YAZARLAR

Aşikâr

Aşikâr olan şu: Yaşatılan hiçbir kayıp resmi ya da toplumsal özürle geri gelmez. Bu kavurucu haksızlığa uğrayanların tek isteği belleklere kazınan isimlerle neyin yaşandığının, yaşatıldığının unutturulmamasıdır pek pek. Dolayısıyla o isimlerle ne yapıldığı ölenlerin, öldürülenlerin birinci elden yakınları dışındakileri ilgilendirir. Tıpkı çocuklara reva görülen geleceğin de çocuklar dışında herkesin hele de devletin sorumluluğunda olması gerektiği gibi.

Aşikâr dedin mi, hayat orada durur. Zaman ve mekândan bağımsız herkes için aynı anlama gelecek şeydir bu. Ayan beyan ortada olan. Tartışması, farklı görüşler belirtmesi mümkün olmayan. Matematiğin yardımıyla iki iki daha dört dedikleri.

Bir gün peki iki iki daha beş eder denirse, ısrarla, zorla denirse… Ne yaparsınız? Beş dediklerine göre vardır bir hikmeti, belki de dört değildi bunca zaman, mı dersiniz? Yoksa akıl sağlığımla oynamayın, o toplam her şartta dört, mü dersiniz? Sonucun herkes için nereden bakarsan bak aşikâr olduğunu yani.

Misal çocukların ölmemesi, sağlıkla yetişmesi de aşikâr bir hedeftir. Hal böyleyken sokağa çıkma yasakları döneminde Kanal D’de yayınlanan Beyaz Show’a telefonla bağlanarak, “Çocuklar ölmesin” dediği için hakkında dava açılan Öğretmen Ayşe Çelik hakkında verilen bir yıl üç aylık hapis cezası İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2'nci Ceza Dairesi tarafından onaylandı. Burada aşikâr olan nedir acaba? Bazı çocukların dosdoğru çocuk olmadığı mı mesela? Hani “taş atan çocuklar” tabirinde olduğu gibi…

'ULUSAL BAZDA YAYIN'

2'nci Ceza Dairesi’nin onama kararı gerekçesine bakalım: "Sanık Ayşe Çelik'in ulusal bazda yayın yapan bir TV kanalında ekrana gelen programın canlı yayınına telefonla bağlanarak PKK/KCK terör örgütünün Doğu ve Güneydoğu'daki bazı yerleşim birimlerinde örgüt militanları tarafından yollara barikatlar kurulması, hendekler kazılması ve bombalı tuzaklar yerleştirilmesi ve sözde özyönetim adı altında işgal eylemleri gerçekleştirilmesi neticesinde bu yerde yaşayan ve evini terk edemeyenleri rehin olarak alan ve canlı kalkan olarak kullanan teröristlere karşı yasanın verdiği yetki ve sorumlulukla azami gayret göstererek mücadele eden güvenlik güçlerinin operasyonlarını salt orada yaşayan sivillere karşı yapılıyormuş gibi göstermek suretiyle terör örgütünün Güneydoğu'daki yerleşim yerlerindeki eylemlerini meşru göstermeye çalışması şeklinde gerçekleşen eyleminin silahlı terör örgütü PKK/KCK'nın cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek, teşvik edecek nitelikte olduğu anlaşılmakla yerel mahkemenin kabulünde belirtilen gerekçelerde herhangi bir isabetsizlik görülmemekle…”

Gerekçenin tamamını yüksek sesle okuma süresi Ayşe öğretmenin yayına bağlanıp da söylediklerinden uzun sürüyor. Ama o gerekçedeki “ulusal bazda yayın yapan bir televizyon kanalı” ifadesi tek başına da çok şey anlatıyor. Sen Beyaz Şov gibi ana akım favorisi bir programda bunları nasıl der ve dedirtirsin!

O dönem haber kisveli hedef gösterme operasyonlarında “olay” şöyle anlatılmıştı: “Kanal D'de ekranlara gelen Beyaz Show’a katılan bir kadının, hendek kazıp bölgeyi savaş alanına çeviren PKK'lılara tek kelime etmeyip, HDP'liler gibi konuşmalar yapması büyük tepki çekmişti. 'Burada doğmamış çocuklar ve anneler öldürülüyor' diye suçlamalarda bulunan öğretmen olduğunu söyleyen kadına Beyaz da destek vermişti. 6 bin 767 şikâyet üzerine RTÜK de harekete geçti, Kanal D televizyonuna yaklaşık 850 bin TL ceza kesildi.”

