YAZARLAR

Zarrab Davası ve Türkiye'nin BM'ye başvurusu

Bazı durumlarda Türk vatandaşları bir başka ülke tarafından da yargılanabilir. Ancak, TCK’ya göre bir kişinin yurtdışında işlemiş olduğu bir suç sebebiyle Türkiye’de cezalandırılabilmesi için Türkiye’de tekrar yargılama yapılması gerekir, bu apayrı bir durum. Bir kişi yurtdışında bir suç işlemişse o ülke tarafından yargılanabilir dedik ya, öyle durumlar vardır ki; suçun işlendiği yer ile neticenin meydana geldiği yer farklıdır. Bunlara mesafe suçları denir. Tıpkı Zarrab olayında olduğu gibi.

Reza Zarrab davasında Türkiye’nin BM’ye başvuracağı konuşuluyor. Gerekçesi de “ABD’nin Türk vatandaşlarını yargılayamayacağı”. Ayrıca, BM’nin İran ambargosunu tanımadığı ve Türkiye’nin ABD’ye ambargo uygulayacağına yönelik taahhütte bulunmadığı da iktidar mensupları tarafından sıkça dile getiriliyor.

İktidar doğru yanlış her şeyi kolayca dile getirebiliyor malumunuz. Vatandaş olarak da işin aslını astarını bilmek en doğal hakkımız; fakat basında asla-astara pek yer verilmediğinden bulduğumuz yere not düşmemiz, söz hakkı verilen yerde konuşmamız kutsal bir görev gibi artık. Bu sebeple hemen konuya girelim:

Öncelikle belirtmek gerekir ki; “ABD’nin Türk vatandaşlarını yargılayamayacağı” gibi bir kural yok. Bazı durumlarda Türk vatandaşları bir başka ülke tarafından da yargılanabilir. Örneğin, bir kişi yurtdışında bir suç işlemişse o ülke tarafından yargılanabilir. Ancak, Türk Ceza Kanunu’na göre bir kişinin yurtdışında işlemiş olduğu bir suç sebebiyle Türkiye’de cezalandırılabilmesi için Türkiye’de tekrar yargılama yapılması gerekir, bu apayrı bir durum. Bir kişi yurtdışında bir suç işlemişse o ülke tarafından yargılanabilir dedik ya, öyle durumlar vardır ki; suçun işlendiği yer ile neticenin meydana geldiği yer farklıdır. Bunlara mesafe suçları denir. Tıpkı Zarrab olayında olduğu gibi. Olayda suç bir Türk bankası üzerinden işlenmekte; fakat sonuçları ABD’yi etkilemektedir. Hatta ambargo kararını uygulayan tüm ülkeleri etkilemektedir. Burada iktidarın iddiası şu; eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla Türk vatandaşıdır, -eğer işlediyse- suçu Türkiye’de işlemiştir, dolayısıyla Amerika’da yargılanamaz. Bu argüman pek sağlam bir argüman değil. Zira, bu konuda farklı görüşler olsa da, genel kabul gören karma teoriye göre; neticenin bir başka ülkede meydana gelmesi suçun o ülkede işlendiği anlamına da gelecektir. Sonuç olarak, Zarrab olayında ABD’nin yargılama yapması olağan bir durum gibi görünüyor. Dolayısıyla, Türkiye’nin bu argümanı yüksek ihtimalle saf dışı kalacak bir argüman.

BM Güvenlik Konseyi'nin, İran ambargosunu tanımadığı yönündeki ifade ise kabul edilebilir değil hatta şaşırtıcı. Zira, BM ilk olarak 2006 ve devamında 2010 yılında İran’a ambargo uygulanması yönünde karar aldı. Her ne kadar Türkiye 2010 yılında alınan karar için yapılan oylamada “Hayır” oyu kullanmış ise de, neticede BM’ye üye bir devlet olarak bu karara uymak durumundaydı ve uydu da. BM’nin İran ambargosu 2016 yılında kalktı; fakat takdir edersiniz ki, bu asla BM’nin İran ambargosunu tanımadığı anlamına gelmez. Bununla birlikte, ambargoların kalkmış olması, ambargonun var olduğu dönemde, yasağı delme yönündeki fiiller bakımından artık yargılama yapılmayacağı anlamına da gelmez. Malumunuz Zarrab ve diğerlerinin faaliyetleri de 2016 öncesini kapsıyor.

