YAZARLAR

Gülşen’in 'süt zamanı'

Şarkıcı Gülşen, instagramda bebeğini emzirirken çekilmiş bir fotoğrafını paylaştığı için sosyal medyada epeyce bir tartışma döndü. Tepki verenler arasında anne olan ve olmayan kadınların da olması endişe verici.

Yemeğinizi nasıl alırsınız? Kimse yemeğinizi, tabağınızı, çatalınızı, bardağınızı görmesin diye başınıza bir yastık kılıfı geçirerek yemeye ne dersiniz?

Kış aylarında, eğer Akdeniz ya da Ege sahillerindeki bir kentte değil de havanın hırçın seyrettiği, ayazıyla meşhur Ankara gibi sıfırın altındaki günlerinin güneşli günlerinden çok olduğu bir yerde yaşıyorsanız, arkadaşlarınızla, çocuklarınızla dışarı çıkıp vakit geçirebileceğiniz yerlerin sayısı sınırlıdır. Belki sinemaya, tiyatroya gidebilirsiniz; eğer bir bebeğiniz varsa, kaçınılmaz olarak ilk uğrayacağınız adreslerden birisi bir AVM olur. Bebeklerin ve çocukların havasız, boğuk, aşırı ışık, renk ve diğer uyaranlar yüzünden insanın zihnini bulandıran AVM’lerde vakit geçirmek zorunda bırakılması önemli bir sorun. Bütün kokuların birbirine karıştığı yiyecek katlarında, kalitesiz ama pahalı fast-food dükkânlarında yemek yemek zorunda kalmak ve buna da iyi vakit geçirmek adına katlanmak da öyle. Ama bu başka bir yazının konusu. Şimdilik yukarıdaki soruyu bir kez daha okumanızı istiyorum.

Şarkıcı Gülşen, instagramda bebeğini emzirirken çekilmiş bir fotoğrafını paylaştığı için sosyal medyada epeyce bir tartışma döndü. Öyle ki paylaştığı fotoğraf üç saat içinde 30 bin beğeni aldı. Beğenenler, “iyi bir anne” olup bebeğini kendisi büyüttüğü, yanından ayırmadığı, üstüne bir de emzirdiği için tebrik ediyorlar. Yazılanlara bakılırsa, beğenenlerin arasında bebeğini bakıcı ile büyütenleri iyi anne olmamakla suçlayan, çalıştığı için ya da başka bir sebeple bebeğini emziremeyen kadınların anneliği hakkında ahkâm kesenler de var. Böyle bir yukarıdan bakışın ne denli sorunlu olduğu ortada. Bir de beğenmeyenler var. Gülşen’i ve bebeğini toplum içinde emziren kadınları (-ki aslında Gülşen’in paylaştığı fotoğraf toplum içinde değil, arabasında çekilmiş) teşhircilikle, iğrençlikle, insanları rahatsız edip göz zevklerini bozmakla suçlayanlar var. Üstelik tartışma yeni de değil. Gisele Bündchen’in emzirme fotoğrafının bir benzerini paylaşan Tuba Ünsal’dan “bu konuda konuştuğu erkeklerin hemen hepsinin kadının emzirirken memesinin görünmesine karşı” olduğunu söyleyen Defne Samyeli’ne, kadınların “herkesin gözüne soka soka” emzirmesinin cinsellik düşmanı olduğunu ilan eden Ömür Gedik’e kadar birçok ünlü kadın bu tartışmaya taraf olmuş durumda. Amerika’da ve Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de emzirmeyi teşvik eden ve kadınların bebeklerini ihtiyaç duydukları her yerde emzirmesini teşvik eden kampanyalar var. Argümanları basit: Emzirmek ayıp bir şey değil; annenin bebeğini beslemek için başvurduğu bir yöntem ve bebekler yalnızca evdeyken değil, her yerde acıkıyorlar. Karşı çıkanlar ise özetle şöyle diyorlar: “Biz bebekli kadınların evden çıkmasına ya da emzirmesine karşı değiliz ki; emzirsinler pek tabii. Ama bunu uluorta yapacaklarına her bebek mağazasından alabilecekleri emzirme önlüklerini kullansınlar.”

