YAZARLAR

Gemiyi bırak, tersaneye gel

Aynı gemideymişiz meğer öyle mi? Samuel Johnson büyüğümüz, “vatanseverlik, madrabazın son sığınağıdır” buyurmuşlar bir vakitler. Efendim? “Bugün söylesen dilini keserler” mi dediniz? Belki haklısınız. O zaman ben “aynı gemideyiz” diyenlere yerli ve milli bir yanıt vereyim: “bana nağme yapma canım.”

Hasbelkader (“haşa” mı demeli) Nuh Peygamber misali, doluşturmuşlar bizi bir gemiye. İneyim, inemezsin. Dümene ben geçeyim, yok geçemezsin. Sen yağcısın, silicisin, porsunsun. Bu gemiye mahkumsun. Öyle mi? Kaptan çılgın, deniz fırtınalı. Aslında öyle de değil. Fırtınayı yaratan kaptanın kendi.

Gemicilikte mürettebata sorulmaz kaptandan memnun musunuz, kim kaptan olsun diye. Gemide isyanın cezası da makine dairesinde zincire vurulmak. Ta ki yeniden karaya varana kadar. Bir de gemisini yürüten kaptan var. Lafla yürüyemeyen peynir gemisi de var mı, var.

Yürümeyen gemide arıza çıkar. Tolga Karaçelik 2015 yapımı çok ödüllü “Sarmaşık” filminde öyle bir gemiyi anlatır. Sanki bizimki biraz onu andırmaya başladı. Filmde Nadir Sarıbacak’ın muhteşem oyunculuğuyla canlandırdığı Cenk’leşme alametleri de belirdi bazılarımızda.

Yani? Binmişiz bir gemiye, gidiyoruz kıyamete mi? Hâlbuki, geçenlerde kaybettiğimiz Kalipso Kralı Metin Ersoy başka bir gemiyi tarif eder “ah o gemide ben de olsaydım/açık denizlere yol alsaydım” derken. Kopenhag Kriterleri gemisi mi o? Sahi öyle bir şey vardı değil mi bir ara. Ne olduydu ona? Geçmiş zaman, aklımdan çıkmış.

“Hayat zalim yolları pürüz/Bir damla güneş sonra hep güz/Mutlu olmak en büyük varlık/Vakit yok gemi kalkıyor artık”. Böyle devam ediyor Metin Ersoy. Bizim gemi? Bizde de vakit yok, çünkü gemi batıyor artık. Bazen gemi batmak üzereyse, onu karaya oturtmak da bir çözümdür. Yakındaki bir kumsala baştankara etmek.

Deniz ömrünü dolduran şilepler de sökülmek için böyle baştankara ediliyor. En ileri teknolojiyle üretilmiş gemiler, küresel ticaretin ana arterlerinde durmaksızın dolaştıktan sonra gidip mesela Bangladeş’te bir kumsala tam yol gelip baştankara oturuyor. Etrafına kurulan derme çatma iskelelere tırmanan, boğaz tokluğuna cansiperane çalışan baldırı çıplak yevmiyecilerce iskelete dönüştürülüyor.

Aynı gemideymişiz meğer öyle mi? Samuel Johnson (1709-1784) büyüğümüz, “vatanseverlik, madrabazın son sığınağıdır” buyurmuşlar bir vakitler. Efendim? “Bugün söylesen dilini keserler” mi dediniz? Belki haklısınız. O zaman ben “aynı gemideyiz” diyenlere yerli ve milli bir yanıt vereyim: “bana nağme yapma canım.”

Bir dolandırıcıyla, bir bakan ortak olmuş, deveyi hamuduyla götürmüş. Bir iki çakal tayfa da ücreti mukabili ziftlenmiş dönen karmanyoladan. Milyarla ceza gelecek şimdi işin içine itilen kamu bankalarına. O ceza bizim sırtımızdan ödenecek. Bankacılık saygınlığımız, aldığımız borcun faizini ödeme gücümüz sorgulanacak dolayısıyla yatırım elverişliliğimiz düşecek. Batmasak da yoksullaşacağız, tüm bunların mali yükü sizin, benim omzuma binecek. Aynı gemideyiz. He.

Ama Ankara Garı önünde parçalanırken aynı gemide değildik. Barış dedik diye akademiden atılırken aynı gemide değildik. Dokunulmazlıklar kalkarken aynı gemide değildik. Cumhuriyet davasında aynı gemide değildik. Eğitim dinbazlaştırılırken aynı gemide değildik. Cizre, Sur, Nusaybin, Şırnak’ta aynı gemide değildik. La o zaman ben bu gemiye ne vakıt bindim?

Hopa’da memuriyetine devam eden gümrükçü Teoman Bey bindi miydi o gemiye? Hee, binmedi he mi? O zaman halkçılık, antiemperyalizm yok bilmem ne ayağına bu köylü kurnazlığını bir tarafa bırakın. Bırakın da öyle gelin, konuşalım şu bizim gemi işini. Gelin tersanede buluşalım. Şu geminin önce bir omurgasını koyalım.

Hani şu gemisi batan Arhavili İsmail de bir tahliye sandalındadır. Önce elleri kanayıncaya dek çeker kürekleri. Sonra apansız kalınca hava, şaşırıp bırakır kürek çekmeyi. “Ne korkunçtur düşmek kavganın haricine” der bize büyük şair. Sonra yalnızlığı ölü bir deniz şeklinde görür bizim İsmail, kahrolarak duyar insansızlığı. Yeniden asılır küreklere, kırılır kürekler.

Aha Arhavili İsmail, aha Hopa’daki Teoman. Geçin bu titrek sesli, buğulu gözlü, dudak şapırdatan aynı gemideyiz edebiyatını. Birbirimizi sevmek zorunda değiliz. Sevecek de değiliz. Ama birlikte yaşayacağız. Nasıl hep birlikte insan gibi yaşayacağız onu konuşalım. Aynı gemiye bineceğiz madem tersanede buluşalım önce.

Ha yok biz gemiyi denize indirdik sen de atla deniyorsa, öyle ya “hiç kusura bakmasınlar.” Ha affedersiniz “eşşek gibi bineceksin bu gemiye” deniyorsa ona “hiç mi hiç kusura bakmasınlar.” Hukuk devleti temelinde laik, çoğulcu, katılımcı tam demokratik parlamenter cumhuriyet. Benim gemi tasarımım bu. Ötesini insan gibi karşılıklı konuşacaksak tersaneye beklerim.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.