YAZARLAR

Dersini almış da ediyor ezber

“Abi aslında ben komando olmak istiyordum ama almadılar. Ah bir komando olacaktım ki, burada tertip mertiple mi uğraşacaktım. Terörist öldürecektim abi, ah olacaktım ki. Ama işte hep o ezber yüzünden. Hiçbir şey ezberleyemiyorum ki seçmeleri geçeyim…”

Askerlik diye bir şey var, orada “pim çek bomba at” diye bağırıyor bir dolu adam. Üstlerinde birörnek elbiseler, birinin ötekinden farkı yok, saçlar aynı, sakal yok, bot ayağı sıkıyor. Komutan denen kalabalığın içinde binlerce hiyerarşi, hepsi daha birörnek, yaptıkları işin manasızlığından çok işin aptal tahakkümüne ikna olmuş, birçoğu kendinden geçmiş halde etrafta dolanıyorlar. Kimi askerlere izmarit toplatmaktan ölesiye haz duyuyor, kimi taş taşıtıyor, harç kardırıyor, kimi de spor övüyor habire göbeğine bakmadan.

Elektronik ve Elektro Optik Bakım ve Onarım Atölyesi’nde dört komutan var, birinin yaşı anneminkine yakın, biri dayımın yaşlarında, biri benim, sonuncusu da biraderin. Sonuncusunun misafirine çay götürürken kutsal olan olmayan her şeye küfrediyorum içimden mesela. O bu küfrü duyuyor içimden bile söylesem, ama hoşuna gidiyor. Ordunun temel anlaşma biçimi küfürdür çünkü. O koca erkek kalabalığının iki kelimesinden üçü küfürdür. Bir güç gösterisi, bir manasızlık yarışı, bir yalandan erk mücadelesi. Bitmeyen.

Nöbetteyiz Niğdeli Levent’le beraber. Gecenin körü, kule isimli yerde bir metrekare kafesin içinde iki saat. Soğuk, bir kelime olmaktan çok kemiğe kasteden bir şey, dört bir yandan “garp” rüzgârları esiyor. Kaç kat giyinirsen giyin kâr etmiyor, “savrulur Karacadağ savrulur zozan” dizesini terennüm ediyorsun ancak içinden. Levent 20 yaşında, uzun boylu saf bir çocuk. Niğde’den neredeyse hiç çıkmamış, gün içinde kantin gibi işlere koşturuluyor. Tertip sıkıntıları var, o günlerde en büyük şikâyeti üst tertiplerin onlara zulmetmesi.

Askerlik denen yerde zulüm ortaklığı var; “ezilenlerin pedagojisi” denen şeyi capcanlı yaşıyor, görüyoruz. Kimin kime gücü yeterse, en sakil en kaba en ucuz yollarla zulmediyor. O onun üstü, bu bunun tertibi, berikisi berikisinin okul arkadaşı, bilmem kim bilmem kimin oğlu. Levent’ten hikâyesini dinlemek istiyorum. Kim olduğunu, nasıl bir yerden geldiğini, anası babasıyla nasıl anlaştığını, anlaşmıyorsa sebeplerini.

Şaşırıyor önce, garipsiyor, tam olarak neyi merak ettiğimi anlamaya gayret ediyor. Levent’i çünkü (aslında burada Levent jenerik isim sayılır) kimse dinlememiş şimdiye dek. Kimse onun yaşadığı bir şeyi merak etmemiş. Uzak akrabası da olan yan komşunun kızıyla okuldan dönerken yolu bile isteye uzattıklarını, birkaç defa da el ele tutuştuklarını kimseye anlatmamış. Sorulmamış.

“Şarkıcılardan kimi seversin Levent?” diyorum. Önce tereddüt ediyor, birkaç komutana küfrediyor arada bahanesini bulup, sonra “Sen sevmezsin abi öyle şeyler” diyor. “Ama,” ile ekliyor “Benim ezberim o kadar kötüdür ki, hepsini yarım yamalak anımsıyorum. Zaten seçmelerde de…” Israr ediyorum, iki saat geçmeyecek, kafamda madenci ışığı göğsümde kitap var ama hem devriye ihtimali mevcut, hem de çok soğuk, iki eldivenle sayfa çevirmenin pratik yöntemini bulamamışım. “Bizim oralara yakın Kaman’dan Çekiç Ali derler, onu çok severim. Hiçbir türküsünü tam bilemiyorum gerçi.”

