YAZARLAR

Ankara’da, yer altında bir garip Serval kedisi...

“Adrenalin tutkunlarının yeni adresi”ymiş burası. Bir AVM’nin yer altındaki katı. Elinizde alışveriş poşetleri, kafanızda “Akşama ne pişirsek?” düşüncesi, karşınızda da vahşi Serval kedisi. Ne macera ama!

Yıllar önce, 6 yaşlarındaki yeğenime en sevdiği hayvanı sorduğumda, bir an bile tereddüt etmeden, “Kaya damanı” demişti. Kaya damanı diye bir hayvanı hiç tanımıyor olmam, yeğenimin gözündeki kredimi birkaç not düşürecekti. Bunu bile bile, “O ne yahu?” demiş bulundum.

6 yaşındaki çocuk, gerçeğini hiç görmediği bir hayvan hakkında, yarım saatten fazla konuştu. Çok sevimli ve şişko ve yumuşak olduğu kadar, yuvarlak kulaklıydı çünkü. Elleri yastık gibiydi. Göbeği ise, yumuş yumuştu. Şiir gibi bir hayvandı.

Sonra, önüme çeşitli “hayvanlar âlemi” kitapları geldi ve “Şu tatlılığa bak!” çığlıkları eşliğinde, muhterem kaya damanıyla tanıştık. (Şişmanca bir fareye benziyordu. Tatlılığıyla ilgili o zaman da yorum yapmamıştım, şimdi de yapmayacağım.)

Yıllar sonra, bizim eve de hayvanları keşfetme kitapları girmeye başladı. Bu kitaplar ve evdeki meraklı bir küçük insan sayesinde kurbağa, balık, kedi, köpek, aslan (ve tabii ki, kaya damanı) gibi normal hayvanlarla sınırlı dağarcığıma, çeşitli ilginç hayvanlar eklendi.

Okapi, valabi, ay-ay, pacu balığı, tarsier maymunu, dikenli ejderha, çamur zıpzıpı, kırmızı dudaklı yarasa balığı, fil kulaklı ahtapot, yıldız burunlu köstebek, balonlu fok, panda karınca, geyik domuzu, yeti yengeci ve favorim olan, galago... Hepsini tek tek öğrendim.

Hepsini kitaplardan, belgesellerden öğrendim. Hiçbirinin gerçeğini görmedim. Hiçbiriyle beraber çekilmiş fotoğrafım yok. Hangisini sokakta görsem tanırım ama. Hangi konularda iyi olduklarını, hangi hayvanlara ayıp ettiklerini sayarım. Ne yerler ne içerler bilirim. Gerçekleriyle hiç karşılaşmamış olmama rağmen.

Ankara’daki Nata Vega AVM’nin, Aqua Vega bölümünde, “Vahşi Yaşam” ve “Adrenalin Dünyası” isimleri adı altında sergilenen hayvanlarla ilgili haberleri okumuşsunuzdur. Bir camın arkasından hüzünlü gözlerle bakan Serval kedisi fotoğrafını da görmüşsünüzdür.

Burada bir sürü hayvan var gerçekten. Küçücük bölmelerde, yapay kayaların üzerinde ve camekanların içinde duruyorlar. Onları görmek için, para veriyorsunuz.

Hayvanlar orada duruyor, insanlar bakıyor, Nata Vega para kazanıyor.

Kimsenin hakkını yemek istemem, hayvanların rahatı iyice düşünülmüş. Kayalar filan yapay ama Serval kedisinin bulunduğu cam kafesin içinde, minder var mesela. Bu kedilerin doğal ortamında da minder vardır mutlaka. Afrika ormanları, pamuklu minderleriyle ünlü değil miydi?

Vahşi kedi, maymun, marmoset, örümcek, tarantula, akrep, gelincik, sülün, dev tavşan, yılan, timsah, şeritli kokarca filan var. Nata Vega’ya göre “ziyaretçi akını” var. Güneş ışığı yok, büyük alanlar yok, “doğal ortam”a dair, (minder dışında) pek ipucu yok.

Nata Vega’nın ziyaretçi akınlarında çocuklar gibi şen olan insanların çektiği tüm videoları izledim, fotoğraflara baktım. Dünyaları değişmiş gerçekten.

Birileri, hayvanı rahatsız edene kadar, devamlı cama vuruyor. Hayvan sinirlenip cama pati atınca da kahkahalarla gülüyorlar. Bir grup çocuk var bir de. Bir köşede kıvrılmış olan yılana bağırıyorlar. “Iyy, iğrenç! Gelsene yılan! Erkeksen gelsene!” diye.

“Adrenalin tutkunlarının yeni adresi”ymiş burası. Bir AVM’nin yer altındaki katı. Üst katları dolaşıp vitrinlere bakıyorsunuz; pantolon, terlik, tencere, ayak kremi filan alıyorsunuz. Sonra hop, alt kata inip vahşi hayvanlara bakıyorsunuz. Elinizde alışveriş poşetleri, kafanızda “Akşama ne pişirsek?” düşüncesi, karşınızda da vahşi Serval kedisi. Ne macera ama!