Hedef gösterme malzemesi olarak HDP'liler gibi konuşma ifadesine de dikkat. Hani şu meclisin üçüncü büyük partisi, hani seçilmiş genel başkanları, milletvekilleri ve parti çalışanları hapiste tutulan…

Nedir peki bunca linç yürütülmesine yol açan o sözler? “Ülkenin doğusunda yaşananların farkında mısınız? Burada yaşananlar medyada çok farklı aktarılıyor. Sessiz kalmayın. İnsan olarak biraz daha hassasiyetle yaklaşın. Görün, duyun ve artık bize el verin. Lütfen siz de duyarlı olun. Yazık! İnsanlar ölmesin, çocuklar ölmesin, anneler ağlamasın… Ben öğretmenim öğrencileri terk eden öğretmenlere seslenmek istiyorum. Bir daha oralara nasıl dönecekler? O tertemiz yürekli çocukların yüzüne nasıl bakacaklar? Bomba seslerinden, kurşun seslerinde insanlar susuzlukla, açlıkla mücadele ediyor. Özellikle bebekler, çocuklar... Lütfen siz de duyarlı olun."

BEYİN DURMASI

Doğan Akın’ın yazısında ayrıntılarıyla aktardığı üzere Beyaz (Beyazıt Öztürk), refleks olarak kalbinden geçeni söylemiş "Çok iyi yaptınız, çok teşekkür ediyoruz. Gerçekten de duyurabileceğimiz yerlerden biz de elimizden geleni yapmaya gayret ediyoruz emin olun. Ama bu söyledikleriniz bize bir kere daha ders oldu, daha da fazla yapmaya gayret edeceğiz. İnşallah en kısa zamanda bütün o söylediğiniz barış dilekleri bizim için de geçerli, biz de diliyoruz, en kısa zamanda bütün bunlar çözülsün istiyoruz” demiş ve Ayşe öğretmeni alkışlatmıştı.

Sonrası bildik şekilde ilerledi. Hedefe konduklarını gören Kanal D ve Beyaz art arda özür açıklamaları yayınladı. Yine bir “provokasyon” söz konusuydu. Beyaz’ın da “beyin durmuştu”: “Konukların soracağı sorular bellidir bizde. O keyifle telefona gittim ancak, ‘Çocuklar ölüyor burada’ diye bir tepkiyle karşılaşınca beynim durdu. Seyirciler bana bakıyor, konuklar var, 'ne yapacağım' diye kendi iç sesimi dinlemekten konuşulanı dinleyemedim. Aklımda şu kaldı, ‘Burada bir şeyler oluyor, siz eğleniyorsunuz.’ Ben hep aynı şeyleri söyledim, ‘Daha dikkatli olacağız’ dedim. Bir niyetin olduğunu anlayamadım. ‘Öğretmenim’ deyince de inandım ama öyle olmadığı ortaya çıktı. Benim geçmişime bakıldığında, tutarlılık gözüküyor. Şehitler olduğunda programı yarıda kestik, terör örgütünün orada verdiği zararlardan haberimiz var. Güvenlik güçlerinin ne kadar zor şartlarda mücadele ettiğini hepimiz biliyoruz. Bunlara gerçekten çok üzüldüm, şanssızlık oldu. İstemeden kırdığımız birileri varsa özür dileriz. Tekrar söylüyorum, devletimizin ve milletimizin yanındayız.”

Ekranların “efendi çocuğu” kendisine biçilen rolün gereklerinden bir milim kaydığında haddinin bildirileceğini anladı, durumdan vazife çıkararak “gereğini” yaptı. Oysa bırakın çatışmaları günlük hayat içinde “oralarda” çocukların öldüğü de aşikâr.