Kaldı ki; madem ortada böyle bir ambargo yoktu ya da Türkiye Amerika’ya bu yönde bir taahhüt vermemişti; bu zamana kadar İran’a niçin ambargo uyguladı? Biliyoruz ki ambargodan sonra Türkiye-İran toplam ticaretinde yüzde 55,4’lük bir düşüş meydana geldi, yani rakamlarla da sabit. Türkiye, İran’la açıktan açığa ve serbestçe ticaret yapsaydı, niçin yapmadı?

Temel olarak bu iki hususa değindikten sonra; Türkiye’nin BM’ye nasıl başvuracağı, BM’nin bu başvuruyu nasıl cevaplandıracağı ihtimalleri üzerinde durmakta fayda var. Geçtiğimiz günlerde Kerem Altıparmak hocamız bir tweet atmış; bu BM de BİMER değil ki, neresine başvuracaklar acaba, minvalinde. Hocamız pekala haklı. Türkiye, BM’nin Genel Kurulu'nda yer alan bir ülke. Güvenlik Konseyi'nde daimi üye falan da değil. Bildiğim kadarıyla BM Genel Kurulu da, Güvenlik Konseyi'nin kararıyla ya da üye devletlerin çoğunluğunun talebiyle toplanıyor. Dünyada onca savaş, açlık, küresel ısınma vs. binbir büyük bela var. Tüm bunlar hakkında dahi, Soğuk Savaş dönemi itibariyle “etkili” bir karar alamadığı için çokça eleştirilen BM, bir garip Reza Zarrab davası için mi birleşip karar alacak? Doğrusu biraz komik oluyor düşününce. Kaldı ki; ABD Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi ve BM her daim güçlü devletlerin baskısı ile taraflı kararlar aldığı için de eleştirilmiştir. Güçlü devletin kim olduğu da malum. Ne yani şimdi ABD’yi ABD’ye mi şikayet edeceğiz? diye sormadan edemiyoruz doğal olarak.

Tüm bunların yanı sıra, 17-25 Aralık döneminde eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın avukatlığını yapan hocamız Prof. Dr. Ersan Şen’in yapmış olduğu bir açıklama var, diyor ki; “Türkiye Cumhuriyeti’nde İran ticareti ve yaptırımları konusunda 16 Ekim 2014 tarihinde verilmiş bir takipsizlik kararı var. 63 sahifeden ibaret bu karara da bakılıp süreç ona göre değerlendirilmelidir. Türkiye’deki yargılamanın yeniden açılması yeni delil, etkili delil ve sulh ceza hâkimliğinin izniyle mümkün olabilir. Ancak bizde “Suçu kabul ediyorum” baskısı olamayacağı için verdiği ifadenin burada hukuki bağlayıcılığı yoktur, dikkate alınacağını da düşünmüyorum. Özetlemek gerekirse, Zarrab’ın orada ceza tehdidi altında ifade vermesi ve bu şekilde bir usulün bizde olmaması nedeniyle burada “Yargılama sürecini tekrar açalım” denilemez.”

Hocamız, ne yazık ki son dönemde sıkça yaptığı gibi objektif hukuk kurallarının dışında, taraflı bir açıklama yapmış. Nitekim, ABD’deki ifadeler –tanık ifadesi de olsa- Türkiye’de pekala yeni delil olarak değerlendirilebilir ve fazlaca kamu düzenine ilişkin olan bu suç sebebiyle yeniden yargılama yoluna gidilebilir. Hukukun mantığı da bunu gerektirir. Sırf ülkede bir takipsizlik kararı çıktı ve yeni deliller yurtdışında ortaya çıktı diye o kişi hakkında aynı suçtan sonsuza dek yargılama yapılamaz demek, ceza muhakemesinin “maddi gerçeğe ulaşma” amacına apaçık aykırıdır ve kabul edilemez.

Bu davaya ilişkin daha çok şey söylenecek, söyleyeceğiz belli ki. Bakalım, önümüzdeki günler ne getirecek…


Tuba Torun Kimdir?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri avukatı ve Kadın Adayları Destekleme Derneği yönetim kurulu üyesidir. ‘Bayan Değil Kadın’ programını hazırlayıp sunmaktadır. Aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.