YAZARLAR

Rakka’da ne oldu?

Senelerdir savaşan, mütemadiyen arkadaşlarını, sevdiklerini kaybeden ve halen büyük kısmı bizzat bizim de paylaştığımız toplumsal ortamdan kaynaklanan rizikolar altında yaşayan insanlara oturduğu yerden, “DAİŞ’çileri salmışlar yeaa!” diye çemkiren, şuursuz, vicdansız kendinden menkûl mühiminsan’ları da yine aynı mücbir sebeple anmış olalım. Bir de Kürt tarafını kayıtsız şartsız savunmak için BBC haberini “külliyen yalan” diye karalamaya soyunanlar var...

“İslâm Devleti” örgütünün (DAİŞ) fiilî başkent haline getirdiği Rakka örgütün elinden alınırken, yaklaşık bir ay önce yapılan anlaşma, şimdi büyük gürültü kopardı. Gürültünün ilk sebebi, anlaşmadan çoğu kimsenin yeni haberdar oluşu. Bunu sağlayan, Quentin Sommerville ve Riam Dalati’nin BBC için yaptıkları haber. Anlaşma doğru, haber sorunlu, tepkiler genellikle abes.

Ekim ortalarında, Rakka şehir savaşının son aşamasına gelindiğinde, sağ kalmış olan DAİŞ mensupları ve ailelerinin şehirden ayrılıp kendileri için güvenli bölgeye gitmelerini öngören bir anlaşma yapılmıştı. Anlaşmanın bir tarafı DAİŞ, karşı tarafı ABD destekli, YPG ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri’ydi (SDG); ABD doğrudan masada yer almamıştı. Böyle bir anlaşmaya varılmasını isteyen “yerel güçler”, “Rakka Sivil Konseyi” ve yerel Arap aşiret önde gelenleri, masada tarafları uzlaştırmak için gayret göstermişlerdi.

Anlaşmaya değişik yaklaşımlarla, değişik çıkarları savunmak için gösterilen farklı tepkiler arasında en abesi Ankara’nınkiydi. Onca zaman ülkeyi her türlü cihatçı örgüte lojistik terminal yapmış, “aramız iyi, sıkıntı olmaz” şuursuzluğuyla koskoca başkonsolosluğu içinde rehinelerle DAİŞ’e teslim etmiş birilerinin şimdi kalkıp örgütün Rakka’daki elemanlarını son ferde kadar öldürmediler, kendileri de biraz daha ölmediler diye başkalarına “vahim ve ibret verici” gibi laflar etmesinin ciddîye alınır tarafı yok. Bunun üzerinde durmayacağım; lafını hiç etmemek olmazdı.

Senelerdir savaşan, mütemadiyen arkadaşlarını, sevdiklerini kaybeden ve halen büyük kısmı bizzat bizim de paylaştığımız toplumsal ortamdan kaynaklanan rizikolar altında yaşayan insanlara oturduğu yerden, “DAİŞ’çileri salmışlar yeaa!” diye çemkiren, şuursuz, vicdansız kendinden menkûl mühiminsan’ları da yine aynı mücbir sebeple anmış olalım.

Bir de Kürt tarafını kayıtsız şartsız savunmak için BBC haberini “külliyen yalan” diye karalamaya soyunanlar var. Anlaşma mâkûldür, gereklidir, insanlık şartları açısından kabul edilemeyecek tarafı yoktur, demek var, haberi hiç dikkate almamamızı buyurmak var. İkincisine razı gelemeyeceğiz.

“Gerçekte ne oldu”ya dair edinebildiğim bilgileri, mâkûl gördüğüm yorumları aktarmaya geçiyorum.

Önce, haliyle, ne oldu? Şu: Sahiden bir anlaşma yapıldı ve Rakka’da sağ kalmış DAİŞ savaşçıları, eşleri, çocukları ve birtakım silahlarıyla birlikte şehirden çıkıp gitti.

