YAZARLAR

Bence Lübnan!

Son zamanlarda Suriye’de ‘Suriyelilik’ vurgusunun öne çıkması gibi burada da ‘Lübnanlılık’ bir üst kimlik olarak nüksediyor. Yakın geçmişte insanlar mezhebi ve dini aidiyetlerine kaçarak çatışmayı derinleştirdi. Üst kimliğe sığınarak gerilimi sönümlendirme Lübnan için çok yeni bir olgu. Bu zayıf olgu güçlenme fırsatı bulur mu? Umut etmekten başka bir yol yok.

Çoğu siyasi parti ya da örgütlere ait olan Lübnan’ın radyo ve televizyonları sabah akşam Suudi Arabistan’da istifa ettirilen ve bir süre rehine muamelesi yapılan Başbakan Saad el Hariri’nin kaderini tartışıyor. Gelecek mi, ne zaman gelecek? Suudiler Katar’a yaptığını Lübnan’a da yapacak mı? Ülke batar mı? Hizbullah bu baskılar karşısında Suriye’den çekilir mi ya da silahlarına veda eder mi?

Arap Birliği Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Kuveyt’in çağrısı üzerine acilen İran ve Hizbullah’a karşı ortak tavır için toplanırken Hariri, eski sömürgeci patron Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’ın girişimiyle Riyad’dan Paris’e kapağı atıverdi. İki çocuğu Hariri’nin boynuna atılmış bir kement gibi hâlâ Suudi Arabistan’da. Hariri, Kahire’de Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah el Sisi ile görüştükten sonra bugün Beyrut’a dönüp Bağımsızlık Günü kutlamasına katılacak. Plan bu.

Belli ki Beyrut’a gelmeden önce Suud’un potansiyel hışmına karşı kendisi için maksimum güvenli siyasal ortamı temin etmeye çalışıyor. Müslüman Kardeşler ve Katar’ı cezalandırma siyasetine destek verse de Suudi Arabistan’ın İran ve Hizbullah’a karşı İsrail’le birlikte ortak cephe oluşturma planlarına pirim vermeyen Mısır lideri karşı ağırlık olarak önemli bir seçim. Hariri hem ülkesini aşağılama derecesinde Suudilere bağımlılığını açığa vurarak kendini içeride çok nazik bir pozisyona soktu hem de İranlılarla Suudiler arasında orta yol bulma çabası yüzünden finansörleri karşısında siyaseten aforoz edildi.

***

Lübnan, hakkında en fazla ahkâm kesilen ülkelerde birisi. Tüm hükümler de birbirini nakzeder. Çünkü herkesin Lübnan’ı farklıdır, sübjektiftir. Benimki de öyle. Bugün niyetim Lübnan’a dair bazı ‘çerezlik’ izlenimlerimi paylaşmak.

Bugünlerde siyasal iklim barut kokusu salıyor. Gerçek iklimde ise güneş var. Ve hafif rüzgâr. Batı Beyrut’ta Manara tarafındaki Askeri Kulüp’te memleketin mühim şahsiyetleri hâlâ denizin tadını çıkartıyor. Yanı başındaki kafede, kahvesine ortak olduğum emektar bir bürokratın Suud’un oyunundan dolayı canı fena sıkkın.

“Ne istiyorsunuz ulan bu 4.5 milyonluk ülkeden? Bir rahat bırakın, iç savaştan çıktı, hâlâ gün yüzü görmedi. Herkes buraya atış poligonu muamelesi çekiyor. Şimdi her şey sakin gibi duruyor. Herkesin Hariri’ye sahip çıkması oyunu bozdu. Ama bu Suudilerden korkulur; Burc el Berecne’de bir iki Filistinliye verirler bir çuval para, öldürtürler birilerini ve ortalığı savaş arenasına çevirirler” diye söylendi.

