YAZARLAR

Eril Şiddetle Mücadele Günü

Vaaz kürsüsünden gazete manşetine, evden okula, sokaktan siyasete kadar kurgulanmış erkekliğin sürdürülebilmesi için yürütülen politik eylemi derhal seçiyoruz, eril şiddet tanımıyla. Eril şiddet kavramı kullanılmadan öznesiz cümlelerle kadınlara uygulanan şiddeti anlatmaya kalkıştığımız anda bu şiddet, seçilmiş belli bir politik tavır olmaktan çıkarak rastgele bireysel davranışlarmış gibi algılanıp cinnet hali gibi anlatılıyor.

Toplumsal zihniyet dönüşümü gerektiren şiddet sorunu, kadınla isimlendirilince değişmesi istenen zihniyetin ne olduğu pek anlaşılmıyor. Tam tersine kadına yönelik şiddet sözüyle hiç istenmediği halde kadınlar güçsüz gösteriliyor. Öğrenilmiş çaresizlik içine sürükleniyor kadınlar. Kadınlara bile değil kadına yönelik şiddet ismiyle edilgen kılınıyor kadınlar. Zira tekil tanımla etiketlemek nesneleştirmenin yöntemi. Eril şiddetle mücadele için geliştirilmiş kavramın, Connell’in belirttiği ‘vurgulanmış kadınlık’ üretimine hizmet edişi ne hazin. Eski tabirle galat-ı meşhur saydığım kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri gibi isimleri sözümden, yazımdan uzak tutmaya çalışmam bundan. 25 Kasım Eril Şiddetle Mücadele Günü olmalı. Eril şiddetle olduğu kadar kadına yönelik şiddet ifadesiyle de mücadele gereken gündeyiz.

Şiddet uygulamayı kendisine hak gören çarpık erkeklik algısını da afişe eder eril şiddet kavramı. Örneğin “erkek dediğin karısına, kızına hakim olur” ya da “karına bile söz geçiremiyorsun sen ne biçim erkeksin” türü kışkırtmalarla kurulmuş erkeklikten söz ediyorum. Sünnet olunca, askere gidince vs daimi ‘oluş’ haliyle ve erkekler arası rekabetle de sürekli ispatlanması gereken hegemonik erkeklik, erkeklerin kendilerini yorsa da çocukları ve hatta diğer erkekleri vursa da kendi içindeki farklılaşmalara rağmen daima kadınların başına patlıyor. Çünkü norm olarak dayatılan erkeklikle kurulan cinsiyet düzeni için kadınlık, alt kategori. Sermayedardan küçük esnafa, işçiden çiftçiye, sanatçıdan politikacıya, alimden cahile değişmeyen cinsiyet eşitsizliği üzerine kurgulanmış bu rol, kadınlara hükmederek varlığını sürdürmekte. Cinsiyet eşitliğini reddedenlerin kadınlara dayattığı her davranış kodu da ‘vurgulanmış kadınlık’ tabiriyle özetlenen ayrımcılık ve eşitsizliği sürdürmenin aracı olarak şiddetin ta kendisi. Sözlü, ekonomik, fiziksel, cinsel psikolojik türleriyle özel alandan kamusala uzanan bireysel ve kolektif şiddet, bu yaşadığımız. Vaaz kürsüsünden gazete manşetine, evden okula, minibüsten iş yerine, sokaktan siyasete kadar kurgulanmış erkekliğin sürdürülebilmesi için yürütülen politik eylemi derhal seçiyoruz, eril şiddet tanımıyla. Eril şiddet kavramı kullanılmadan öznesiz cümlelerle kadınlara uygulanan şiddeti anlatmaya kalkıştığımız anda ise bu şiddet, seçilmiş belli bir politik tavır olmaktan çıkarak rastgele bireysel davranışlarmış gibi algılanıp cinnet hali gibi anlatılıyor.

Bu nedenle Başkent Kadın Platformu “Öznesi Erkek” projesiyle erkeklerde şiddet karşıtı farkındalık gelişmesini amaçladı. Şiddet türlerine, hangi davranışın şiddet sayıldığına ilişkin seminerler gerçekleştirildi. Özellikle erkek egemen alanların müdavimlerine ve din görevlilerine yönelmeye çalışıldı. Katılımcıların çoğunlukla erkek olduğu bu seminerlerin öncesinde ve sonrasında doldurulan anketler hayli önemli ipuçları verdi. Mesela eril şiddetle mücadeleyi, katılımcıların çok büyük bir kısmı devletin görevi kabul ediyor. Kimsenin sorumluluğu yüklenmediği 'nerede bu devlet, nerede bu hükümet’ kolaycılığı sanılır belki. Ancak seçenek şiddetin, politik eylem oluşuyla yakından ilişkili. Eril şiddeti geriletmenin, şiddetle mücadelenin iki koldan yürütülmesi gerektiği gerçeğini hatırlatıyor bize. Birisi şiddet uygulamayı kendisine hak olarak gören erkeklik algısını dönüştürecek erkeklik çalışmaları diğeri kadınları güçlendirecek, destekleyecek politikaların geliştirilmesi. Anketlerde, sığınma evleri hakkındaki cevaplar, zihniyet dönüşümü açısından umut verici. Seminer öncesi sığınma evleri kötülenir, hafifsenirken sonraki anketlerde gerekli ve yararlı görenlerin sayısı dramatik oranda artış gösterdi. Bildiğimiz gerçek, katılımcılar tarafından da idrak edilmiş oldu.