KAÇ KİŞİ GİTTİ?

Haberi YPG-YPJ ve ABD aleyhinde kullanmak amacıyla öne atılanların, bu arada meselâ başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in öne sürdüğü üzre, “binlerce” DAİŞ militanı söz konusu değil. DAİŞ’çiler ve ailelerini taşıyan kamyon sürücülerinden birinin iddiası, dört bin kişiyi naklettikleri yönünde. Kamyoncular, konvoyun altı-yedi kilometre uzunluğunda olduğunu, elli kamyon, on üç otobüs ve DAİŞ’e ait yüz kadar araçtan (muhtemelen meşhur Toyota kamyonetler ve otomobiller) meydana geldiğini iddia ettiler. (BBC haberinin ana kaynağı kamyon sürücüleriyle ilgili meseleye aşağıda değineceğim.) Konvoyu görenler -geçtiği pek çok yerde, kafileye öteberi satmak için dükkânını açık tutanlar dışında insanlar biryerlere saklanmışlar-, iki Humwee’nin önden giderek kılavuzluk yaptığını anlattılar.

Başka veriler, giden DAİŞ savaşçısı sayısının 250-500 arasında olduğunu gösteriyor. Sayıyı şişiren, esas olarak yanlarındaki aileleri. Sayı, BBC haberinde “yüzlerce savaşçı” diye geçiyor. Bir yerde “many hundreds” deniyor; buradan, en az üç yüz olmalı, sonucunu çıkarabiliyoruz. Ancak aynı habere göre, DAİŞ’e karşı uluslararası koalisyonun bir sözcüsü, ABD’li bir albay, Rakka’dan bu anlaşmayla çıkan DAİŞ’çilerin sayısını 250, ailelerinin ve yanlarında giden sivillerin toplamını da üç bin beş yüz kişi olarak verdi.

GİDENLER KİMLER?

BBC haberine göre YPG’liler, anlaşmayla “sadece birkaç düzine” savaşçının gittiğini söylemişler, “onlar da hep yerli” demişlerdi, oysa kamyoncular, Fransa, Türkiye, Azerbaycan, Pakistan, Yemen, Suudi Arabistan, Çin, Tunus ve Mısır’dan DAİŞ’çilerin kafilede bulunduklarını ileri sürüyorlardı.

Hiçbiri Suriyeli olmayan dört DAİŞ’çinin SDG elinde tutsak kaldığını kimse inkâr etmedi. Ancak kamyoncuların doğruyu söylemediği ve giden DAİŞ’çilerin hepsinin Suriyeli olduğu kabul edilirse bu sorun yaratıyor. Anlaşmayı eleştirenler diyorlar ki: Kendi gözetiminde yapılan bu anlaşmayla ABD, Batı’da tehlike yaratması muhtemel dört militanı kenara ayırıp tesirsiz kılmış, DAİŞ’in yerel unsurlarını yerel ahalinin -ve bu arada Türkiye’nin- üzerine salmış. Mantıklı mı? Değil. Dört kişi mi her şeyi değiştirecek?

Kamyoncular niye yalan söylüyor olabilir? Bu konuda bir iddia var. Anlaşmayı savunan taraftan. Deniyor ki: Bunlara sefer için dört ilâ altı bin dolar arasında para vaat edildi, sonra bunlar ödenmedi. Üzerleri bomba dolu, intihar yelekli, silahlı DAİŞ’çilerle yapılan epey sıkıntılı ve tehlikeli bir yolculuktan sonra paraları verilmediği için şöförler SDG’yi karalıyorlar. Anlatılanlara göre, DAİŞ’çiler anlaşma gereği üzerlerine düşen, kamyon başına 800 dolarlık tutarı ödemişler.

