YAZARLAR

İnsan orman orman insan oluyordu

Geçen hafta Avustralya’da, ambulans personeli, ölmek üzere olan birisini hastaneye götüreceklerine, son arzusunu yerine getirip, son kez seyretmesi için, okyanus kıyısına götürmüşler. “Şimdi huzur içinde ölebilirim” demiş. Ölmüş...

Kosta Rika’nın Pasifik kıyısıydı. Büyük dalgaları vardı. Çok büyük. Bahçesinde 8-10 avokado ağacı olan bir kulübede kalıyorduk. Önceleri sadece avokado yiyorduk ve limon. Ortasından ikiye bölüp, büyük çekirdeğini çıkarıyor, onun yerine bolca limon sıkıyorduk. Sonra küçük bir tatlı kaşığıyla yiyorduk. Ben tuzlu yemek istediğimden, önce okyanusta yıkıyordum ama Akdeniz kadar tuzlu değildi okyanus. Hiçbir şeye ihtiyacımız yoktu yani. Küçük bir kaşık yeterliydi orada yaşamak için, bir de tahta kerevet vardı üstünde yattığımız. Elektrik de yoktu ama nasıl olsa yanardağ patlıyordu gece. Karanlığın ortasından lavlar akıyordu gecenin üstüne. Bizi aydınlattığı söylenemezdi ama insanın gözü alışıyor zaten. Çok alışkan bir canlı insan ve belki de kötü tarafımız bu.

Çok meşgul oluyorduk her gün. Uyanınca denizde yüzüyorduk mesela. İki dalga arası ayağa kalkıp bir yeni dalgada tekrar suya batmaya yüzmek denirse tabii ki. Genellikle dalga kazanıyordu bu işi. Yere düşmekten yorulunca kıyıda oturmaya gidiyorduk. Dalganın uzandığı yerin birkaç metre ötesine. Sabah kahvaltısını ediyorduk, üç avokado, bir limon ve okyanus tuzu. Sonra biraz daha dalga seyrediyorduk. Güneş yükselince avokado ağaçlarının altına gidiyorduk. Az ama tadı çok güzel olan bir suyumuz vardı bahçede. Dedim ya, hiçbir şeye ihtiyacımız yoktu.

Turistler bu kıyıları pek keşfetmemişti o zamanlar. Onlar, kendi evlerine benzer yerler olunca bir yeri keşfedebiliyorlardı. Konfor onlardan önce geliyor, sonra turistler geliyor, sonra konfor sokakları sarıyor, orası aynı kendi memleketlerine benziyor ve sonra da artık orayı beğenmeyip gidiyorlardı. Sadece yanardağlar patlamaya devam ediyordu. Şimdilik…

Sonra denize giriyor, öğle yemeği yiyor –beş avokado iki limon ve okyanus tuzu–, sonra denize giriyorduk. Sonra, güneş yanardağın arkasına geçtiğinde kulübenin çatısına çıkıyorduk. Palmiye yapraklarıyla kaplıydı çatı. Üstüne yatıp okyanus seyrediyorduk. – Kovel yazmıştı galiba; Bir orman içinde olmayı anlatıyordu. Ormanın derinliklerinde yabancılaşma yok oluyordu, insanın orman, ormanın insan oluyordu. Ölümü böyle tarif ediyordu.– Okyanusu seyrederken okyanus oluyordu insan. Sonsuzluk içine çekiyordu seni. İnsanın damağında bir tat bırakıp akıyordu zaman. Ölmek buysa güzel bir şeydi, galiba.

–Geçen hafta Avustralya’da, ambulans personeli, ölmek üzere olan birisini hastaneye götüreceklerine, son arzusunu yerine getirip, son kez seyretmesi için, okyanus kıyısına götürmüşler. Şimdi huzur içinde ölebilirim demiş. Ölmüş...–

Biz hava karardığında çatıdan, palmiye yapraklarının üzerinden inip, akşam yemeği yiyorduk. Altı avokado, iki limon ve okyanus tuzu…


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...