***

Esasen atış poligonunu da içeren ama ‘her şey dahil’ modunda yaşayan bir arena burası:

"Hepimiz seninleyiz" yazılı Hariri posterleriyle süslenen Korniş’te spor için yürüyen kadınlar, kaslarını gere gere gezinen slipli erkekler, aylaklığa tur atlatan gençler, çocuğunu eğlendiren anneler, ev sahibinin köpeğini gezdiren hizmetçiler… Lübnan sosyolojisinin şifrelerinden biri bu hizmetçiler. Filipinli, Etiyopyalı, Pakistanlı ve Bangladeşliler... Müslüman ailelerin tercihi Pakistanlılar ve Bangladeşliler. En ucuzu da bunlar. Yatılı hizmetçi olarak Filipinlileri ya da Etiyopyalıları tutanların havası daha başka oluyor! Hizmetçisi olmak bir statü. Hizmetçiler faslında tuhaf ve acı hikâyeler dolaşıyor. Yani kölelik modern formlarıyla sürüyor. Tarihin kesintiye uğradığı yalan.

***

Kazanmak ve tüketmek! Paris’in süpermarketlerinde bulup da Beyrut’ta bulamayacağın hiçbir şey yok.

Ve göstermek. Semtine göre günde 3 ile 8 saat elektriklerin kesildiği şehirde apartmanlar meşale gibi. Estetik harikası eski tarihi binalar virane. Çoğu iç savaş günlerinden beri metruk. Bazılarını bahçesindeki azgın ağaçlar esir almış. Bunlar teker teker yıkılıyor, yerlerine ince uzun binalar dikiliyor. Alabildiğine lüks, alabildiğine ışıltılı. Her birinin önünde ışıklandırılmış bir zeytin ağacı. Yıkılanı telafi etmek istercesine ağaçların en ilahisine hürmet. Estetik mi, estetik. Bayrağına sedir ağacını nakşetmiş Lübnanlıların yeşil tutkusuna diyecek bir şey yok. Bol dal ve yapraklı Benjaminlerin yanı sıra incir, portakal ve devasa kauçuk ağaçları Beyrut’un sokaklarını serinletiyor.

***

Altta kalmış Şii, Sünni ve Hıristiyan nüfusuna ilaveten Filistinli, Iraklı ve Suriyeli mültecilere sığınak olan Burc el Berecne’den geçerken derin sefaletin karşısında ezilirsiniz, boynunuz eğik çıkarsınız bu bölgeden. İsrail işgali sırasında güneyden göç edenlerin yığıldığı Dahiye gibi semtler de öyle. 5-10 dakika kuzeye çıkın sizi ezecek olan bu kez şatafattır. Böğüren metal beygirlerin insana saygısı yoktur El Hamra’da, İbni Sina’da, General De Gaule’da ya da Paris Caddesi'nde. Aynı caddelerin kenarlarında akşam saatlerinde Suriyeli mültecileri el açarken görürsün. Cadde demişken Beyrut’ta her kesimin gönlüne seslenen caddeler uzanıyor: Piyer Cemayel, Kamil Şamun, Şarl Helo, Mar İlyas, Hariri, Hadi Hasan Nasrallah, Hafız el Esad, İmam Musa el Sadr, Abbas el Musavi, İmam Humeyni, Ermenistan, Brezilya, Meksika, Kennedy, (Fransız General) Gouraud, (AUB’nin kurucusu misyoner) Bliss, (Saint Joseph Üniversitesi’nin kurucusu papaz) Monnot vs.

***

Downtown diye anılan kentin merkezinde restore edilmiş ya da yıkılıp yeniden yapılmış tarihi yapılar iç savaşın izlerini silip Beyrut’u yeniden Ortadoğu’nun Paris’i yapma heveslerinin bir ürünü. Bu işte başı eski Başbakan Refik el Hariri’nin kurduğu Solidere şirketi çekiyor. Kentsel dönüşümdeki vurgun düzeninin Lübnan versiyonu.

Zeytuna Bay’ın simgesi bir bina var: St. Georges Hotel. 1960’ların dillere destan oteli. Bir cephesine asılı dev afişte “Stop Solidere” yazılı. Hariri ailesine meydan okuyan bir afiş. Otelin sahibi Fadi el Huri otel ve önündeki özel marinayı Solidere’e kaptırmak istemediği için hukuk savaşı veriyor. Huri bu restleşme yüzünden yıllardır otelin restorasyonunu tamamlayıp hizmete açamıyor. Bu afiş hukuki anormalliklere rağmen bir iş adamının başbakana kafa tutabileceğinin de resmidir. Ne gariptir ki Refik el Hariri 2005’te tam da bu otelin önünden geçerken bombalı saldırıyla öldürüldü. Anısına dikilen anıt da oteli dikizliyor.

