YAZARLAR

Çölün Martin Luther’ine yer açın!

Muhammed bin Selman, ABD’nin de desteğini almış müstakbel kral olarak reformist bir poz verdi. Dünya medyasından aldı pohpohu. Mübarek sanki çölün Martin Luther’i!

IŞİD sahada yenilse de taşıdığı ideolojik ve militan potansiyeliyle bütün dünyayı tehdit ederken anlayış itibariyle bu örgütün ‘tanınmış devlet versiyonu’ Suudi Arabistan daha fazla parmakla gösterilir hale geldi. Bu imajından behemehal kurtulması lazım!

Ekonomik olarak da ülkenin geleceği puslu. Malum düşen fiyatlar yüzünden petrol eskisi kadar kazandırmıyor. Üretimi çeşitlendirmek lazım. Yatırım şart, bunun için de cazibe. Sosyal ve bireysel serbestiyetin olmadığı bir ahval ile ekonomik fırsatların yaratılması zor.

Ayrıca içeride bir ayağı çukurda olan Kral Selman tahtı kazığa bağlamak için oğlunu veliaht prensliğe terfi ettirip rakiplerini gözetim altına alsa da ‘siyasi istikrar’ garanti değil.

Tahtın varisi Veliaht Prens Muhammed bin Selman bu cendereden nasıl sıçrayacak? Bir yol, bir basamak lazım.

Muhammed bin Selman, ABD’nin de desteğini almış müstakbel kral olarak reformist bir poz verdi. Dünya medyasından aldı pohpohu. Mübarek sanki çölün Martin Luther’i!

Beklentilere uygun olarak önce kadınlara araç kullanma yasağının 23 Haziran 2018 itibariyle kaldırılacağı vaat edildi. Ardından hadis kitaplarında şiddeti teşvik eden yorumların ayıklanması amacıyla “Kral Selman bin Abdülaziz el Suud Kompleksi” adıyla bir merkezin kuruluşuna dair kararname imzalandı.

Bu arada yönetime eleştirel bakan ‘Sehvacı’ ulemadan birkaçı hapse atılarak kaş çatanlara gözdağı verildi.

Son olarak geçen Salı günü Muhammed bin Selman ılımlı İslam’a geçileceğini açıklayarak ses bombasını patlattı. “Çölün Davos’u” diye parlatılan Riyad’daki yatırımcı zirvesinde, “Suudi Arabistan nüfusunun yüzde 70’i 30 yaşın altında ve biz gelecek 30 yılı hayatlarımızı yıkıcı fikirlerle uğraşarak heba etmeyeceğiz. Bunları şimdi ve derhal yok edeceğiz. Suudi Arabistan 1979 yılı öncesinde olduğu gibi ılımlı İslam'a ve normal yaşama dönecek" dedi.

Kızıl Deniz sahillerinde 500 milyar dolarlık serbest ekonomik alan projesini pazarlarken biraz reformculuk oyunundan zarar gelmez! Proje örtünme zorunluluğu ve harem selamlığın olmadığı bir hayat da vaat ediyor.

***

Gerçekten reform olacaksa alkış! Reform adına 1979 öncesi dönem referans olacaksa orada durmak lazım. Veliaht prens yıkıcı fikirlerin başlamasına milat olarak 1979’u, sebep olarak da İran Devrimi’ni gösteriyor. Hâlbuki biz din adına şiddetin kaynaklarından biri olarak Suudi Arabistan’ın resmi mezhebi Vehhabiliği bilirdik! Orada reforma gidebilirler mi? Keşke. Ama onu yapmak, Suudi Arabistan’ın temeline dinamit koymak demektir. Gerçekten reform yapmaya kalkışsalar, ‘ılımlı İslam’ ifadesini bile küfür sayan Suud uleması ilk fırsatta 1979’daki Kâbe baskınına benzer bir kalkışmayı kışkırtabilir. Ulema eski gücünü yitirse de potansiyel yok değil.