Bu iddianın doğruluğunu-yanlışlığını sanırım kimse herkesi tatmin edecek sağlamlıkta ortaya çıkaramaz. Ancak şunu da eklemek lazım: BBC haberini hazırlayan gazeteciler konvoyun güzergâhı üzerindeki köylere gittiler, DAİŞ’çilerin geçerken durup alışveriş yaptıkları -bu arada, aldıklarının bedellerini eksiksiz ödemişler- dükkânların sahipleriyle görüştüler, onlardan biri, “Tunuslu bir savaşçının” kendisine şunu şunu dediğini anlattı. Doğruysa, kafilede yabancılar da vardı demek. Uydurulmuş olabilir mi? O kadarı da olur mu? Bilemiyoruz. Anlaşmanın yapıldığı günlerde Rakka’da yüz elli kadar yabancı DAİŞ’çinin bulunduğu sanılıyordu.

NE GÖTÜRDÜLER?

“Kaç kişi gitti”ye ilk elden, “yanlarına neler alabildiler”i de eklemek lazım. Anlaşma DAİŞ’çilerin yalnız hafif silahlarıyla gidebilmesini öngördüğü halde, kamyoncuların iddiasına göre, savaşçılar yanlarına ağır silahlar da aldılar; on kamyona sırf silah ve cephane yüklendi. Hattâ bir kamyonun yükün ağırlığından aksı kırılmış, yine iddiaya göre.

Şimdiye kadar ortaya çıkmış bilgi ve görüntüler bu konuda sağlıklı hükme varmamız için yetersiz. Ancak BBC haberinde bu konudaki yegâne kaynak kamyoncular olduğundan, kasıtlı abartı ihtimalini göz önüne almamız gerekiyor.

ANLAŞMA NİYE YAPILDI?

Anlaşmayı yapanlar açısından görünen şu: Rakka şehir savaşının son aşamasına gelinmişti, DAİŞ’çiler sağlam yığınak yaptıkları stadyum ve hastanede, olabildiğince çok düşman öldürmek, gerekirse kendileri de burada can vermek üzere hazırlanmış bekliyorlardı. Sayıları -“bin kadar” deniyor- tam bilinemeyen siviller ve kendi eşleri, çocukları, canlı kalkan-rehine olarak ellerindeydi. Şehir savaşının son aşamasının özellikle kanlı geçeceği belliydi. Sonunda DAİŞ’çilerin kaybedeceği kesin olsa da, çok kayıp verileceği belli muharebeleri gereksiz kılmak için böyle bir anlaşmaya yönelindi. Kurdistan Solidarity Campaign sitesi, “sivil kayıpları ve SDG’nin kayıplarını önleme”yi anlaşmanın ilk hedefi sayıyor.

SDG’nin, özellikle onun hem çekirdeğini hem esas gövdesini oluşturan YPG-YPJ’nin Rakka harekâtının başından bu yana verdiği kayıplar da “many hundreds”tı. Daha fazla kayıp vermeme yolu varsa bunu yeğlemeleri normal.

Üçüncü olarak, aslında daha çok yerel unsurların isteği ve girişimleri üzerine böyle bir anlaşma için masaya oturulmuştu. Arap nüfuslu bu bölgenin yönetiminde söz sahibi olmak isteyen PYD’nin, daha çok kan dökülmesini önlemeye çalışan yerel ahaliyi -sonrası için- kazanma adına da anlaşmayı kabul ettiği söyleniyor.

Anlaşma için öne sürülen bu gerekçelerin hiçbiri akla uzak değil. Zaten birtakım çıkarlar adına sahneye fırlayıp bağırtı çağırtı çıkaranlar bile biliyor ki, savaşlarda bu tür anlaşmalar olur.

Peki, DAİŞ bir nevi bozgunu kabul etme anlamına gelecek bu anlaşmaya nasıl yanaştı? Çünkü başka çaresi kalmamıştı. Koalisyon, yanlarında ailelerinin bulunuşunu filan takmadan DAİŞ’çileri her zamankinden daha yoğun bombardıman altında bırakmış, on saat içinde beş-altı yüz kişi öldürmüş, DAİŞ sertliğindeki bir örgütü dahi panik ve yılgınlığa sürüklemişti; BBC’ye konuşan -daha sonra sınırı geçmeye çalışırken yakalanmış- bir üst düzey DAİŞ’çinin bizzat anlattığına göre.