Eski şehir havasındaki Downtown’da göz kamaştıran daireler 3-4 milyon dolara satıldı.

Downtown, Roma kalıntıları üzerinde yükselmiş bir şatafat. Burası son yıllarda cami ile kilisenin büyüklük yarışına da tanıklık etmiş bir bölge. Hariri’nin bağışlarıyla Roma kalıntılarının yanına inşa edilen Muhammed el Emin Camii, yanındaki Aziz George Maruni Katedrali’ni gölgede bırakınca tartışma yaşanmıştı. Kilise 72 metre yüksekliğinde bir çan kulesi inşa ederek minarelerin seviyesine kendini yükseltti. Böylece eşitlik sağlandı.

Eski şehir havasındaki Downtown’da göz kamaştıran daireler 3-4 milyon dolara satıldı. Bir kısmı elde kaldı. Büyük bir rant transferinden sonra bölge ‘mutsuz’. Parlamento ve hükümet binalarına çıkan sokaklar barikatlarla çevrili. İnsanlar yürümeye çekiniyor. Haliyle sokakların bazıları ıssız. Milyon dolarlık dükkânlar, lokantalar, kafeler çoğu zaman sinek avlıyor.

Refik el Hariri sadece Downtown değil ekonomiyi de Körfez’in petrodolarlarına göre dizayn etti. Kimilerine göre Downtown iç savaşa kadar Lübnan’daki birlikte yaşamın simgesiydi. Kamu gücünü kullanarak sahiplerinin rızası hilafına düşük bedeller ya da projelerden küçük paylar karşılığında Solidere’e devredilen mülkler Lübnanlılardan ziyade Körfez’in ağaları için tasarlandı. Önce iç siyasi gerilimler, ardından Suriye krizine paralel olarak Körfez’in Arapları Beyrut’tan uzak durdu. Eski sahiplerinin Solidere’in yol ve altyapı masrafı diye dayattığı bedeli bile ödemeye gücü yetmiyor. Haliyle parası olan her Lübnanlının gelip buralarda mülk sahibi olması kolay değil.

Downtown’dan Korniş’e doğru olabildiğince modern binalar yükseliyor. Her biri ‘ışıltılı hayalet’. Çünkü çok azında insanlar meskun.

Garip olan şu ki gökdelenlerle geçmişinden uzaklaşan Beyrut’ta herbir bina tankerlerle taşınan suya ve jeneratörün ürettiği elektriğe mahkûm. Şehri Dubai’ye çevirmeye bu kadar iştahlı bir siyaset neden su ve elektrik sorununu çözemiyor? Jeneratörler, yakıt ve su tankerleri belli tekellerin elinde. Devlet yok mafyoz siyaset ya da mafyalaşmış ekonomik düzen var.

***

Nasıl bir ekonomidir, akıl almıyor.

Sefaletin kaynakları malum da bu şatafatın kaynağı nedir? Dış ticaret mi, hayır. Lübnan’ın ürettiği nedir ki sattığı ne olsun!

Para Körfez’den geliyor; bir yandan Suudi Arabistan, Katar ve BAE gibi ülkelerde kazandığını ülkesinde yatırıma dönüştürenler, diğer tarafta zengin Arapların yatırımları. Avrupa’dan Latin Amerika’ya kadar birçok ülkeye yayılmış olan Lübnan diasporasının birikimleri de anavatanı besliyor. Lübnan’da yaşayanların iki katı kadar Lübnanlı yurtdışında.

Bu küçük ülkede adına aşina olmadığımız 40’ın üzerinde banka var. Az vergi ve esnek denetim parayı çekiyor. Finansal döngünün sırrı bu. Bir diğer sihirli yanıt ‘kara para’.

Beyrut’u mesken tutan yüzlerce yabancı kuruluş ve sivil toplum örgütünün getirdiği bir hareketlilik de buna eklenmeli. Birçok NGO ya da uluslararası örgüt bölgedeki operasyonlarını Beyrut’tan yürütüyor. Yabancı medya kuruluşları da öyle.