Muhammed bin Selman konuşmasında, “Daha önce olduğu gibi tüm dünyaya, geleneklere, halklara ve dinlere açık olan ılımlı İslam'a dönüyoruz" ifadelerini de kullanmış. The Guardian’a özel demecinde de, “1979’daki İran devriminden sonra farklı ülkelerde insanlar bu modeli kopyalamak istedi. O ülkelerden biri de Suudi Arabistan’dı. Bununla nasıl baş edeceğimizi bilmiyorduk. Problem bütün dünyaya yayıldı. Şimdi bundan kurtulma zamanı” demiş.

Sanki komünizmle mücadele adına onlarca ülkeye milyarlarca dolar akıtıp selefi cemaatleri besleyen, Usame bin Ladin’i yetiştiren, El Kaide’yi doğuran ve IŞİD’i palazlandıran Suudilerin parası ve ideolojisi değildi. Sanki 11 Eylül saldırılarındaki kamikazelere para aktaranlar Suudi prensleri değildi.

Sinema ve tiyatronun yasak olduğu bir ülkenin, sorunun kaynağı olarak sinemada göz kamaştıran bir ülkeyi gösteriyor olması da tuhaf. İran rejim olarak hiç de matah değil, oturup İran güzellemesi yapacak da değiliz ama Suud’un IŞİD mantalitesinden geri kalmayan dini ve içtimai hayatından İranlılar sorumlu tutulamaz. Dini içerikli de olsa İranlıların kültürel yaşamlarındaki teatral zenginlik hiçbir Ortadoğu ülkesinde yok!

Muhammed bin Selman, Trump yönetiminin Ortadoğu’da İran’ı durdurma planlarında vaatkâr bir yere sahip. Yıkıcı hareketlerden İran’ı sorumlu tutması da bu role uygun bir tutum.

***

Muhammed bin Selman ısrarla tüm halklara ve dinlere açık bir Suudi geçmişinden söz ediyor. Nedir Suudilerin ‘cemaziyel evveli’?

O geçmişte sadece ülkenin Şii vatandaşlarına yapılanları listeleseler veliaht prensin boyunu aşar. Ders kitaplarında Hıristiyan ve Yahudilere karşı düşmanlığı ve nefreti körükleyen metinlerden söz etmiyorum bile. Camilerde kürsülerden saçılan mezhepçi nefreti dünya alem Suriye krizi boyunca azcık görme şansını buldu.

Şiiler için Arabistan Yarımadası, Vehhabilerin ideolojisi ile Suud hanedanlığının kılıcı ittifak kurduğundan beri ‘apartheid rejimi’ olageldi. Şiiler ve Alevilerin canları ve mallarını helal sayıp bunlara karşı savaşı ‘büyük cihat’ olarak gören İbni Teymiyye ve Muhammed bin Abdülvehhab’ın takipçilerinin sicili hayli kabarık. 1802’de Hz. Hüseyin’in Kerbela’daki türbesini yakıp kitlesel katliam yapan onlardı. Yine 1903’te El Ahsa’yı yerle bir eden, 1926’da Medine’de El Baki Mezarlığı’nı yıkan, 1975’de İmam Cafer el Sadık’ın mezarını tahrip eden onlardı. Şiileri ve Alevileri ‘Hıristiyan ve Yahudilerden daha tehlikeli sapkınlar’ olarak gören bir din anlayışının temsilcileri sahip oldukları metinleri çöpe atmadan nasıl ılımlı olabilecekler merak ediyorum. Bu anlayışa göre Şiilerin kestikleri yenmez çünkü onlar Rafizi’dir. Kadınları ile evlenilmez çünkü onlar Müslüman değildir. Mahkemede şahitlikleri kabul edilmez çünkü onlar takiyyecidir. Kadınların ehliyet hakkını gasp etmenin çok ötesinde sorun.

***

Muhammed bin Selman’ın ılımlı dediği Suudi selefiliğinin bir cihadi bir de pragmatist tarafı var. ‘Cihadi’ damar yer yer sarayın başını ağrıtsa da her zaman varlığını korudu. Sonuçta kurucu aktörler cihadi selefiydi. Fakat bu cihadi damar tarihte iki kez sarayın keyfini kaçırdı ve her defasında da sert karşılık buldu.

