YAZARLAR

Laik, çoğulcu, katılımcı cumhuriyet

Hem iktidar hem ana muhalefetten eşit derecede küfür işitmek isterseniz, benim gibi ademimerkeziyeti savunabilirsiniz. Çoğulculuk Alevilere de hitap ediyor ama anadilde eğitim bahsi açmazsanız. Laiklik deyince CHP “tamam” der, tanımını “kamu düzeninin ladini kılınması” dediğinizde onlardan da kaşlarını kaldıran çıkar.

İdari düzenimizin neredeyse tamamen esin kaynağı olan Fransa’da Yüksek Mahkeme, üzerinde haç olan bir heykelin kaldırılması gerektiğine hükmetti örnekse.

Aynı Fransa’da ilköğretim döneminde sınıfların duvarlarına haç ve benzeri simgeler asılamadığı gibi öğretmenler boyunlarına haç da takamıyor. Benim bulduğum rakamlara göre Fransa’da 1972’de nüfusun yüzde 87’si kendine Katolik derken bu oran 2010’da yüzde 65’e inmiş. Konuyla doğrudan ilgisi yok ama bu arada Fransa’da ikinci din İslam, Protestanlık değil.

Protestanlık deyince, Oxford Üniversitesi’nden John Wycliffe 1300’lerin ortasında İncil’i İngilizceye çevirmiş, 1408’de yasaklanmış. Oysa gerek Farslar gerek Türkler İslam dinine geçerken Kuran’ın kendi dillerinde meallerini yazmışlar. Hatta 1401’den kalma bir Bursa mealini TDK da yeniden basmış yakın zamanda. 

Öyleyse ilerleme, aydınlanma, yurttaşlık biraz da başkaldırıyla oluyor desek yanılmayız herhalde. Başkaldırı sorgulama da demek, kendi için neyin doğru ve yararlı olacağına kendi karar verebilmek, hür birey, eşit yurttaş olabilmek demek. Yahut bunları elde etmek başkaldırmadan, yalnızca otoriteye yakararak olmuyor galiba.

Laiklik, çoğulculuk, katılımcılık üçü bir arada olmadan da demokratik cumhuriyet olmuyor. Cumhuriyeti savunmak, zoraki CHP devletçiliğine teslim olmak değil. O, büyük harflerle DEVLET.

Ben yirmi yıl devlet memuruydum. Memura “ne istersin” diye sorarsanız, işin doğası gereği, “çok çalışıyorum, adamım yok, ödeneğim az” der. Aynı doğrultuda, devlet aygıtını bırakırsanız, evinizin içine kadar girip yatak odası kapısının iç tarafına talimatname çakmaya kadar vardırır düzeni.

Pek çok insan hürriyet uğruna mücadele etmeye hatta canını vermeye hazır. Daha fazlası ise kamu düzenini korumak için. Bize dayatılan kamu düzeni (güvenlik diyorlar) ile özgürlük “dengesi” de bu. Oysa böyle bir denge yok, bu bir hurafe, tümüyle palavra, atın çöpe.

Bu yönüyle baktığımızda kurulu düzenin, devletin dışından iki parti AKP ve HDP’nin Barış Süreci ortaklığı doğaldı. Ana muhalefet bugün bile Dolmabahçe Mutabakatı’nın fotoğrafını Meclis kürsüsünde sallayıp “bunun hesabını soracağız” demiyor mu?

Zira CHP için “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” mutlak öncelik. Önce devlet demeden, cumhuriyet diyemiyor. Deyim yerindeyse hafsalası almıyor, sözcük dağarcığı “hata” ışığını yakıp, söndürmeye başlıyor. Ya 2002’de devlet, kurulu düzen dışından iktidara gelen AKP’de güncel durum ne?

AKP’de belediye başkanlarının görevden alınmasında bunların “dükalık” gibi hareket etmelerinin, AKP il başkanlarından bağımsız davranmalarının başlıca etmen olduğu haberi sızdırıldı. Bu çizgiye işaret parmağımızı koyup izlersek, belediye ve il başkanlıklarının tek koltukta toplanması, hatta öyle değil mi, valilik makamının da bu tek şapka altına dercedilmesi aranılan “etkin yönetim” formülünün doğal unsuru değil mi? Tekerleğin yeniden keşfi gibi “parti-devlet”.

Bir de konunun, malumatfuruşluk olacak ama göstergebilimsel mi demeli, kültürel geri dönüşüm boyutu var. Başına gelmedik kovuşturma kalmayan Grup Yorum “Başına bir hal gelirse (canım)/Dağlara gel dağlara/Seni saklar vermez ele (canım)/Dağlara gel dağlara” diyor tanınan şarkısında.

Göztepe taraftarı ise, daha (eski patronum) Mehmet Sepil eli değmeden alt liglerde uğraş verirken, almış bunu uyarlamış. Devlet ne yapsın? Göztepe, İstanbul’un üç büyüklerinin ardından, Trabzonspor’un da önünde marka değerinde dördüncü sırada. Grup Yorum’a dokunmak başka, Göztepe başka.

“Kürt anasını göremesin” zihniyetiyle getirilen yüzde 10 seçim barajını HDP önce mahalle mahalle seçmenini örgütleyerek, nihayet şimdi Edirne’de tutsak Demirtaş’la aşarak yıktı. Bu defa, devletin yanıtı tutuklamalar ve kayyumlar oldu. Güneydoğu’da HDP’li belediyelere yöre halkının iradesini hiçe sayarak atanan kayyumlar aslında bizim de zihin dünyamızın sınırlarına bekçi dikildi.

Osman Kavala, sivil toplum girişimcisi bir işinsanı. İçeri tıkıldı. ABD’de solun zerre hazzetmediği Koch kardeşler servetlerini Obama’nın başkanlığına karşı çıkmaya ve o dönemde, ikinci kere seçilememesine seferber etmişlerdi. Koch’lar, Trump kampanyasını ise desteklemedi. Ne Obama’dan, ne Trump’dan başlarına bir iş gelmedi. Evet, “yanıt veriyorum, C, son kararım”: hukuk devleti.

Diyeceğim o ki, bize bir hayır gelecekse, omuzlarımızın üzerinde taşıdığımız saksıları çalıştırmaktan gelecek. Saksıları çalıştıracağız, takıntılarımızı bir yana bırakacağız, en azında yolun şu “katırlarla devam edilecek” engebeli kısmında demokrasi düzleminde buluşup, örgütlenip yurttaşlık mücadelesi vereceğiz.

Yurttaş olmaya giden yol birey olmaktan başlıyor. Bireyin işi, hele ülkemizde, devletin alanını daraltıp, geri iteklemek olmalı. En başta hukuk devleti ama hemen ardından laiklik, çoğulculuk, ademimerkeziyetçilik olmadan da yurttaşlık cebimizde taşıdığımız nüfus kağıdından ibaret kalacak.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.