YAZARLAR

HTŞ, 'Türkiye burada bize tâbi' iddiasında

Heyet Tahrir el-Şam’ın (El-Nusra zamanından beri) medya yetkililerinden olan Muhammed Nazzal, Astana Planı’nın uygulayıcısı olarak Türkiye’nin askerî varlığıyla bütün İdlib’e yayılmasını “devrimin sonu” olarak görüyor.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin asker bulundurmaya başladığı İdlib’de denetimi elinde tutan Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) örgütü, “Türkler bizim şartlarımıza tâbi” ve “istersek onları buradan çıkarırız” iddiasında. Örgüt, Ankara ile anlaşmaya vardıklarını çeşitli yetkililerinin ağzından dile getirmeye devam ediyor ve Türkiye’nin “Astana planını uygularmış gibi göründüğünü”, oysa “gerçeğin böyle olmadığını” ileri sürüyor.

13 Ekim günü size El-Kaide’ci din âlimlerinden Ebu el-Fetih el-Fergali'nin açıklamalarını aktarmıştım. El-Fergali, Ankara’nın kendilerinden Efrin’deki “ateist gruplara” karşı üç yerde mevzi oluşturmak için izin istediğini, kendilerinin de, “mücahitlerin geçmekte olduğu dönemin gerekleri”ni filan gözeterek bu izni verdiklerini iddia etmişti. El-Fergali, İdlib’de “Allah'ın kanunlarının belirleyici olduğunu”, burada kimsenin “denetimi ele almaya kalkamayacağını” vurgulamıştı.

El-Fergali’nin ardından, Heyet Tahrir el-Şam’ın (El-Nusra zamanından beri) medya yetkililerinden olan Muhammed Nazzal (Ebu Hattab el-Makdisi), Telegram'daki (13 Ekim) uzun mesajında mevzuyu daha da ilginç ve çetrefil kıldı, İdlib’deki gelişmeleri izleyen bizim gibilerin sorduğu soruları ağırlaştırdı. Nazzal’ın ortaya koyduğu iddialar, bir bakıma Türkiye için olduğu kadar Rusya için de yenir yutulur cinsten değil.

Nazzal, “Böyle bir şey olsa -ve bu mümkün,” dedi, “yani kurtarılmış topraklara girdikten sonra Türkiye bize ihanet etse, pek bir şey değişmez. Türkiye’nin sınırdan girerek yapacağı bir işgal harekâtını uzun bir savunma hattıyla karşılamanın askerî bakımdan mânâsı olacağını düşünen, yanılgı içindedir. [Türkiye’nin] bu son girişi olmaksızın meydana gelecek bir işgal durumunda da bunu bir savunma hattıyla karşılamazsınız. Bu savunma hattı da [direnişin] bir parçası olur, ama esas büyük, güçlü ve daha önemli kısım, kurtarılmış bölgelerin içerisinde olacaktır. Öyle bir durumda [esas yapılacak iş] budur. Allah saklasın…”

Ne anlıyoruz? El-Kaide’ciler, herhangi bir işgal gücünün İdlib’e girmesini önlemeye çalışmak yerine, onun girdiği her yerde direniş -muhtemelen gerilla- savaşına girişecekler. “Şu anda giren otuz-kırk Türk zırhlı aracıyla beş-on tankı mühim değil,” demiş oluyor Nazzal. “Biz büyük işgal kuvvetiyle uğraşmayı göze aldık.”

Muhammed Nazzal’a göre, “berrak, açıklıkla kaleme alınmış bir anlaşmanın parçası olarak, Türklere, şu Kürt milislerine karşı üç askerî mevzi vermek” ile “[Türklerin] topyekûn istila harekâtı”nı birbirine eş gören de yanlışa düşer.

Ne anlıyoruz? Ortada “berrak, açık” bir anlaşma var. Fakat yukarıda da anladık ki, El-Kaide’ciler Türkiye’nin bunu her an çiğneyebileceğini hesaba katmışlar.

Nazzal, şu anda Türk askerlerinin İdlib topraklarına girmesine razı olmalarının “acil ihtiyaçtan kaynaklandığını kimsenin söyleyemeyeceğini” belirtiyor, “bu, kötünün iyisiydi” diyor. Büyük gürültü koparabilecek -koparması icap eden- sözleri ise şöyle: “Ve, şu anda olan biten hiçbir şey, kimilerinin öyle göstermeye çalıştığı gibi Astana Anlaşması’nın sahada uygulanması değil.”

“Evet,” diye devam ediyor Nazzal, “Türkiye, Rusya’ya ve ötekilere Astana’da üzerinde anlaştıkları şeyleri uyguladığını göstermek istiyor. Ama gerçek bu değil.”

Ahrar el-Şam örgütüyle anlaşmazlıklarına, aralarındaki hayatî farka değinen Nazzal, hiç Astana’ya ve Cenevre’ye “gidip, oturup, pazarlıklar yapıp imzalar atan, mevzilerinin yerlerini gösteren haritaları ve koordinatları verenle, yurtdışındaki bu toplantı ve konferanslarda ürettikleri şeylerin yolaçtığı zararları asgarîye indirmeye çabalayan Heyet [Tahrir el-Şam] bir olur mu?” diye soruyor.

Nazzal’ın daha çok kendi mensuplarına ve tabana yönelik olduğu izlenimini veren, bir tür resmî açıklama niteliğindeki mesajı, “herkesin bilgisine” sunulan şu sözlerle sona yaklaşıyor: “Bu [Türk] operasyonunun koşulları vardır. Türklerin, bulundukları bölgeleri denetim altına almamaları, herhangi bir köy veya şehrin yönetimine karışmamaları, aynı şekilde, bizim üzerlerindeki mutlak hakimiyetimiz, herhangi bir zamanda onları buradan çıkaracak güce sahip olmamız da bu koşullar arasındadır.”

Nazzal, kendi örgütüyle, kısa zaman önce çatıştıkları, Ahrar el-Şam öncülüğündeki, Türkiye’nin müttefiki cihatçılar kampı arasında, İdlib konusundaki “en büyük ayrım”ı hatırlatıyor: “[Türklerin] şimdi bu çerçevede [İdlib’e] girmeleri ile, onları koşulsuz olarak, çatışmanın azaltılması anlaşmasının gözetmenleri kimliğiyle, rejimle aramızdaki bütün cephelere varlıklarını yayacakları şekilde buraya sokmaya çalışanlar[ın yapmak istediği şey] arasındaki en büyük ayrım buradadır.” Nazzal, Astana Planı’nın uygulayıcısı olarak Türkiye’nin askerî varlığıyla bütün İdlib’e yayılmasını “devrimin sonu” olarak görüyor.

Ne anlıyoruz? Suriye’nin El-Kaide’cileri diyor ki: (1) İdlib’e girme iznini Türkiye’ye biz verdik, (2) Onların harekâtı sadece Efrin’deki YPG’ye karşı, buradaki askerî varlıkları üç mevzi ile sınırlı, (3) Ankara, burada Astana’yı uyguluyormuş gibi yapıyor, ama bu sadece Rusya, İran ve Suriye’yi kandırmaya yönelik bir kamuflaj oyunu, (4) Ankara ile anlaşmamız, onların YPG’ye karşı kuracakları üç mevzi dışında, herhangi bir köyün idaresi dahil hiçbir şeye karışmamasını içeriyor, (5) Gerek görürsek Türk askerini buradan çıkarırız.

Evet, kim cevap verecek Suriye El-Kaide’cisine?