aksine hayvanlar mal değil, can.

Tam da bu yüzden o kedi sadece bir kedi değil. Çok fazla şeyin simgesi. Tıpkı geçen hafta Konya Ereğli’deki göçmen kuşların uğrak yeri olan ve koruma altında tutulan Akgöl Sazlığı’nda öldürülen altı flamingonun da sadece flamingo olmayışı gibi. Hani demiştim ya, madem aynı ölümcül nakarattan devam ediyor hayat, tekrarlayayım: “Adı üzerinde göçmen kuş. Uzak coğrafyaların sakini. Biz flamingoları bazı filmlerde görmüşüzdür en fazla. İncecik bacakları ve pembemsi gövdeleriyle. İşte bu göçmen kuşların sadece zorunlu uğrak yeri olan ve hesapta korunması için kanun eşlikli önlemler alınmış bir yerde yaşanıyor katliam. Cüretin ve kastın büyüklüğü burada. Ne istersin flamingodan? Hangi azimle o sadece kuş uçan, kervan geçmeyen yere konuşlanır, öldürürsün onları? Bu neyin azmi, neyin cinneti?”

Ha bir de “Bunca baskı içinde bir kediye mi takıldınız?” bakış açısı var. Geçen hafta da flamingo hassasiyeti diye dalga geçmiştir kesin. Hesapta muhalif. Tıpkı gözaltına alınan ya da tutuklanan insanlara dair yürütülen kampanyalarda bir insana dair özel bağları, bu insanın bugüne kadar yaptıklarını hatırlatmanın abes olduğuna inanlar gibi. OHAL kapsamında bunca dernek, vakıf, yayın organı kapatılmışken hâlâ iç hesaplaşma yapma, şu ya da bu ayrıntıya şerh düşme hakkı ve lüksü olduğunu sananlar gibi. Hedef tahtasına konulmuş insanlar için kara kaplı defterden birtakım “eski günahları” anımsatmadan tek söz edemeyenler gibi.

Alışmadığımız şeyler bizi tanımlıyor aslında. Zor zamanlarda her gün ayrı bir sınavdır. Sadece zulmü yapana karşı değil, karşı duranlar içinde de veririz o sınavı. Benim genelde nefesim tıkanır sanki. İstemsizce iç çekerim. İç çekmek de nefesin isyanından başka ne ki?..


Karin Karakaşlı Kimdir?

1972’de İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’nün ardından Yeditepe Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1998’de öykü dalında Varlık dergisinin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazandı. Karakaşlı’nın eserleri şunlardır: Başka Dillerin Şarkısı (Öykü, Varlık Yay., 1999; Doğan Kitap, 2011) , Can Kırıkları (Öykü, Doğan Kitap, 2002), Müsait Bir Yerde İnebilir Miyim? (Roman, Doğan Kitap, 2005), Ay Denizle Buluşunca (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2008), Cumba (Deneme, Doğan Kitap, 2009), Türkiye’de Ermeniler: Cemaat, Birey, Yurttaş (İnceleme, Günay Göksu Özdoğan, Füsun Üstel ve Ferhat Kentel ile, Bilgi Üniversitesi Yay., 2009), Benim Gönlüm Gümüş (Şiir, Aras Yayıncılık, 2009), Gece Güneşi (Çocuk Kitabı, Günışığı Kitaplığı, 2011), Her Kimsen Sana (Şiir, Aras Yayıncılık, 2012), Dört Kozalak (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2014), Yetersiz Bakiye (Öykü, Can Yayınları, 2015), İrtifa Kaybı (Şiir, Aras Yayıncılık, 2016), Asiye Kabahat’ten Şarkılar Dinlediniz (Anlatı, Can Yayınları, 2016). Karakaşlı halen Kültür Servisi, Gazete Duvar siteleri ve Agos gazetesinde yazmaktadır.