YAZARLAR

Sendikalılaştıramadıklarımızdan mısınız?

Kendi meslek örgütüne üye olmayanlar, üye olmasa bile destek vermeyenler, futbolculara sendikalılaşma önerisi getirmek yerine önce kendi kapısının önünü temizlemeye başlasa ya…

Futbolculuğun Türkiye'de kolay olmadığına dair Türkiye Profesyonel Futbolcular Derneği'nin yayınladığı mektubu destekleyen yazımın ardından Twitter'da birkaç elle tutulabilir tartışma ortamı gelişti. Bunun dışında yine hem taraftarlar hem de meslektaşlarım arasında futbolcuların haksız olduğunu, yakınmak yerine başka türlü çözümler üretmeleri gerektiğini, maça çıkmamak gibi eylemeler yapmalarını dile getirenlerin olduğunu gördüm, okudum, takip ettim. Önerilenlerin neden gerçekleşemediğini ve Türkiye'de neden bir türlü futbol profesyonellerinin örgütlenme kültürünü benimseyemediğine bakalım.

Öncelikle sağlam bir işçi örgütlenmesi sendikayla olur, dernekle bir yere kadar devam edilebilir. Sendikaların yaptırım gücü daha fazladır çünkü. Buradan yola çıkarak ülkedeki futbol emekçisi sendikalaşmasının geçmişine göz atmak lazım.

Fotoğraf: Mürsel Çoban

52 YILDIR UYGULANAN BASKI

“Türkiye'de sendikalılaşma süreci Beşiktaşlı Şükrü Gülesin'in girişimleriyle başlamıştı. Beşiktaş'tan 1950 yılında İtalya'nın Palermo takımına, oradan da Lazio'ya transfer olan Gülesin, 1965'te Türkiye'ye döndüğünde, İtalya'da gördüğü futbolcu sendikasını, Türkiye'de de hayata geçirmek istedi. Gülesin'in kurduğu Profesyonel Futbolcular Sendikası, "Profesyonel Futbolcular, Antrenörler, Menajerler ve Monitörler Sendikası" ve "Futbol-İş" adlarıyla var olmaya çalıştı. Futbol-İş'in "Sendikalar Yasası'na uymadığı" gerekçesiyle 1984'te kapanmasının ardından sporcuların yeni örgütlenme adresleri, eski Galatasaraylı Metin Kurt'un kurucuları arasında yer aldığı "Profesyonel Futbolcular Derneği (PFD)" ve "Amatör Futbolcular Derneği (AFD)" oldu. Eser Özaltındere'nin İstanbul başkanlığını yaptığı, Beşiktaş sorumlusunun Mehmet Ekşi, Trabzon sorumlusunun ise Şenol Güneş olduğu AFD de 12 Eylül darbesi sonrası kapatıldı. Askeri darbeyle tıkanan örgütlenme süreci, Metin Kurt'un da kurucuları arasında yer aldığı Spor Emekçileri Sendikası (Spor-Sen) ile yeniden başladı. 28 Aralık 2009'da da kuruluş dilekçesi verilerek, yasal süreç başlatıldı ve sendika, 25-26 Eylül 2010 tarihlerinde ilk genel kurulunu yaptı. Metin Kurt ise Aralık 2010'da anlaşmazlığa düşerek Spor-Sen'den ayrılırken, mücadelesine, hayatını kaybetmeden kısa süre önce kurduğu "Spor Emek-Sen"de devam etti. Sektörde en son "örgütlenme çatısı" olacağını iddia eden sendika ise Futbol Çalışanları Sendikası (Futbol-Sen) oldu.” (1)

Aslında 52 yıl öncesinde başlayan futbolcuların sendikalaşma, dayanışma girişimi 12 Eylül darbesinin kurbanı olmuş. Daha sonra, kapatılan başka dernek ve sendikaların dönebildiği gibi, kuvvetli bir şekilde geriye dönmesi de mümkün olamamış. Futboldaki dayanışma kültürünün eksikliğinden yola çıkarak bunu yorumlamak mümkün. Burada sendikal olarak tek mücadele veren Metin Kurt olarak öne çıkıyor. Cenk Taner o sözleri yazmasaydı, Kesmeşeker'in 2011'deki albümüne o şarkı adını vermeseydi, Metin Kurt'un adını bugün daha az bile duyardık ve belki de adı hiç anılmazdı ya neyse.

