YAZARLAR

Serbest kötülük

Kötülüğün hiçbir cezaya maruz kalmadan, aslında tam bir cezasızlık ve sorumsuzluk iklimi içerisinde hızla yayılışının hikâyesi bu. Ve bundan rahatsız olanların ancak içlerinden biri çıkıp bu gidişata dur demeye cesaret etmesinin ardından dayanışmaya girişmesinin de hikâyesi. Şu bizim bildik tarihimizin tokat gibi yüzümüze çarpılması.

Kötülük için kimsenin kimseden izin alacağı yok. İçgüdüsel saldırının sistematize edilmiş halinde kötülük hem ilkel dürtüyü hem de inceltilmiş, üzerine kafa yorulmuş versiyonları birleştirir. Bütün bunları yaparken de haklılığından zerre şüphe duymaz, kötülüğü geliştirmek için harcadığı emeğin bir gıdımını bile neden bunun planlanıp uygulandığı, kimi insan ve canlılara bunca akıl almaz zulmün nasıl ve hangi saikle reva görüldüğüne dönük bir sorgulama için göstermez. Kötülük ve sorgulama bir arada barınamaz zira. Kötülüğün başlayabilmesi için insanlığın devreden çıkması gerekir.

SEÇİM SENDE OLDUĞUNDA

Geçenlerde bir video çekimine rastladım. 1979 yılında o zamanlar henüz pek tanınmamış olan performans sanatçısı Marina Abramovic, gösteri sanatları tarihinin en dehşetli işlerinden birine girişmiş. "Rhythm 0" adını verdiği bu gösteriyi, olduğu yerde sabit, hareketsiz durmak ve iradesiz bir kukla pozisyonu benimsemek üzerine inşa etmiş. Gösteriyi izlemeye gelenler için de bir masanın üzerine seçebilecekleri pek çok farklı obje bırakmış; çiçek, çikolatalı kek, zincir, bıçak, mermi ve silah dahil çağrışımı bol ve taban tabana zıt bir dolu eşya… Performansın asıl özneleri aslında hür iradeleri ile bu objelerden hangisini ne şekilde kullanacağına karar veren izleyicilerin ta kendisi.

Marina Abramovic’in sanat felsefesi, gösteri boyunca kendi varlığını yaşayan bir sanat eserine dönüştürmeye dayalı. Gel gelelim altı saat süren performans boyunca olanlar sanatın sınırlarını fazlasıyla aşarak korkunç bir psikolojik toplumsal vakaya dönüşüyor.

Önceleri izleyiciler pek bir nazik ve iyi. Kadına gül uzatanından kek yedirenine, saçlarını okşayanından el sıkışanına, karşısındaki bu hareketsiz insanla insani ilişki kuranlar çoğunlukta. Ancak aradan zaman geçtikçe, ortamın havası bir anda sertleşiyor. İzleyicilerden birinin kadına hafif bir tokat atması ile başlayan yeni evrede Abramovic’in hiçbir tepki vermediğini görenler içerisinde kötülükte “el büyütenler” bir anda pıtrak gibi çoğalıyor. Bundan sonrası savunmasız olana karşı gerçek bir linç girişimi. Silahı kadının alnına dayayıp sonrasında boynuna yöneltecek şeklinde yerleştireninden, yüzüne, vücuduna yazılar yazanına, cinsel tacizde bulunup üzerine tüküreninden, giysilerini makasla parçalayıp çırılçıplak bırakanına, nihayetinde vücudunun her yanını bıçakla çizenine kadar bir dolu vahşet sahnesi. Kadını cansız manken gibi oradan oraya sürükleyip masanın üzerine yatırıp tecavüz etmeye çalışanı da cabası.

FAİL İZLEYİCİLER

Adı "sanat performansı" olan bir etkinliğin böylesi bir vahşete, izleyici diye gelenlerin faile dönüşmesi ve bu toplu cinnetin kendisi kötülüğün doğasına dair çok şey düşündürüyor. Bütün bu zulüm herkesin gözü önünde ve suç ortaklığı içerisinde artarken, hareketsizliğini koruyan ama göz yaşları akmaya başlayan kadın, kalabalık içinde bulunan bir grup insanın bu durumdan rahatsızlık duymaya başlamasıyla neden sonra korumaya alınıyor. Ama bunun için önce tek bir insanın, bu örnekte bir kadının çıkıp mendiliyle Abramovic’in gözyaşlarını silmesi ve ona sarılması gerekiyor. Ardından diğerleri belirip ona kıyafetlerini giydiriyor, yaralarını temizleyip bantlayarak kadına sigara ikram ediyor.

Kötülüğün hiçbir cezaya maruz kalmadan, aslında tam bir cezasızlık ve sorumsuzluk iklimi içerisinde hızla yayılışının hikâyesi bu. Ve bundan rahatsız olanların ancak içlerinden biri çıkıp bu gidişata dur demeye cesaret etmesinin ardından dayanışmaya girişmesinin de hikâyesi. Şu bizim bildik tarihimizin tokat gibi yüzümüze çarpılması.