NEREYE GİTTİLER?

Anlaşmanın bunca gürültüye yol açmasının anlaşılır sebeplerinin başında, konvoyun varış noktası geliyor. DAİŞ’çiler, Rakka’nın 140 kilometre kadar doğusunda, önemli bir yerleşim merkezinin bulunmadığı, örgütün hakimiyetindeki bir yere bırakıldılar. Burası, o esnada Suriye ordusunun Rusya hava kuvvetleri desteğiyle DAİŞ’in elinden almaya çalıştığı Deyr ez-Zor’un kuzeydoğusunda, şehre 60-70 kilometre mesafede bir yer. Yani bütün o Humwee’leri ve Toyota’larıyla DAİŞ’çilerin, ailelerini örgütün hükmettiği topraklardaki köylere yerleştirdikten sonra Deyr ez-Zor’a, savaşmaya koşması mümkündü. Rakka anlaşmasını denetleyen ABD ve onun desteklediği SDG bunu özellikle yapmış olmakla suçlanıyor. “Kirli anlaşma” deyişine zemin olan durum bu.

Kurdistan Solidarity Campaign’in “YPG’nin İspanyol gönüllüsü Arges Artiaga”ya dayandırarak ortaya koyduğuysa, DAİŞ’çileri Deyr ez-Zor’a göndermenin mantığını tersine çeviriyor. Artiaga, bir DAİŞ komutanının, şehirden çıkmalarına izin verilmezse canlı kalkan olarak kullandıkları bin sivili öldüreceklerini söylediğine bizzat şahit olduğunu ileri sürüyor. İspanyol YPG’li, “Deyr ez-Zor [bir taraftan] Suriye ordusu, [öbür taraftan] YPG kuvvetlerince kuşatılmış durumda, oradan bir yere kaçamazlar ki,” diyor.

Artiaga’nın dediklerine gölge düşüren, sözlerine daha çok propaganda gözüyle bakmamıza yol açan bir ayrıntıyı belirtmeliyim. Artiaga, DAİŞ’çilerin Rakka’dan çıkınca “Türkiye’ye gitmek istediklerini” iddia ediyor, “YPG’nin buna izin vermesi imkânsızdı,” diyor. DAİŞ’çilere her şeyi diyebiliriz de, silahları ve rehineleriyle Rakka’dan topluca çıkıp, koalisyon uçaklarının gözetimi altında Türkiye’ye gelebileceklerini varsayıyor olmaları, akıl-mantık sınırlarını fazla zorlamıyor mu?

Memleketimizde ağzını yalnız devlet çıkarı savunmak için açan çokbilir tayfa da, hem her melaneti YPG’ye yükleme maksadıyla hem de akıl-mantık sınırı diye bir şey tanımadığından, “Rakka’daki DAİŞ’çileri Türkiye’ye gönderdiler!” sansasyonuna inanmaya hazır.

Bu mevzu pek tuhaf. Topluca değil, araziye dağılarak tek tek geldiklerini varsayalım. Yine kısıtlı süre içinde pek çoğunun sınırdan geçmesi gerekecek. Nereden geçecekler? Suriye İçsavaşı’nın ilk zamanlarındaki gibi, sınır boyu cihatçı militanların ve onlara silah-cephane taşıyanların hizmetine tahsis edilmiş değil. 911 kilometrelik sınırın 688 kilometresine duvar örüldü, ardında askerler  “Alman K9 köpekleriyle” nöbet tutuyor. Ayrıca DAİŞ’çiler artık Türkiye’de rahat iş göremiyor, sürekli polis operasyonlarla hareket alanları daraltılıyor.