1900’lerin başında Osmanlı'ya karşı kabileleri etrafında toplamaya çalışan Suud ailesi, Vehhabi öğretisine uygun olarak müminlerin emirine itaati ve küffara karşı cihadı farz ilan ederken ihtiyacı olan bedevileri yerleşik düzene geçirmek için de emirin ülkesine hicret kampanyası yürütüyordu. 2014’te IŞİD’in hilafet ilan ettikten sonra yaptığı da tam olarak buydu. Tarih bu kez Bilad-ı Şam’da tekerrür etti.

O vakit koyun ve develerini satıp yerleşik hayata geçenlere ‘İhvan’ yani ‘Kardeşler’ deniliyordu. Yeni yerleşim merkezleri de ‘Hicre’ (Hicret) olarak isimlendiriliyordu. Hicret edenlerin mükâfatı dünyada bolluk, ahirette cennetti! Bu şekilde büyüyen İhvan hareketi, Suudi Arabistan’ın devlet olma sürecinde milis gücü işlevi gördü. İhvan kurallara karşı gelenlere acımasızdı. Milisler yağma ve ganimet saikiyle hareket ediyordu. Saçları uzun, sakalları dağınık, bıyıkları kısa, entarileri uzundu. O dönemi tahayyül için bugün IŞİD’in fotoğraflarına bakmak kafi.

O zaman Vehhabiler devlet olma yolunda pragmatist tarafını öne çıkarınca işler değişti. Olup bitenleri İslam’dan sapma olarak gören İhvan, kılıcını bu kez Suudi ailesine karşı çekti. İsyan ters tepki ve kanlı bir şekilde tasfiye edildiler. İhvan’ın tasfiye edilmesiyle Vehhabilik militan tarafını geride bırakıp kurumsallaştı, yani devletin resmi mezhebi haline geldi. Bugün Suudi Arabistan’ın bayrağındaki iki kılıçtan biri İbn Suud’u, diğeri Aldülvehhab’ı temsil ediyor.

Suudiler İhvan’ı gömdü ama petro-dolarlarla cepleri dolar dolmaz Selefi ihracına başladı. İlk selefi medrese Cakarta’da açıldı. 1949’da Mekke’de açılan Şeriat Fakültesi ve 1961’de Medine’de kurulan İslam Üniversitesi İslam dünyası için Selefi öğretinin merkezlerine dönüştü. Hindistan’dan Nijerya’ya, Mali’den Moritanya’ya, Mısır’dan Pakistan’a kadar onlarca selefi cemaat Suudilerin yardımıyla ortaya çıktı. Selefiliği yaymada asıl rolü 1962’den sonra Rabıta üstlendi. Hedef komünizm ve Nasırizm’i engellemekti.

Gelir dengesinin bozulması, yozlaşma, israf ve şatafat gibi faktörlerle hortlayan İhvan ruhu 1979’da Kâbe baskınıyla kendini gösterdi. Suudi Arabistan kendi ülkesinde hanedana karşı meydan okumaya dönüşen bu ‘Sehva’ kalkışmasını bastırırken ideoloji ihracını kesmedi. Bugün onlarca ülkede binlerce Selefi kurum Suud’un parasıyla çarkını döndürmeye devam ediyor. Reform çok elzem ama pisliği çekmek için kepçenin çok derine dalması lazım.

Sözün özü; kılıcını Suudi Arabistan’ın bayrağına nakşettiren Abdülvehhab’ın Vehhabiliği bu devletin hala meşruiyet kaynağı. Muhammed bin Selman, Suud’un meşruiyet kaynağına laf edebilir mi? Hiç sanmıyorum. Günümüzün Sehva üyelerine biraz gözdağı, azcık PR, azcık iş. Ekonomik kaygılar dedesi İbn Suud’a, İhvan’ın kalesi Necd’de uyguladığı tütün yasağını Hicaz’da deldirtmişti. Sanki reformcu çıkış selefiliğin cihadi damarına ‘az geri bas’, pragmatist tarafına ‘az öne çık’ demekten öte bir anlam taşımıyor. Umarım yanılıyorumdur.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.