Tam mahkemenin onama kararının açıklandığı zamanlarda Yüksekova’da eski askerlik şubesinin çok yakınında, şehrin göbeğinde buldukları bir “cisim”le oynayan beş yaşındaki Umut Kozay patlama sonucu öldü, yedi yaşındaki ağabeyi Erhan Kozay ağır yaralandı. Valiliğin açıklamasında söz konusu cisim “operasyon zamanından kalan patlamamış mühimmat olarak değerlendirilen madde” şeklinde tanımlandı. Sokağa çıkma yasaklarının kavurduğu dönemden kalma, ne hikmetse kaldırılmayan bu mühimmatların öldürdüğü ve yaraladığı çocukların upuzun bir listesi var.

Çocuklardan ve aşikâr olandan devam edelim: Lice Belediyesi kayyımı DBP'li belediyenin bir parka verdiği Ceylan Önkol adını kaldırdı. O Ceylan ki 28 Eylül 2009’da 12 yaşındayken Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Şenlik köyü Hambaz mezrasında hayvanlarını otlattığı sırada Yayla Karakolu'ndan atılan havan topu ile öldürüldü. O Ceylan ki ağabeyi Rıfat Önkol, "Ceylan'ın cesedinin yanında 3-4 saat ifade verdik. Karakol bahçesinde kardeşimin cesedine inceleme yaptılar, daha sonra da Ceylanımızı battaniyeye, anamın eteğine sardık. Alıp götürüp defnettik" diye kazınmıştı belleğe.

Bellek mi dedim sahi? Hani oyuncak muamelesi çekilen en büyük insanlık vasıflarından biri. Kayyımların tuhaf bir isim şehir oyununun malzemesi. Şehrin ismini söyle sana değiştireceğin tabelaları göstereyim cinsinden… Yine işte bugünlerde Diyarbakır'da Yenişehir Belediyesi kayyımı, ölümünün 10'uncu yılında yazar Mehmed Uzun’un isminin verildiği parkın tabelasını indirdi. Tıpkı Van’ın Çatak Belediyesi’nin öldürülen Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin ismini değiştirmesi gibi.

Aşikâr olan şu: Yaşatılan hiçbir kayıp resmi ya da toplumsal özürle geri gelmez. Bu kavurucu haksızlığa uğrayanların tek isteği belleklere kazınan isimlerle neyin yaşandığının, yaşatıldığının unutturulmamasıdır pek pek. Dolayısıyla o isimlerle ne yapıldığı ölenlerin, öldürülenlerin birinci elden yakınları dışındakileri ilgilendirir. Tıpkı çocuklara reva görülen geleceğin de çocuklar dışında herkesin hele de devletin sorumluluğunda olması gerektiği gibi.

Eş zamanlı bunca şeyi alt alta dizince Beyaz’ın tabiriyle beynim duruyor benim. Aşikâr olanı eğip bükmeye kalktığınızda geriye kalmazsınız zira. Dört benim için bu demek.


Karin Karakaşlı Kimdir?

1972’de İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’nün ardından Yeditepe Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1998’de öykü dalında Varlık dergisinin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazandı. Karakaşlı’nın eserleri şunlardır: Başka Dillerin Şarkısı (Öykü, Varlık Yay., 1999; Doğan Kitap, 2011) , Can Kırıkları (Öykü, Doğan Kitap, 2002), Müsait Bir Yerde İnebilir Miyim? (Roman, Doğan Kitap, 2005), Ay Denizle Buluşunca (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2008), Cumba (Deneme, Doğan Kitap, 2009), Türkiye’de Ermeniler: Cemaat, Birey, Yurttaş (İnceleme, Günay Göksu Özdoğan, Füsun Üstel ve Ferhat Kentel ile, Bilgi Üniversitesi Yay., 2009), Benim Gönlüm Gümüş (Şiir, Aras Yayıncılık, 2009), Gece Güneşi (Çocuk Kitabı, Günışığı Kitaplığı, 2011), Her Kimsen Sana (Şiir, Aras Yayıncılık, 2012), Dört Kozalak (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2014), Yetersiz Bakiye (Öykü, Can Yayınları, 2015), İrtifa Kaybı (Şiir, Aras Yayıncılık, 2016), Asiye Kabahat’ten Şarkılar Dinlediniz (Anlatı, Can Yayınları, 2016). Karakaşlı halen Kültür Servisi, Gazete Duvar siteleri ve Agos gazetesinde yazmaktadır.