YAZARLAR

Toplumsal cinnet, gündüzleri nerelerde dolanıyor?

5 ay “evlilik”ten sonra, kızın bazı hal ve hareketleri hoşuna gitmediği için, “gıcık kapmış” ve “elinden bir kaza çıkmış”. Öyle... Aniden çıkıvermiş bu kaza ve kader kurbanı olarak, cezaevine düşmüş. Sunucu nedenini sorunca, “Kader işte.” diyor. “Hep cahillikten.”

Birkaç yıl önce, (şu anda aramızda olmayan) bir evlilik programı vardı. Bu programın kendisini izleme şerefine hiç erişemedim ama internetteki 9 dakikalık kısacık bir bölümü sayesinde, bütün bölümlerini izlemiş kadar oldum.

Kalplerle bezenmiş bir stüdyoda, evlenmek için taliplerini bekleyen bir adam var. “Karanlık, çilekeş, çile bülbülüm çile bir hayatım oldu.” diyor. Başı hafif yana eğik, devamlı gülümseyen, yarı pişkin, yarı gevrek bir ifadeyle.

İfadesini hiç bozmadan, 17 yaşındayken amcasının kızıyla (tabii kızı kaçırdıktan sonra) resmi nikahsız evlendiğini anlatıyor. Kızı da pek sevmiyormuş ama kaçırmak istemiş, kaçırmış. Başkasına versinler istememiş. Sunucu nedenini sorunca, “Cahillik işte,” diyor. “Hep cahillikten.”

5 ay “evlilik”ten sonra, kızın bazı hal ve hareketleri hoşuna gitmediği için, “gıcık kapmış” ve “elinden bir kaza çıkmış”. Öyle... Aniden çıkıvermiş bu kaza ve kader kurbanı olarak, cezaevine düşmüş. Sunucu nedenini sorunca, “Kader işte.” diyor. “Hep cahillikten.”

Cezaevinde yatarken, “Allah razı olsun, Ecevit affı” sayesinde, çıkmış. Çıkınca yeniden evlenmiş ama başka bir kadınla da “dost hayatı olarak” yaşamış. Kadın, bunun parasını yemiş hep. Sonra mecburen, onu da baltayla öldürmüş. Olmasa iyiymiş ama olmuş işte. Sunucu nedenini sorunca, “Şeytana uyduk işte.” diyor. “Hep cahillikten.”

Bütün bunları anlatırken, o kadar sakin ve rahat ki... En ufak bir vicdan kırıntısı ya da suçluluk yok yüzünde. Ortada bir suçlu varsa, o da adamın kaderi. (Devamlı arkasına sığındığı cahilliğini ve istemeden uyduğu şeytanın etkisini de unutmamak lazım tabii.)

Bu tarz programlar, yıllarca televizyonun gündüz kuşağında (yükselerek arşa değen reytingler alarak) döndü durdu. Çoğu sahte olan hikâyeler ve oyuncularla, birileri aşık oldu, evlendi, kavga etti, küstü, barıştı, küfürler havada uçuştu, 15 yaşındaki kızlar “gelin adayı” olarak çıkarıldı, babası yaşında adamlar ona “talip oldu”.

Sanki dünyadaki bütün seviyesizlikler, arsızlıklar, çirkinlikler, rezillikler, gariplikler birleşmiş ve “evlendirme programı” adı altında televizyona çıkmıştı.

Uzun süre yayınlandıktan sonra, bu programların aile kurumuna zarar verdiği, yayın saatlerinin çocukların da izlediği saatler olduğu, şiddete özendirdiği, şiddeti meşrulaştırdığı, toplumun milli ve manevi değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olduğu fark edildi birdenbire.

RTÜK, yaptırımları çok fena artırdı, kanallar risk almadı ve evlilik programları (nihayet) bitti.

Onların boşluğunu ne dolduracaktı? Gündüz kuşağını ne kaplayacaktı şimdi? Evlilik programı sunucuları ve kanallar, nasıl milyonlarca lira kazanacaktı? Şiddetsiz, ahlaklı, seviyeli, zeki, aile kurumuna ve insan psikolojisine zarar vermeyen programlar gerekiyordu.

Tam Seda Sayan’ın sunduğu bir belgesel programı (ismi “Belgesellerin Sultanı” olabilirdi mesela), Esra Erol’un sunduğu bir sanat programı, adını hatırlayamadığım diğer sunucuların sunduğu genel kültür yarışmaları beklentisi içine girmişken, bütün sunucular, aniden dedektif oldu.

Her kanalda en az bir (bazılarında iki tane) kayıp arama, bulma, kavuşturma, küs barıştırma, kavga bitirme, suçlu tespit etme, cinayet çözme, katil bulma programı başladı. Yıllardır Müge Anlı’nın oturduğu tahta ortak olmaya gelmişlerdi. Onlar da birer polis, hâkim, savcı ya da “amirim” olmak istiyorlardı.