Ayrıca 1960’lı yıllarını özlemle yad etse de Lübnan hâlâ turistik çekiciliğini koruyor. Beyrut Amerikan Üniversitesi (AUB) başta olmak üzere misyonerler ve yabancıların kurduğu okullar onbinlerce öğrencisiyle sadece ekonomiyi değil ülkenin profilini de etkiliyor. Geçen yaz ABD Başkanı Donald Trump boşuna “1866’da Amerikalı misyonerlerin kurduğu AUB 150 yıldır bölgede lider nesilleri yetiştiriyor” demedi.

El Hamra civarındaki lokanta, kafe ve barları ya da Cemmeyze gibi Ermeni tatlarının bolca bulunduğu yerleri ayakta tutan genelde yabancılar.

***

Yabancı dilde eğitim, yabancılarla içiçelik, diaspora etkisi ve dışa açık toplum yapısı nedeniyle Lübnanlılar arasında Arapça dışında bir-iki dil bilme oranı yüksek. Sokakta çocuklarıyla Arapça yerine İngilizce konuşan anne ve babalar o kadar çok ki. Beyrut’tan kuzeye doğru tatil ve eğlence mekânlarıyla dolu kasabaları bir bir geçip Hıristiyan kasabası Byblos’a (Cibeyl) yolunuz düşerse tarihi çarşıda susamlı ekmek pişiren Rim ­bildiğiniz lisanı buluncaya kadar altı dilde sizi selamlar. Türkçeyi de çok sevdiği Ankara’ya gidiş gelişlerinde öğrendiğini söyler. Rim bu coğrafya için bir prototiptir. Byblos bu bölgede Trablus, Beyrut, Sayda ve Sur gibi Fenikelilerin kurduğu bir yerleşim merkezidir. Bu hattaki tarihi yerleşimlerin son halkası Trablus. Yorgun bir şehir. İç savaşın izlerini hala taşıyor. Trafikte kaleşnikofu boynuna geçirmiş sakallı bir motosikletliyle yüz yüze gelmeniz sürpriz değil. Ülke gerilim hattına girdiğinde kıvılcımın ilk çaktığı yerlerin başında Alevilerin yaşadığı Cebel Muhsin ile Sünnilerin yaşadığı Bab Tabbane geliyor.

***

Anti-Lübnan dağları ya da Beka Vadisi’ne varmak için tırmandığınız dağlar kendi inanç simgeleriyle sizi karşılayan köylerle dolu. Bazıları sizi haç ile karşılar, bazıları hilal ile; ikisinin birlikte karşıladığı yerler de az değildir. Şii köyleri İmam Musa Sadr, Nebih Berri ve az da olsa Nasrallah’ın posterleri veya “Ya Hüseyin” yazılı bayraklardan tanırsınız. Dürzî köylerinde beyaz takkeli adamlardır nişane. Deyr el Kamar gibi dağlara tutunmuş yerler onlar için en güvenli sığınaktır. Yüzleri biraz asıktır, yabancılara koydukları mesafe belki inançlarından dolayı yaşadıkları dışlanmışlıktan, ötekileştirilmeden, tarihsel husumetlerdendir. Bir sepet incir alırsınız, tatlı bir gülümsemeyle sohbetin kapısı aralanır.

Bekaa Vadisi’ne inerken Feraya taraflarında yakaladığım bir manzara.

Başkentin siyasal atmosferinde birbirini yiyenler hafta sonları köylerine çekilir; güneye, kuzeye ve doğuya doğru. Köyler her halkın, mezhebin ya da dinin kendi doğal habitatıdır. Öyle sıradan, acınası yerleşimler de değildir. Tepelere, kayalıkların üstüne dikilmiş üç-dört katlı villalar Lübnanlıların köylerine ne denli tutunduklarının göstergesidir.

***

"Ancak helikopterle çıkılır" dediğim tepelerin birisinde Direniş Müzesi var. Mlita’da. Akdeniz kıyısındaki Sayda’dan doğuya sapınca Nebatiye’ye varmadan sol taraftaki tırmanma şeridinin zirvesinde. Bitmek tükenmek bilmeyen Hizbullah’ın silahsızlandırılması meselesinden söz açılınca Beyrut’ta bu işlerin erbabı bir isim “Amerikalılar gelip bize soruyor; Hizbullah nasıl silahlandırılır diye. Yapamazsınız kardeşim! Buradaki durumu bilmiyorsunuz. Hizbullah’ın ne olduğunu anlamak istiyorsanız önce gidip bir Mlita’yı görün” demişti.