Buna rağmen geliyorlar mı? Geliyorlar. İnsan kaçakçıları, kişi başına 600, aile başına 1500 dolar gibi paralara DAİŞ’çilerin Türkiye sınırını aşmasını sağlıyorlar. Ama bu tabiî ki zorlukla, itinayla sürdürülen bir iş, Suriye İçsavaşı’nın ilk döneminde karşı yöne doğru yaşandığı gibi, DAİŞ’çilerin kitle halinde göçüne imkân veren bir kanal değil.

Üstelik, DAİŞ Suriye’de toprak ve hakimiyet kaybettikçe daha büyük riskler altında kalan militanları ailelerini alıp -Türkiye dahil- civar ülkelere veya cihatçıların elindeki İdlib’e kaçmaya çabalıyorlar. Yani bu faslın Rakka’dan çıkış anlaşmasıyla doğrudan alâkası yok.

ANLAŞMA "KİRLİ" Mİ?

BBC’ye haberi yapanlardan Riam Dalati’ye göre, Rakka anlaşmasına “kirlilik” atfedilmesine yol açan koşulların başında, görüşmelerin sıkı gizlilik içerisinde sürdürülmesi, haber sızıntıları olduğunda YPG’nin inkâr etmesi, “çatışma sürüyor” açıklamasıyla yetinilmesi geliyor. BBC haberini sallantılı kılan etkenlerden biri, YPG’ye pek sempati duymadığını teşhis edebildiğimiz Dalati’nin bu tweet’i. Birazdan göreceğiz ki, böyle bir gizlilik yok.

Dalati, 10 Ekim’deki olağan dışı yoğun koalisyon bombardımanının amacının, DAİŞ içerisinde anlaşmaya yanaşmayan radikal kesimi ezmek, örgütün geri kalanını başka çarelerinin kalmadığına “ikna etmek” olduğunu söylüyor. Bu belli ki doğru. Çünkü bu bombardımanı izleyen yirmi dört saat içinde yüzü aşkın DAİŞ’çinin teslim olduğu biliniyor.

14 Ekim’de, The Guardian’da Damien Gayle, Rakka’da sağ kalmış DAİŞ’çilerin, yanlarına bir grup canlı kalkan alarak şehirden çıkmalarını öngören bir anlaşmanın yapılmış olduğunu, Rakka Sivil Konseyi’nden Ömer Alluş’a dayanarak bildirmişti. Alluş, Rakka’daki -Suriyeli ve yabancı, toplam- beş yüz kadar DAİŞ’çinin çıkışı için anlaşma yaptıklarını anlatmış, koalisyon kaynakları sayıyı “üç yüz-dört yüz” diye azıcık azaltıp bulanıklaştırmıştı.

Alluş, anlaşmanın Suriyeli olmayan DAİŞ’çileri de kapsadığını belirtmişti. Bu böyleyse bir yandan “yalnız Suriyeliler gidiyor” yollu YPG açıklamalarıyla çelişiyor, öte yandan “yabancılar gitmeyecek dediler ama gönderdiler” diyenleri boşa düşürüyordu.

Haber, aynı gün, dış haberler servisince derlenmiş olarak The Telegraph’ta da yer almış, burada da tahliye anlaşmasının yabancı uyruklu DAİŞ’çileri kapsamayacağı öne sürülmüştü. Habere göre bir SDG yetkilisi, otobüs ve kamyonların Rakka dışında beklediğini bildirmişti.

Kurdistan Solidarity Campaign sitesinin hatırlattığı üzre, YPG’ye katılan Britanyalı gönüllü Macer Gifford 17 Ekim’de Facebook sayfasından, DAİŞ’in Rakka’daki ana mevzilerinden hastaneyi terk eden militanların görüntülerini yayımlamıştı. (Hastanede, DAİŞ’in savaşçılarıyla birlikte dört yüz kadar kadın ve çocuk vardı.) YPG veya SDG yetkililerince engellenmeden rahatça çekilip Facebook sayfasına konabilen bu görüntüler, zaten Guardian ve Telegraph haberlerinin varlığında iyice anlamsızlaşan gizlilik iddialarını tamamen çürütüyor. Çünkü gidecekleri otobüsün çevresinde yolculuk hazırlıkları yapan DAİŞ’çiler bu görüntüleri, bir “çıkış anlaşması” var olmaksızın veremezlerdi.