Bu rolü çok hızlı benimsediler.

Sunucuların bazıları, otoriter kişiliğinden hiç ödün vermiyor. Programın başından sonuna kadar sonsuz bir ciddiyetle (daha dün, başka program formatlarında çılgınca göbek atanlar onlar değilmiş gibi) adeta birer Sherlock Holmes olarak dolanıyorlar şimdi.

Bazı sunucular da programı canlı müzikler ve elit göbek atmalarla başlatıp, sonra ani ciddileşme yaşıyor. Programlar, bir gizemi daha çözmüş olmanın haklı gururunu taşıyan bakışlarla sona eriyor.

Hepsi kavga, küfür, entrika, kayıp, dolandırıcılık, sapkınlık, bıçaklama, öldürme, işkence, tecavüz, ensest, şiddet ve cinayet dolu. Bunlar, hayatın doğal birer parçalarıymış gibi. “Tuzu uzatır mısın tatlım?” der gibi, “Cesedi nereye gömdün tatlım?” deniyor. Çukurlara, kömürlüklere, barajlara, derelere, tepelere atılan, bahçelere gömülen cesetler var çünkü.

Ekranın altında “Göğsündeki 7 bıçak darbesi, cinayeti düşündürüyor” gibi, “Kocası, ikiz kardeşi olabilir mi?” gibi, “Doğduğu günden beri, gerçek ailesini arıyor!” gibi akıl, mantık, şuur dolu yazılar akıyor hep.

Stüdyoda DNA testleri yapılıyor. Testin sonucunu duyunca inananlar ve fenalaşanlar oluyor. Kayıplar aranıyor. Anneler, babalar sürekli ağlıyor. Tecavüz edilmiş kadın, yaşadıklarını yüzlerce kez anlatmak zorunda bırakılıyor. Başka bir kadın, kocasının aslında öz abisi olduğunu öğreniyor program sırasında. Düğün gecesi dayak yemiş, sonsuz şiddete maruz kalmış, “Kayınbabam kafama bindi.” diyen kadına, Seda Sayan “Peki gerdek oldu mu?” diye soruyor.

Bir adam “Benim gerçek annem, ünlü bir sinema oyuncusu aslında,” diye çıkıyor. Birkaç hafta, o adamın doğduğu tarihte anne olabilecek sinema oyuncusu kadınların tamamı (isimleri ekranda döne döne) “şüpheli” oluyor. Sonra bir kişiye karar veriyorlar. Kanıt yok ama “ismini vermek istemeyen izleyici”lerden oluşan güçlü şahitler var. Annesini arayan adamın psikolojisi ya da “suçlu” kabul edilen sinema oyuncusunun itibarı kimsenin umurunda değil.

Bu programlar, aile kurumuna zarar vermiyor belli ki. Bunların yayın saatleri, çocukların izlediği saatler değil. Toplumun milli ve manevi değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine de aykırı değiller. Özel hayatın gizliliğine filan hiç girmiyorum.

RTÜK, arada ceza keserse, parası neyse veriliyor ve programlar devam ediyor.

Bunların şiddeti meşrulaştırdığını görmemek mümkün mü? Şiddet her gün yeniden üretiliyor. Her türlü manyaklık normal kabul ediliyor artık. Mahremiyet çoktan bitti. Kadın, aile, ilişkiler değersizleşirken, cinayet (özellikle namus cinayeti) yüceltiliyor. Kötülük ve ahlak algısı değişiyor. Görmediğimiz hiçbir şey kalmıyor.

Neyse, bunlar önemli değil yahu. O kadar da abartmayalım. Reytingler yüksekse, milyonlar ekran başına kilitlenmişse, sorun yok. Bunları kaldıralım da sunucularımız işsiz, gündüz kuşağımız boş mu kalsın? “Halk bunu istiyor kardeşim!” zaten.

Evlilik programları bitince, gündüz kuşağı, toplumsal şiddet gemisinden inmişti. Şimdi toplumsal cinnet gemisine bindi. Tecrübeli sunucuların kaptanlığında, hızlı hızlı, efil efil ilerliyor.

Gemi ilerliyor ve bir reyting uğruna, ne güneşler batıyor.


Reyya Advan Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 13 yıl, İstanbul’da çeşitli uluslararası reklam ajanslarında, reklam yazarlığı yaptı. Çocuk hikâyeleri ve masallar yazdı. İstanbul’un trafiğine ve nem oranına daha fazla dayanamayarak, Ankara’ya geri döndü. 2009’da, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Reklamcılık, yazarlık, sunum teknikleri gibi alanlarda dersler veriyor. Kurbağalara olan abartılı ilgisi dışında, normal bir insan.