NİHAT KAHVECİ'Yİ ELEŞTİRİP BAŞKASINA AKIL VEREMEZSİNİZ

Şu anda futbolcuların sendikalaşabilmesi için bir yasa yok. O yüzden futbolculara, "Madem çok dertlisiniz eylem yapın, maça çıkmayın" gibi öneriler getirmek havanda su dövmekle eş değer bir öneri. Hatta ve hatta bunu kendi meslek sendikalarına üye olmayan, kendi meslek sendikalarının yaptıkları eylemlere destek vermeyen önce tüm meslektaşlarımın ve sonra tüm herkesin söylemesi de abesle iştigaldir. Erkan Koyuncu öldüğünde Türkiye Gazeteciler Sendikası'nın yaptığı eylem ve duyuruya destek vermekten çekinenler, A Spor muhabirlerinin dövülmesini protesto edemeyenler, başka meslek dallarındaki insanların yaşadığı sorunları dile getirmesini eleştirmeyi kendilerine hak görmemeliler. Futbolcuların bazılarının çok milyon TL'ler kazanıyor olmaları, az bin TL'ler kazananların sorunlarını dile getirmesine engel değildir. Aynı şekilde bir gazetenin köşe yazarının parasını her ay geciktirmeden alması, içerideki editörün, muhabirin parasını geç almasına gerekçe olamaz. Zira editörler, muhabirler, hele ki sayfa editörleri iş bırakma eylemine gitse bin TL'ler kazanan köşe yazarlarının yazıları o sayfalarda basılmaz, o gün gazete satılmaz, ancak biliyoruz ki böyle bir durumda ertesi gün hepsi işinden atılır. Bunun korkusuyla da geç olsun da param ödensin düşüncesiyle kimse sesini çıkarmadan hayatına devam eder, hiçbir sorun yokmuş gibi. Aynısı futbolcular için de geçerli. Yabancılar parasını takır takır alırken, yerli oyuncu sesini çıkarmıyor. Çünkü güvendiği bir avukatı, sözleşmesi ya da sendikası yok. Nihat Kahveci bu ülkenin yetiştirdiği en büyük değerlerden biridir. Hakedişini istediği ve alamadığında dava ettiği için kulübü ve taraftarı tarafından, medya tarafından hain ilan edilmedi mi? Hak ettiğini arayana böyle yaklaşan medya ve futbolseverler hiçbir futbolcuya akıl vermeye çalışmasın lütfen.

ALMANYA'DA YAŞIYORSUN DAHA NE İSTİYORSUN?

Biz bunları tartışırken Deutschland Funk (Almanya Radyosu), Köln Sporthoch Schule'nin (Köln Spor Akademisi / Yılmaz Vural'ın okulu olarak da bilinir) Almanya'daki sporcularla yaptığı bir araştırmayı haberleştirdi. 19 olimpik antrenman merkezinin 13'ünün katıldığı ve 1800 sporcuyla yapılan araştırmanın sonucuna göre katılımcıların yüzde 86'sı hakarete uğruyor, aşağılanıyor ve mobbing’e maruz kalıyor. 9 atletin de, cinsel şiddete maruz kaldığı ortaya çıkmış. Şimdi bu sporculara dönüp, "Refah devletinde yaşıyor, en iyi koşullarda antrenman yapıyorsunuz, sigortanız var, sendikanız var, paranız ödeniyor, ee o kadar da olsun, ben de mobbing’e uğruyorum, sabah 7'de madene çalışmaya giden de aşağılanıyor patronu tarafından, kaymak iş yapıyorsun bir de yakınıyorsun!" mu diyelim? Almanya bunun haberini aktarırken bu sayıların alarma geçirecek derecede yüksek oluşuna değiniyor.

BOĞAZİÇİLİ ALACAĞIM DEDİN DE BİZ Mİ GİTMEDİK?

Galiba Ertuğrul Özkök haklı! Spor medyasında birkaç tane Boğaziçi, ODTÜ mezunu olmadığı için, medyamız sporcuların dertlerine fazla ilgi göstermiyor, bu sorunların çözümüne yönelmiyor. Ne güzel dedi Mehmet Demirkol cuma günkü programında, "90'larda verdikleri kararla bugünkü medyanın oluşmasına en büyük katkısı olanlardan biri olan Özkök, 30 yıl sonra özeleştiri yapıyor" diye.

(1) BBC Türkçe'den alıntılanmıştır.


Volkan Ağır Kimdir?

1987 İstanbul doğumlu. 2006 yılından bu yana blog yazıyor. 2008 yılında Cumhuriyet gazetesi Spor Servisi'nde muhabirliğe başladı. O günden bu yana yoğunlukla spor muhabirliği yapıyor. Serbest muhabir olarak 2014 yılında Dünya Kupası'nı Brezilya'da, 2015 yılında Copa America'yı Şili'de takip etti. 2011 yılından bu yana Açık Radyo'da her pazartesi günü 19.30'da Efektifpas isimli spor programını sunuyor. Gazete Duvar'da haftalık, zaman zaman da çeşitli yayınlara özel konularda haberler hazırlıyor. Zaman zaman da kendisine dokunan sosyal ve toplumsal olaylar hakkında da yazıları ve haberleri çeşitli medyalarda yayınlanıyor. 2016 Ekim ayından bu yana Almanya'da Köln'de yaşıyor.