Bebek büyütmeyenler neye benzediğini bilmiyor olabilir. Emzirme önlüğü yeni bir icat. Bebeklere ve bebek büyütmeye dair her şeyin muazzam bir pazar oluşturduğu ve normalde bir insanın aklına bile gelmeyecek, muhtemelen de hiç kullanılmayacak bir sürü malzemeyi satın almayan anne adaylarının “yeterince anne sayılamamak” korkusuyla uykularını kaçıracak genişlikte bir pazardan söz ediyorum. Merak edenler anne adayları için hazırlanan alışveriş listelerini internette kolayca bulabilir; biz adeta çağın buluşuymuş gibi annelerin açıkta emzirmeleri mevzusunu tartışan her kadının sözünü etmeden geçemediği şu “emzirme önlüğü”ne geri dönelim: Boynunuza bağladığınız ve bebeğin başı dâhil bütün vücudunu örten naylon kumaştan yapılmış bir örtü söz konusu olan. Kuaför salonlarındaki boya örtülerine benziyor. İşte emziren annelerin, herkesler memelerini görmesin diye bebeklerini bu örtünün altında emzirmelerini salık veriyorlar. Bunu da yapamıyorlarsa, bebeklerinin başlarını bir battaniye ile örtmelerini istiyorlar. “Bunu da yapamıyorlarsa artık pekçok AVM’nin, restoranın emzirme odası var, oraya gitsinler” diyorlar. Hani şu tuvaletin yanındaki veya bazen içindeki; hani aynı zamanda bebeklerin altlarının da değiştirildiği; kötü kokulu ya da havasız, aşırı derecede sıcak; daracık ve yalnızca bir kişi için uygun olduğundan çoğu zaman meşgul olan odalar…

Bebek büyüten anneler ve babalar çok iyi bilirler ki, özellikle ilk aylarında bebekler çok sık ve uzun emerler (kimi bebekler için bu süre 5-15 dakikadır ama çoğu bebek için 35-50 dakikaya çıkabilir); bunu yaparken de çok enerji harcadıkları için epeyce, özellikle de başlarından terlerler. Yani, annelere emzirirken örtüyle örtünün diyenler, aynı zamanda beslenirken zaten aşırı derecede terleyen bebeğin örtünün altında, havasızlıktan ve sıcaktan bunalmasını önemsiz bir ayrıntı olarak görüyorlar. Üstelik bunların arasında, iyi annelik adına bebek sahibi olmadan önce olmazsa olmaz diye sunulan bir sürü ıvır zıvıra dünya kadar para harcayıp bebeklerini ne kadar önemsediklerini sosyal medyada paylaştıkları çeşit çeşit fotoğrafla yedi düvele ilan edenler de var. Diğer yandan anneyi ve bebeği daracık, izole, havasız emzirme odasına kapatmayı öneren ve birçok mekânda artık böyle emzirme odalarının bulunmasını büyük bir kazanım gibi sunanlar, bir şekilde evden çıkma ve sosyal bir ortama girme fırsatı bulan anneyi uzunca bir süre boyunca ve belki defalarca son derece konforsuz koşullara mahkûm etmekte hiçbir beis görmüyorlar.