‘BIRAKALIM GEBERSİNLER’

Tesadüf bu ya, Abramovic’in hiçbir dönem eskimez ve unutulmaz bu performansına baktığım gün, Irak'ın İran sınırına yakın Halepçe kenti yakınında meydana gelen ve 500'ü aşkın kişinin öldüğü, binlerce insanın yaralandığı 7.3 şiddetindeki depremin ardından Twitter hesabından "Hazır deprem olmuş bırakalım gebersinler" mesajı paylaşan Öznur Ilgar’ın tetiklediği sözlü linç vakası yaşandı. Irkçılık yaptığını bile bilmeden ortalığı nefret söylemine boğanların ve bunları haber kisvesi altında yayanların ülkesi burası. Sadece bu kez Abramovic’in kurduğu ve dolayısıyla billurlaştırdığı o kötülük sahnesi örneğine koşut olarak deprem mağdurlarının “gebermesini” dileyen kişinin bir sağlık çalışanı olması gibi minik bir ayrıntı vardı ortada.

Acıbadem Sağlık Grubu’nda müdür pozisyonunda olan bu insanın paylaşımı sonrası, bağlı bulunduğu kurum, artan tepkiler üzerine önce bahsi geçen kişinin hesabının hacklenerek bu mesajın atıldığı iddiasıyla Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunduğunu, kurum içi denetim birimleri tarafından da soruşturma başlatıldığını, bunlar tamamlanana kadar, çalışanın açığa alındığını duyurdu. Hesabın korumaya alınması ve çığ gibi büyüyen tepkiler sonrasıysa ikinci açıklama geldi:

“Kurumumuz tarafından yapılan ön soruşturma ve inceleme sonucunda çalışanımız Öznur Ilgar’ın kurumla ilişiği kesilmiştir. Söz konusu Twitter mesajındaki nefret dolu söylemi, kurumumuzun anlayışı gibi yansıtan bazı sosyal medya paylaşımları ise hepimizi üzmüştür. İnsan sağlığı odaklı hizmet sunan, Hipokrat yemini etmiş binlerce uzmanın çalıştığı, temel insan haklarını benimsemiş bir kurum olarak Acıbadem; din, dil, ırk gibi her türlü ayrımcılığın karşısındadır ve karşısında olacaktır!”

Bahsi geçen nefret dolu söylem değil nefret söyleminin ta kendisi; hani elde imkân olsa bırakalım gebersinler diyen ve hayatını koşulsuz, ayrımsız insan sağılığına adamış bir çalışandan bahsediyoruz. Ama elbette mesele, o insanın kendisiyle başlayıp bitmiyor. Mesele, birilerini insandan saymama ve dolayısıyla katli vacip görebilme temelli kötülüğün böylesine çıplak bir şekilde ortaya çıkabilmesinde. Pat diye aşikâr oluşunda. İnkâr edilemez bir hal almasında.

Serbest kötülük en büyük siyasi ve insani mücadele alanı. Belki böylesi sarsıntılar iyidir. Depremden daha beter yıkıcılıkları gösterir. Ve unutmayı engeller. İnsan onuruna değen el, kimseyi es geçmez. Her şey sadece bir sıralama meselesidir. Ve bu kuyrukta yer almayıp o ilk adımı atmakla değişir dünya. Şükür ki her şeye rağmen, şükür ki inadına hâlâ…


Karin Karakaşlı Kimdir?

1972’de İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’nün ardından Yeditepe Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1998’de öykü dalında Varlık dergisinin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazandı. Karakaşlı’nın eserleri şunlardır: Başka Dillerin Şarkısı (Öykü, Varlık Yay., 1999; Doğan Kitap, 2011) , Can Kırıkları (Öykü, Doğan Kitap, 2002), Müsait Bir Yerde İnebilir Miyim? (Roman, Doğan Kitap, 2005), Ay Denizle Buluşunca (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2008), Cumba (Deneme, Doğan Kitap, 2009), Türkiye’de Ermeniler: Cemaat, Birey, Yurttaş (İnceleme, Günay Göksu Özdoğan, Füsun Üstel ve Ferhat Kentel ile, Bilgi Üniversitesi Yay., 2009), Benim Gönlüm Gümüş (Şiir, Aras Yayıncılık, 2009), Gece Güneşi (Çocuk Kitabı, Günışığı Kitaplığı, 2011), Her Kimsen Sana (Şiir, Aras Yayıncılık, 2012), Dört Kozalak (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2014), Yetersiz Bakiye (Öykü, Can Yayınları, 2015), İrtifa Kaybı (Şiir, Aras Yayıncılık, 2016), Asiye Kabahat’ten Şarkılar Dinlediniz (Anlatı, Can Yayınları, 2016). Karakaşlı halen Kültür Servisi, Gazete Duvar siteleri ve Agos gazetesinde yazmaktadır.