YAZARLAR

'Kalkınmacı' Merkez Bankası I

Merkez Bankası faiz indirimi gündemi yüzünden siyasi tartışmaların da odağına yerleşti. Şimdi de yeni bir modelmiş gibi sunulan kalkınmacı model tekrar tartışılmaya başlandı.

Merkez bankası son yıllarda sadece ekonomik değil siyasi tartışmaların da odağına yerleşti. Bunda siyasi otoriteden gelen faiz indirimi konulu şikâyetlerin önemli bir payı var. Ancak bu eleştiriler hiçbir zaman hükümetin merkez bankası ile ilgili bir alternatif geliştirmesi düzeyine varamadı. Zira hakim merkez bankacılık paradigması dışına çıkan bir model, sadece merkez bankacılık alanında değil, genel olarak ekonomide bir kulvar değişikliği yapılmasını gerektiriyor. Bu anlamda merkez bankacılığı alanında ana akımdan sapan bir adım atılıp atılmayacağı, Türkiye’de ekonomi yönetiminin yönelim sorunun nasıl çözüleceği ile ilgili.

Bu yazıda iktidara yakın çevrelerce sanki yeni bir öneriymiş gibi sunulan “kalkınmacı” merkez bankası konusunu, kısa bir tarihsel yolculuk eşliğinde ele alacağım. Bu yolculukta Türkiye gibi geç kapitalistleşmiş ülkelerdeki merkez bankacılığı uygulamaları odağımızda olacak. Okuyucuyu yormamak için tartışmayı iki haftaya yaydım, haftaya yazının ikinci kısmı olacak.

NEOLİBERAL POPÜLİZMİN AŞINMASI

Başlamadan bir konuya daha değinmek istiyorum. “Kalkınmacı” merkez bankası konusu, geçen hafta değindiğim neoliberal popülizm tartışmasıyla bağlantılı. Zira neoliberal popülist modelin mevcudiyetini mümkün kılan küresel ekonomik konjonktürün tersine dönemeye başlaması ile iktidar yakında ekonomik yönelim konusunda bir karar vermek zorunda kalacak. Çatallanan yolun ucunda iki seçenek var.

Seçeneklerden biri neoliberal popülist modeldeki “popülizm” içeriğini koruyarak “neoliberalizm” tarafını törpülemek. “Kalkınmacı” merkez bankası bu seçenekte gündeme gelebilir. İkincisi de “popülizm” içeriğinin giderek zayıfladığı bir neoliberal modele geçmek. Yani, 2000’li yıllarda AKP’nin alamet-i farikalarından biri olan bu iki politikayı (neoliberal ve yeni popülist uygulamalar) aynı anda uygulayabilmesinin maddi koşulları daralıyor. Bu bağlamda “kalkınmacı” merkez bankası tartışması, neoliberal popülizmin bir süredir yaşadığı aşınmanın bir yansıması olarak ortaya çıktı. Bu açıdan merkez bankası tartışması, ekonomi yönetiminin yönelimindeki belirsizliğin nasıl netleşeceği açısından önemli bir gösterge olacağı için de önemli.

MERKEZ BANKACILIĞIN AŞAMALARI

Geç kapitalistleşen ülkeler için modern merkez bankacılığı uygulamaları, 1945-1990’lar ile 1990’lar sonrası olarak iki dönemde incelenebilir. İlk dönemdeki temel unsur, merkez bankalarının izlenen kalkınma stratejisi çerçevesinde sanayileşme ve dış ticaret politikalarının bir uzantısı olarak konumlandırılmasıydı.

İkinci dönemin temel özelliği ise merkez bankalarının enflasyonu düşürmekle görevlendirilmesi ve para otoritesinin siyasi otoriteden ayrılarak bağımsız bir şekilde konumlandırılmasıdır. İkinci dönemde merkez bankaları, faiz aracını kullanarak ve enflasyon hedeflemesi sistemi çerçevesinde tek bir hedefi yerine getirmekle görevlendirilmiştir.

“KALKINMACI” MERKEZ BANKASI

Geç kapitalistleşen ülkeler için merkez bankacılığı uygulamalarındaki ilk dönemin en önemli özelliği, para politikasının, maliye, sanayi ve dış ticaret politikaları ile birlikte ele alınması ve tüm bu alanlarda etkili eşgüdümü sağlayacak bir kurumsallaşmanın öne çıkmasıdır. Bu modelde ekonomi, beş yıllık kalkınma planları çerçevesinde yönetilir. Bu model ile para politikasının yürütülmesinin genel olarak ekonomi politikasının bir parçası olması (siyasi otoriteye bağlı merkez bankası) ve belirli bir süre için önceden ilan edilmiş bir politika çerçevesinin varlığının (beş yıllık planlar), hem zaman tutarsızlığı, hem de demokrasi açığı sorununun çözülmesine olanak sağlayacağı düşünülür.

