YAZARLAR

Barış çölü, akademik çöl

Yanlışlarımız son dönemde çuvalları doldurdu da, tek bir hatadan dönülecekse şu hocalarımıza işlerini geri verelim. Kabul ederlerse, kollarına girelim, özür dileyelim, kürsülerine geri oturtalım. Çölü yeniden yeşertmek güçtür, çok uzun zaman alır, tutmayadabilir unutmayalım.

Allah korusun, bugün sokağınızda bir patlama olsa, ertesi gün diyelim kapı komşunuzla bir A4 kağıda gazlı kalemle “BARIŞ” yazın, gidin patlamanın olduğu yerde yan yana durun, temiz bir sopa yemeniz güçlü olasılık. Bunun göstergebilimsel bir açıklaması olmalı. Olmalı da bende o bilimsel altyapı yok.

Demokratik cumhuriyet de böyle. Eşit anayasal yurttaşlık da. Özgürlük(ler) de. Bu sözcüklerin içinden hangisi sizi rahatsız etti, bir araya gelip tamlama olunca mı anlam dönüştü, tehlikeli oldu diye sorma fırsatınız dahi olmaz. Ağzınıza küreği yer oturursunuz.

Barış İçin Akademisyenler de aynı. Üniversite nedir, neye yarar, akademisyen dediğin, hoca dediğin kaç senede nasıl, hangi ortamda yetişir? Bu insanların pek çoğu yurtdışına gitmiş, eğitim almış, dönmüş burada bir şeyler anlatmaya çalışmış çocuklarımıza. Sizin benim beş dakikada okumaktan sıkılacağımız kağıtları, baştan okuyup hak yemeyelim diye uğraşan hocalar.

İhraç edildiler de onları daha iyi tanıdık. Yirmi yıl Dışişleri’nde çalışıp Mülkiye’nin kapısından girmemiştim. Neden sonra sağolsun Arzu Yılmaz davet etti de gittiydim. İlhan Uzgel ile orada tanışıp sohbet ettik. Bir başka sefer Murat Sevinç’e gittim. O da bana Dinçer Demirkent’i tanıştırmıştı ayaküstü. Konularına hakim, hiçbir maddi hırsı olmayan, bir lokma-bir hırka koşullarda çalışan, yaşayan, namuslu insanlar. Ağlayanını, yakınanını da görmedim.

Atılmasalar onları bu denli yakından tanımak ayrıcalığına sahip olamayacaktık. Açın İlhan Uzgel’in Duvar’daki BOP yazılarına, Murat Sevinç’in mesela son Mustafa Kemal ve güçler birliği makalesine, Dinçer Demirkent’in Bir Devlet, İki Cumhuriyet kitabına, yazılarına bakın. Sadece bu kadarı bile böyle düşünmemiştim, bu bağıntının farkına varmamıştım, bunları bilmiyordum dedirtecek. E çocuklarımız bu hocaların elinde bari bir dönem eğitim görse ne olurdu, fena mı olurdu tahayyül edin.

İstanbul’da kapatılan HayatTV’de aynı programa davet edildiğimde tanıştığım Erhan Keleşoğlu. Atıldı, sonra ben de ArtıTV’de program yapmaya başladım, konuğum oldu kaç kez. Her geldiğinde keşke böyle değerli insanlarla sonradan değil meslekteyken de tanışıp, onları daha sık dinleseymişim diye düşündürtür. Hiç asık suratlı, umutsuz görmedim onu.  Donanımlı bir Ortadoğu uzmanı.

Fulya Atacan’dan üniversite son sınıfta Ortadoğu’da Din ve Devlet dersini almıştım. Müthişti. Onlarca yıl sonra bir panelde rastlaştık, ikimiz de konuşmacıydık. Hem utandım, hem duygulandım. Bir kere de lütfetti, beni kırmadı konuğum oldu. Şu anda ülkemizin içinde bulunduğu bölge, uğraştığımız meseleler hakkında en yetkin uzmanlardan biri. Sahayı da bilir, literatürü de. Kenarda. Onun da turşusunu kuruyoruz.

Sabahları “Kırmızı Pazartesiler” havasında karşılıklı oturup çalıştığımız yahut kaytarıp memleketi kurtarma sohbetleri ettiğimiz Baran Alp Uncu. Geçen sabah konuşurken çantasından Charles Tilly’nin “Democracy” kitabını çıkarttı. Tevazuyla “tanıyor musun” dedi. “Adını duydum” diye mırıldandım. Üstelemedi, sayfaları karıştırdı, iki çizelge gösterdi. Biri ülkelerin devlet kapasiteleri ile özgürlükler ilintisi üzerine, diğeri Fransa tarihinin aynı çizelgeye uyarlanması. Sanki hastaymışım da bedavadan ülkenin en değerli uzmanlarından birinin karşıma çıkıp “şu ilacı al” demesi gibi bir sahne oldu. Ufkum açıldı. İşte iyi hoca olmak böyle bir şey.

Sanki ölmüşler de arkalarından matem tutuyormuşum gibi oldu farkındayım. İsmi geçenlere uzun, sağlıklı ve üretken ömürler dilerim. İsmini bilmediklerim, tanımadıklarım, tanıyıp burada değinemediklerim, ilgi alanım dışındaki konularda çalışanlar da yüzlerce tabii. Hepsi burada. Nasıl olmasınlar pasaportlarına da el konuldu. Yetmedi bir daha dönüp aynı okullarda ders veremesinler diye KHK da çıkarıldı. Hepsi eğitmeye hazır. Aramızda dolaşıyorlar. Tanıdığım, tanışma mutluluğuna eriştiğim hepsi büyük disiplinle kendi köşelerinde çalışmaya da devam ediyor.

Bu insanları eğitimden uzaklaştırmak bir toplumun intiharıdır. Ben istifa ettim Dışişleri’nden, hiçbir şey değişmedi. Tabii öyle olacaktı çünkü bürokrasi çarkı o küçük boşluğu dolduracaktı, doldurdu bitti. Akademisyenler, hocalarımız böyle değil. Yedek kulübesine işaret et yerine adam girsin olmuyor. Yeter. Barış İçin Akademisyenler’e yapılanın, inanın Ankara Garı Saldırısı’nın siyasi hayatımızda açtığı kraterden farkı yok. Kafa aynı kafa.  Aradaki fark, giden can geri gelmiyor, bunun telafisi mümkün.

Bu insanlara yapılan adaletsizlik. Doğrusu kendi meslektaşları, akademya da iyi bir sınav vermedi bu konuda. Ama onun ötesinde bu bizim çölleşmemizdir. Bu tahribat kalıcı olur. Bir nesil çöpe gider. Allame-i cihan olsun üniversiteyi bitirip onların yerlerini dolduracak kıratta hoca üç günde yetişmez. Ayıptır, günahtır, yazıktır. Yanlışlarımız son dönemde çuvalları doldurdu da, tek bir hatadan dönülecekse şu hocalarımıza işlerini geri verelim. Kabul ederlerse, kollarına girelim, özür dileyelim, kürsülerine geri oturtalım. Çölü yeniden yeşertmek güçtür, çok uzun zaman alır, tutmayadabilir unutmayalım.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.