İkimizin de sesi kötü ama Çekiç Ali’nin adının hikâyesini anlatarak gönlünü alıyorum, sevdiğimi anlıyor onların yöresini. Bir zaman sonra “Küstürdün Barışamam”ı bile yanlış hatırlaya hatırlaya söylüyoruz kara kışa ve geceye karşı, küçücük nöbet kulesinde. Ardından gelsin “arabeks”ler (ikimiz de “ks” ile söylemeyi seviyormuşuz), gitsin türküler. Haklıymış, hiçbirinin güftesinden emin değil, “lay lay hım hımm” diye eşlik ediyor, sevimli de oluyor bu. Bir süre sonra pes ediyor, ben ısrar ediyorum, sonra gene muhabbete dönüyoruz.

“Abi aslında ben komando olmak istiyordum ama almadılar. Ah bir komando olacaktım ki, burada tertip mertiple mi uğraşacaktım. Terörist öldürecektim abi, ah olacaktım ki. Ama işte hep o ezber yüzünden. Hiçbir şey ezberleyemiyorum ki seçmeleri geçeyim…” O kadar türkü, o kadar muhabbet, ilk aşk, okul yolu hepsi bir anda kalakalıyor ortada çocuk ölüsü gibi. Nereden başlayayım, ne diyeyim, ne edeyim? “Hiç ölü gördün mü Levent? Hiç öldürülmüş kimse gördün mü Levent? Öldürülmüş birinin herhangi bir yakınıyla tanıştın mı Levent? Kurşunu buradan önce görmüş müydün Levent?” Hepsinin yanıtı aynı: Hayır. “Peki terörist kim Levent? Sen onları neden öldürmek istiyorsun mesela?” Bilindik yanıtlar, devletin televizyonundan ve öteki penguenlerden yıllarca pompalanmış hamasetler, Anadolu’dan Görünüm’ler, askerden dönen ağabeylerden dinlenilmiş kötü epik senaryolar. Biraz daha konuşuyoruz, kimi anları umutlu, kimi anları umutsuz. Gene türkü söyleyebileceğimiz bir yerde durmamız gerektiğini demeye gayret ediyorum ve nöbetin sonunda bu defa devriyeye gelen komutanlara küfrediyor. Ama o günden sonra ara ara konuşmaya devam ediyoruz. Nihayetinde Levent komando olmadığı için hayıflanmıyor en azından. Seviniyorum, yalan mı diyeyim?

Birkaç zaman sonra denetleme için en büyüğünden bizim olduğumuz yerdekilere dek bütün komutanların adlarını ezberletiyorlar. Levent görüş hizamda, görüyorum, her komutan adından sonra dudağını oynatarak sunturlu bir küfür savuruyor içinden. Ah gene ezber derdi, hem artık komando olmak da istemiyor. Dudağı mırıl mırıl. Tebessüm ediyorum, görmüyor. Şimdi ona hiç görmediği ve asla görmeyeceği komutan adları ezberletiyorlar. En büyüğünden, en küçüğüne.

O ezber edemediği isimlerin en tepesindeki geçtiğimiz gün bırakıldı. Levent ona çok küfretmişti asıl, hiç ezberleyemedi çünkü adını nedense. “Ah bir ezberim olacaktı ki abi, ah bir ezberim. Ben ne güzel türküler okurdum.” diyor sonra sonra. Seviniyorum çok, yalan mı diyeyim?

Bu yazı 2014’te yayımlanmıştı.


Mehmet Said Aydın Kimdir?

1983 Diyarbakır. Kızıltepeli. Türk Dili ve Edebiyatı okudu. Üç şiir kitabı var: “Kusurlu Bahçe” (2011), “Sokağın Zoru” (2013), “Lokman Kasidesi” (2019). “Kusurlu Bahçe” Fransızcaya tercüme edildi (2017). “Dedemin Definesi” (2018) isimli otobiyografik anlatısı üç dilli yayımlandı (Türkçe, Kürtçe, Ermenice). Türkçeden Kürtçeye iki kitap çevirdi. BirGün ve Evrensel Pazar’da “Pervaz” köşesini yazdı, Nor Radyo’da “Hênik”, Açık Radyo’da “Zîn”, Hayat TV’de “Keçiyolu” programlarını yaptı. Editörlük yapıyor.