Eril şiddetle mücadelenin etkili araçlarından biri sığınma evleri. Başarılı mücadele için her on bin nüfuslu yerleşim biriminde bir sığınma evi olmalı. 6284, elli bin nüfusu gerekli görmüş ama yıllardır uygulayan olmamışken on bin nüfus önermek hayal sayılabilir. Ne çare ki ‘mış gibi’ yapmayıp gerçekten şiddetle mücadele etmek için gerekli bu hayali kurmak. Tabii adının konuk evi olmasına itirazı, isimlendirmeler mühim olduğundan bir kere daha yinelemek gerek. Kadınlar şiddete mahkum yaşamak istemiyor. Çaresizlerin çareye, gidecek yeri olmayanların sığınağa ihtiyacı var. Kadınlar rahat düzenlerini bırakıp kabul gününe gitmiyor ki adı konuk evi olsun. Şiddetten kurtulmak, onuruyla yaşama şansına kavuşmak için destek bulmak umuduyla sığınıyorlar.

Sığınma evi açmak belediyelerin, sivil toplum iş birliğiyle standart geliştirip denetimleri gerçekleştirmek bakanlığın görevi olmalı. Eril şiddetle mücadelede sığınma evlerinin rolü çok büyük olduğundandır ki hegemonik erkeklik olgusunu biricik varoluş biçimi sayan şiddetperestler hep sığınma evlerine saldırır. Kadınlar ve çocuklar üzerindeki otoritelerini sıfırlayarak kendilerini ‘hiç’ mesabesine indiriverdiğinden kadın sığınma evine gittiğinde bildiği tek varoluş biçimi elinden kayıp gider. İşte bu beklenen zihniyet dönüşümünün başlaması muhtemel an. Bu anın yaşanması, içsel sorgulamanın gerçekleşmesi için en önemli araç sığınma evi. Dikkat edersek şiddet seviciler, sığınma evinde kadınlara verilen koruma hizmetini, ayni/nakdi yardımları değil özellikle kadınların kendi yaşamlarını kurabilmesi için verilen meslek ve iş edindirme hizmetlerini topa tutar. Ekonomik yönden güçlenen kadınlar, eril şiddete karşı direnç geliştirdiği için hegemonik erkeklik algısını dayanak edinenler rahatsız. İşte bu rahatsızlık küreselden yerele eril şiddete geri adım attırabileceğimiz temel dayanak noktalarımızdan biri. Gerçekten şiddetle mücadeleyi görev ediniyorsa ulusal ve yerel yöneticiler, sığınma evi politikalarını güçlendirmeli. Sığınma evleri sayı, kapasite ve kalite yönünden geliştirilmeli.

Yaklaşan yerel seçimleri bir de sığınma evi açma, kadınlara iş olanakları yaratma, kadın dostu kentleşme açısından izleyelim. Burada hemen ezber kalıplarla zihinden kreş, anaokulu, etüt merkezleri ve çocuk oyun alanları geçer. Bunlar da çok önemli ve gerekli toplum hizmetlerinden. Ancak kadına yönelik hizmet değil bunlar. Çünkü çocuk sadece annenin değil babanın da sorumluluğu. Babalık halleriyle de ilişkili olduğundan çocuklar için geliştirilen hizmetleri, kadın dostu çalışma saymak, kendini aile, ev ve çocuk sorumluluğunun üstünde, hiyerarşik konumlayan hegemonik erkeklik olgusunu pekiştirir. Bu nedenle unutmayalım çocuklara yapılan hizmet topluma yapılan hizmettir, kadınlara yapılan hizmet değil. Kadınların annelik rolü kadar erkeklerin babalık rolünün önemini vurgulayacak, baba-çocuk ilişkisine alan açacak hizmetler de üretmeli yerel ve ulusal yöneticiler. Kamu sektörü kadar özel sektör de çocuğu sırf anneyle değil babayla da ilişkilendirerek şekillendirmeli personel rejimini ve iş yeri düzenini. Eril şiddetle mücadele için gerekli toplumsal zihniyet dönüşümü diğer bir deyişle hegemonik erkeklik olgusunun aşındırılması sadece sivil sektörün omuzlarına bırakılmamalı. Eril şiddetle mücadele ancak böyle top yekun çabayla sonuç getirebilir.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.