Dünyanın çeşitli yerlerinde hayvanat bahçeleri, dev akvaryumlar, yunus parkları ve sirkler birer birer kapatılırken, bir AVM’nin altında böyle bir “şey” yapılmasını aklım almazken, Aqua Vega’nın basına gönderdiği yazılı açıklama, aklımı tamamen durdurdu.

Diyorlar ki, bu Serval kedisi, çocuklar başta olmak üzere, tüm ziyaretçilerin büyük beğenisini toplamış. “Hayvanat Bahçesi” ruhsatları varmış. Yasal izinleri de varmış. Serval kedisi, doğal ortamından koparılmamış zaten. Hollanda’da bir merkezde doğmuş, oradan getirtilmiş (bu bölümü daha koyu yazmışlar). Optimum iklim koşullarını sağlamak ve kötü amaçlı ziyaretçilerin kedilere zarar vermesini önlemek için “cam ortamda” tutuluyormuş.

(İnsanın aniden içi rahatlıyor değil mi? Tepki verdiğinize, kızdığınıza pişman oldunuz. Bu kadar iyi kalplilik, hepimizi utandırmalı bence. Zaten Afrikalı diye tutturduğunuz Serval kedisi de Hollandalıymış.)

Bitmedi...

“Avrupa ve Amerika gibi gelişmiş ülkelerde, Serval kedisi, evcil kedi ırkı kabul edilip, şahısların ev ortamında barındırmasına müsaade edilmektedir.” demişler.

Anlayana, nice anlamlar gizli bu cümlede. “Gelişmiş ülkelerde bu işler böyledir. Siz, az gelişmişler, anlamıyorsunuz.” diyor sanki. Kendi web sitelerinde, Serval için “vahşi kedi” yazmışlar ama. Demek ki, bizde “vahşi” ama gelişmiş ülkelerde “evcil” bir kedi bu.

(Avrupa’ya da ülke demişler. Bildiğim kadarıyla Avrupa bir ülke değil ama buna çok takılmamak lazım. Bir yerde Serval kedisini evde besleme gelişmişliği varsa, gerisi teferruattır.)

Geldik benim en beğendiğim bölüme...

“Türkiye’nin dört bir yanından Ankara’ya gelen öğrenci gruplarına, belgesellerde gördükleri canlıları yakından tanıma fırsatı vermek amacıyla açılmış olan merkezimiz, bu şekilde eğitim misyonu da üstlenmiştir.”

Evet, burası çok önemli.

Şimdi günlerdir tepki verenlere, imza kampanyaları başlatanlara seslenmek istiyorum...

Burası, sizin sandığınız gibi, hayvanların üzerinden para kazanmak için açılmamış meğerse. Çocuklar, belgesellerdeki canlıları yakından tanısın diye açılmış işte. Hayvan sömürüsü ya da eziyet söz konusu değil, çocuklarımızın eğitimi söz konusu yani. Ben (ileri derecede) ikna olduğumu hissediyorum şu anda.

Şimdi içinizden bazı kötü niyetliler, “Yahu hayvanlar yavaş yavaş ölüyor orada.” diyebilir.

“Zıplayarak, o AVM’nin ikinci katına asansörsüz çıkabilecek hayvan, üç adımlık odada esir.” diyenler de çıkabilir.

“Ekranda belgesel izlerken de arada cam var, burada da. Ne fark ediyor?” diye sorabilirsiniz.

“Çocuklar, camın arkasında öylece duran mutsuz bir hayvanı göreceğine, belgeselde anlatılanları dinlese, aynı hayvanı gerçek yaşam alanında, gerçekten yaşarken görse, daha çok şey öğrenmez mi?” diye de sorabilirsiniz.

Bunlar hep sizin kötü niyetliliğiniz. Ortada bir eğitim misyonu var.

Eğitim misyonu üstlenmişken, kapıda bilet kesmeleri kafanızı biraz karıştırabilir belki. Ben eminim ki, kazandıkları bu paraları da hayvanların beslenme ya da okul masrafları için kullanıyorlardır.

Lütfen, artık Serval kedisini de rahat bırakın, vicdansızca kafeslere kapatılan diğer hayvanları da. Tepki göstermeyin. Sesinizi çıkarmayın artık.

Sadece eğitim için kullanılan, “her tür yasal izinleri olan” hayvan dostlarımız onlar.


Reyya Advan Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 13 yıl, İstanbul’da çeşitli uluslararası reklam ajanslarında, reklam yazarlığı yaptı. Çocuk hikâyeleri ve masallar yazdı. İstanbul’un trafiğine ve nem oranına daha fazla dayanamayarak, Ankara’ya geri döndü. 2009’da, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Reklamcılık, yazarlık, sunum teknikleri gibi alanlarda dersler veriyor. Kurbağalara olan abartılı ilgisi dışında, normal bir insan.