Direniş Müzesi, kayalar ve bodur ağaçlar arasında kamufle edilmiş vaziyette.

1100 metre yükseklikte ‘düşmanı aşağılama’ teması üzerine kurulu bir müze. Lübnan’ın güneyinde 1982’den 2000’e kadar süren işgal sırasında İsrail ordusundan ele geçirilen tanklar, zırhlı araçlar, ağır toplar ve düşürülmüş helikopter parçalarının sergilendiği bir platformla başlıyor. Müze kayalar ve bodur ağaçlar arasında kamufle edilmiş Hizbullah savaşçılarının maketleri, havan topları, uçaksavarlar, tanksavarlar ve roketatarların sergilendiği geniş bir yürüme şeridinde devam ediyor. Sıra direnişin en önemli stratejilerinden biri olan tünele geliyor. Tünelde iletişim merkezi, klinik, yemekhane, ibadethane ve cephaneliklerin bulunduğu odalar dizili. Hizbullah, yeraltı direniş taktiklerini Hamas’a da öğretmişti!

Tünel çıkışı bulutların altında kalan vadinin tepeden manzarası.

Devamında yine sahada direnişin nasıl konuşlandığına dair görüntüler.

Müze İsrail’in ele geçirilmiş iletişim aygıtları, tüfekler, dürbünler, insansız hava araçları, zırhlar, "Sizi tanıyoruz"dercesine İsrail güvenlik birimlerinin bütün detaylarıyla resmedildiği bir şema, 2006 hezimetinden sonra İsrailli liderlerin “Hizbullah askeri yöntemlerle bitirilemez ve Lübnan içinde ve uluslararası alanda siyasi mekanizmalar devreye sokulmalı” yönündeki mesajlarının sergilendiği kapalı alanla bitiyor. Evet direnişin kapasitesine dair net fikir veren bir müze.

***

Bu dağların öte tarafında Bekaa Vadisi uzanıyor. Askeri kamplarıyla zihinlere kazanmış vadi esasen Fırat ve Dicle havzalarından başlayıp Ürdün Vadisi'ne kadar uzanan ‘Bereketli Hilal’in bir uzantısı. Medeniyetin taht kurduğu yerler. Hizbullah ve Emel’in bayraklarıyla donatılmış vadideki Baalbek, en az 3 bin yıl önce Fenikelilerin Baal (Tanrı) için inşa ettiği; Romalıların kendi inanç merkezine dönüştürdüğü; Jüpiter Tapınağı, Bachus Tapınağı ve Venüs Tapınağı gibi antik kalıntıların bulunduğu tarihi bir şehir. Ağırlığı bin tona varan yontulmuş kayalar ve 2 bin tonluk sütunların kullanıldığı bu inanılmaz yapıların sırrına hâlâ varılabilmiş değil.

Baalbek'in tarihi en az 3 bin yıl öncesine uzanıyor.

Şiileri burada mesken tutmaya iten ise Hz. Hüseyin’in kızı Seyyide Huli’nin türbesi. Bu bölgelerde Hizbullah’ın sözü geçiyor. Tabii ki Güney Beyrut’ta olduğu gibi buralarda da sokakta silahlı bir Hizbullah savaşçısına rastlamak ancak olağanüstü zamanlarda mümkün.

***

Bu tarihi serüvenle birlikte etnik ve mezhebi çeşitlilik Lübnan’ın kimliğini şekillendiriyor. Tabii krizleri konuşmaktan bunlara pek sıra gelmiyor. Lübnan halkında enteresan bir özgüven, kendisini ispat ve gösterme çabası var. Kuşkusuz iç çelişkiler ve güç mücadelesi bunu besliyor. Ağır badirelerden sonra hayata çılgınca tutunmuş gibiler. Her birinin köklerini aradığı bir geçmiş de var. Son zamanlarda Suriye’de ‘Suriyelilik’ vurgusunun öne çıkması gibi burada da ‘Lübnanlılık’ bir üst kimlik olarak nüksediyor. Yakın geçmişte insanlar mezhebi ve dini aidiyetlerine kaçarak çatışmayı derinleştirdi. Üst kimliğe sığınarak gerilimi sönümlendirme Lübnan için çok yeni bir olgu. Bu zayıf olgu güçlenme fırsatı bulur mu? Umut etmekten başka bir yol yok.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.