Ne uğruna? Erkeklere sorarsanız göz zevklerinin bozulduğundan, bir restoranda otururken karşılarındaki masada emziren bir kadını görmeyi hiç estetik bulmadıklarından, rahatsız olduklarından, nefislerinin uyandığından, yani emziren bir kadının göğsünü görmekle tahrik olduklarından ve böyle kolayca tahrik olabilmelerinin de olağan bir şey (erkeklikle ilgili bir durum) olduğundan söz edenler var. En eğitimlisinden az okumuşuna kadar verilen tepkiler benzer. “Bakma kardeşim” lafına da pek itibar etmiyorlar. Beni daha çok endişelendiren, anne olan ve olmayan kadınların verdikleri tepki. Bir kadın olarak empatiden bu denli yoksun olmaları, erkeklerin giderek muhafazakârlaşan dünyasına böylesine teslim olmaları ve hatta bunu yaparken kraldan daha çok kralcı görünmeleri bence daha büyük bir problem. Yazıyı uzatmak pahasına, kadınların yazıştıkları bloglardan birkaç örnek vermek istiyorum:

Henüz evli olmadığını ve bebeği de olmadığı için “annelik içgüdülerinin” bulunmadığını belirten bir kadın başından geçen bir olayı “geçenlerde sevdiceğimle yaşadığım şehrin gayet elit mekânlarından birine Brunch’a gittik” sözleriyle anlatmaya başlıyor. Kahvaltı sırasında başka bir masada oturan bir anne bebeğini emzirmeye çalıştığı için onu kınamamak için kendilerini zor tuttuklarından, ne yanındakilerin ne de kocasının göğsünü kapatmayan kadını uyarmadıklarından, (muhtemelen bir yandan da kahvaltısını yapmaya çalışan) kadının emzirme odasına inmeye zahmet etmediğinden, herkesin önünde çocuğunu emzirdiğinden, emzirme önlüğü kullanmadığından tahammülsüzlük ve öfke duygusunun hâkim olduğu bir dille söz ediyor: “Bazı şeylerin suyunu çıkarmamak lazım gerçekten çok çirkindi o gün gördüğüm manzara”. Anne olan başka bir kadın, önlük kullanmak şartıyla uygun yerlerde emzirdiğini, bunu yapmazsa dışarı bile çıkmayan depresif annelere dönüştüğünü, gerekli önlemler alındığında bir sakıncasının olmadığını söylüyor. Gerekli önlemden kastettiği, bebeğin başına geçirilen o sentetik önlüklerden kullanmak ve “uygun” yerlere çekilmek. Bir başkası, “biz de meraklı değiliz herhalde başkalarının yanında emzirmeye, fakat bazen insan mecbur kalıyor” diyerek çıkışıyor; ancak hemen arkasından bazen kadınların yanında emzirmek zorunda kaldığını ancak erkeklerin ya da erkek çocukların yanında asla emzirmediğini vurguluyor. Başka bir kadın ise çok çağdaş, medeni, sosyal demokrat, aydın, ilerici olmak adına bunu “hayvan gibi uluortada” yapmanın işin cılkını çıkarmak olduğunu, “iğrençlik, rezillik, kepazelik” olduğunu söylüyor. Kadını ve aslında erkeği de aşağılayan bu dile karşı çıkanlar var tabii. Ancak çoğu zaman destekten çok yukarıda özetlediğim tepkilerle karşılaşıyorlar.

Görünen o ki, birçok hak için olduğu gibi, emzirme hakkı için de kadınların mücadele etmeye ve en başta da birbirlerini ikna etmeye ihtiyacı var. Oysa mesele son derece basit. Eğer bebekli bir anneyi eve kapatma ve bebeği sütten kesilene kadar evden çıkarmama gibi bir hedefiniz yoksa, kadınların misafirlikte, restoranda, kafede arkadaşlarıyla sohbet ederken, alışveriş merkezinde ve parklarda ve belki toplu taşıma araçlarında da bebeklerini emzirmelerine bir tepki göstermeyeceksiniz. Emzirirken kadının göğsünün görünmesi normal, kimse göğsünü konu komşuya, arkadaşlara ya da tanımadığı insanlara göstermeye hevesli değil; ancak bunun başka bir yolu yok. O bebeğin o memeyi emmesi için, her nerede olursa olsun, memenin sutyenden dışarı çıkması ve bebeğin ağzına girmesi gerekiyor. Bir annenin bebeğini nerede ve ne zaman besleyeceği, sadece kendisini ve bebeğini ilgilendirir.


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.