KİM MAKSATLI, MAKSAT NE?

Kurdistan Solidarity Campaign sitesinin, yanlışları düzeltip, görülmesi gerekirken atlanana işaret edip, çıkış anlaşmasının meşruiyetini ortaya koymak yerine BBC haberini “Rakka’yı özgürleştirme uğruna can veren şehitlerin hatırasına hakaret” ve “anti-Kürt propaganda” olarak nitelemesi, savaşla ilgili her türlü tartışmanın savaş koşullarında cereyan edeceğini, bundan kaçınılamayacağını gösteriyor.

BBC’nin haberinde gazetecilerin haberi daha cafcaflı ve sansasyonel kılmak için gerçeği eğip bükmelerinin izleri belirgin şekilde görülüyor. Sunuşun çarpıcılığını azaltmasın diye kaynakların fazla sorgulanmadığı, anlattıklarının kurcalanmadığı belli. Haberdeki yaklaşım, muhtemelen yazan iki muhabirden birinin olumsuz hisleriyle beslenmiş. Zaten anlaşmayı “kirli” diye niteleyerek baştan tavır konuyor. Söz konusu anlaşmayı gerekli ve meşru kılan insanî ve askerî sebepler, “kirli anlaşma” deyişinin altını boşaltabilir kaygısıyla doğru dürüst gözetilmemiş. KSC sitesinin ileri sürdüğü üzre, haberin çeşitli ayrıntıları bizzat “taraflı kaynaklara ve yalana dayalı” olabilir. Bunlara rağmen, haberdeki her şeyi toptan reddetmeyi yanlış buluyorum.

KSC, BBC haberindeki iki imzadan birinin sahibi Riam Dalati’yi “Türk devleti ve ‘Suriye muhalefeti’nin iyi tanınan propagandacılarından” diye niteliyor, “icabında DAİŞ’i savunmayı gerektirse bile” hep “YPG’yi baltalamak için” çabaladığını, “Kürt savaşçılarla alay etmekten” hoşlandığını iddia ediyor. Tweet’lerine bakıldığında Dalati’nin sahiden çoğu durumda YPG’ye karşı taraf olduğu, PYD-YPG ve Suriye Kürtlerine yaklaşımının olgu peşindeki gazeteci tavrından ibaret olmadığı görülüyor.

Gel gör ki, şu gazetecilik meselelerinde dön dolaş aynı yere geliyoruz: Dalati’nin YPG’ye husumeti, BBC haberinde anlatılan her şeyin yalan-yanlış olduğunu kanıtlamıyor. Onlar kısmen doğru diye de konu edilen anlaşma kafadan “kirli” olmuyor.

Bunlar bir yana, BBC haberinin kaynaklık ettiği “kamuoyu tepkisi” daha vahim. Neredeyse tamamı harabeye dönmüş şehirlerin içerisinde sokak sokak sürdürülen, çok kanlı, bol kayıplı bir savaştan söz ediyoruz. Biz bunun büyük ölçüde izleyicisiyiz. Kalkıp, hattâ kalkmadan, oturduğumuz yerden, “Canım ne var, yirmisi otuzu daha ölseymiş, DAİŞ’çileri son ferde kadar gebertselermiş, onlar da o arada ellerindeki rehineleri öldürselermiş, bize ne!” mânâsına gelecek densizlikler yapamayız.

Tamam, olguların izinde, hakikatin peşindeyiz; ama bütün bunları azıcık daha izan, idrak ve vicdan sahibi olabilelim diye yapıyoruz.