Kalkınmacı hedeflere duyarlı merkez bankacılığı uygulamaları, daha çok yirminci yüzyılın ikinci yarısında Japonya ve Güney Kore gibi hızlı ve sürekli büyüme temposu yakalayan ülke örneklerine dayanıyor. Ancak o kadar uzağa gitmeye gerek yok. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) kanunlarına bakarsanız, 2001 öncesindeki yasal düzenlemenin “kalkınmacı” merkez bankası uygulamalarının bir örneği olduğunu görürsünüz. Yani hükümet çevrelerinin önerisi yeni değildir. Önceki model daha iyidir ya da daha kötüdür tartışması yapmadan şunu belirtmekle yetineyim: Böyle bir modelin uygulanması, ekonomi politikasının genelinin neoliberal modelin dışına çıkarılmasını gerektirir.

Bunu 1970-2001 arası uygulanan 1211 sayılı yasaya bakarak kolayca anlayabiliriz. Yasaya göre “para ve kredi politikasını kalkınma planları ve yıllık programlara uygun bir tarzda yürütmek” TCMB’nin temel görevleri arasındadır. Yani yasadan hemen fark edilebileceği gibi, bir ülkede merkez bankasının “kalkınmacı” olabilmesi için, o ülkede ekonominin kalkınma planlaması ile yönetilmesi gerekir.

FİNANSALLAŞMA

Kısa tarihsel yolculuğa devam edelim. Merkez bankacılığı alanında 1990’lı yıllar sonrasındaki ikinci dönemin temel özelliklerinden biri, gerek erken kapitalistleşmiş gerekse geç kapitalistleşmiş ülkelerde finansal faaliyetlerin ekonomilerdeki ağırlığının giderek artmasıdır. Kısaca finansallaşma olarak adlandırılan bu dönemde, geç kapitalistleşen ülkeler sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi yoluyla küresel finans sistemiyle daha fazla bütünleştiler.

Bu dönemde, enflasyonun düşürülmesinin yanında merkez bankalarının temel kaygısı, ani sermaye çıkışlarından kaynaklanacak olan finansal krizleri önlemek ve yerli paraların üzerindeki değersizleşme baskısını azaltmak için rezerv birikimlerini artırmak oldu. Dolayısıyla daha önceki dönemden farklı olarak finansallaşma döneminde geç kapitalistleşen ülkelerdeki parasal otoriteler, küresel finansal akımların ve bu akımları yöneten kurumsal yatırımcıların alacağı kararlara daha duyarlı hale geldi.

ARA SONUÇ

Serinin ilk yazısını şu vurgu ile bitirmiş olayım: “Kalkınmacı” merkez bankası modelinin tartışılabilmesi için iki ön şart var. Bunlardan ilki ekonominin planlama disiplini ile yönetilmesi, ikincisi de sermaye hareketlerinin kısıtlanması. Bu iki şart yerine getirilmeden yapılan “kalkınmacı” merkez bankası tartışması, havanda su dövme ile eşdeğerdir. Haftaya, “neoliberal” merkez bankası modeli ile 2008 krizi sonrasındaki gelişmeleri ele alacağım.


Ümit Akçay Kimdir?

Doç. Dr. Ümit Akçay, 2017 yılından bu yana Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu’nda (Berlin School of Economics and Law) ders vermektedir. Daha önce İstanbul Bilgi Üniversitesi, ODTÜ, Atılım Üniversitesi, New York Üniversitesi ve Ordu Üniversitesi’nde çalışmıştır. Akçay, Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği (Ankara: Notabene, 2016) kitabının ortak yazarı; Para, Banka, Devlet: Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi Politiği (İstanbul: SAV, 2009) ile Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlamanın ve Devlet Planlama Teşkilatının Dönüşümü (İstanbul: SAV, 2007) kitaplarının yazarıdır. Akçay, güncel olarak, yeni otoriterliğin ekonomi politiği, büyüme modellerinin ekonomi politiği, merkez bankacılığı ve finansallaşma konularıyla ilgilenmektedir.