YAZARLAR

Sosyal medya ışık söndürme timi

Beş tane gencin konuştuğu, kısacık bir videoyla memleket gençliğinin durumunu analiz etmek, hızla genellemeler yapmak, dünyayı iyice karartmak ve çok üzülmek güzel. Kaynağını ya da gerçekliğini hiç sorgulamadan, zavallı bir videoyla “biz” ve “siz” olarak ikiye ayrılmak güzel...

4 yıl önce, “çocuklarımızı rahatlatmak” için uygulanmaya başlanan TEOG, yine “çocuklarımızı rahatlatmak” için aniden kaldırıldı. Bir kısım veli delirdi, bir kısım veli ne diyeceğini bilemedi, durumlar hızla değerlendirildi, öğrenciler ve öğretmenler bekledi, bekledi ama TEOG yerine, ne yapılacağı ve nasıl yapılacağı (hâlâ) tam olarak söylenmedi. Onun yerine, üniversite sınavının da külliyen değişeceği bildirildi.

Evet, eğitim sistemimiz “elmastan daha değerli”ydi ama hiçbir şey, elmas parlaklığında değildi. Belirsizdi...

Belirsizlik, insanı her zaman rahatsız eder. Bu insan, ergenliğin göbeğinde oturan (zaten bu aralar her şeyden ve herkesten olabildiğince rahatsız) bir insansa, daha beter. Bu insan, ergenliğin göbeğinde oturan o rahatsız insanın annesi ya da babasıysa, daha da beter.

Belirsizlik, hiçbir zaman tek başına gelmiyor bir de. Yanında korkular, sancılar, endişeler, uykusuz geceler, sivilceler filan da getiriyor. Pis bir şey yani. Tek iyi tarafı, “Belki sonunda güzel bir şey olur” umudu. İçine girilen karanlık tünelin ucundaki ışık ihtimali.

İşte tam bu noktada, “sosyal medya ışık söndürme timi” devreye giriyor.

Türkiye’de ne zaman üzücü, belirsiz, kötü bir şey olsa, bunlar hemen harekete geçiyor. İnsanı daha da sinirlendirmekten başka bir işe yaramayan yorumlar, bunalım körüklemeler, “Bir arkadaşımın arkadaşının arkadaşı demiş ki...” diye başlayan, yalan yanlış cümleler, anlamsızca gaza getirmeler, kaynağı belirsiz bilgiler, gerçekliği doğrulanmamış haberler başlıyor.

Kötü olanı, daha kötü hale getirme yarışması gibi. Hiçbir şey yapmadan, bir sürü şey yapıyorlar.

Hazır eğitim sistemi konusunda hepimiz iyice bunalıma girmişken, bu infialden yararlanmamaları da beklenemezdi. Zemin müsaitti. Karınlar yumuşakken, hemen işe girişmek lazımdı.

Sosyal medyada “Gençlik nereye gidiyor?” konseptli videolar dolaşmaya başladı. Bazıları çok eski, bazıları yeni. Hepsinin ana fikri aynı: Gençler eğitimsiz, bilinçsiz, kültürsüz, cahil, kayıp. Baksanıza, hiçbir şey bilmiyorlar. Dünyadan haberleri yok. Bu saatten sonra, bunlardan hiçbir şey olmaz artık. Ne biçim(siz) gençlik bu böyle değil mi? Evet. Lanet olsun!

Bir videoda, gençlerle sokak röportajı yapılmış mesela. “Bize evlilik programı sunan üç isim söyler misiniz?” diye soruluyor. Gençlerin hepsi de çatır çatır sayıyor. Hiç teklemeden: Esra Erol, Zühal Topal, Seda Sayan.

Sonra ikinci soru geliyor: “Dünya klasiklerinden üç kitap söyler misiniz?”

Söyleyemiyorlar.

Bir tanesi, “Söyleyemem, don’t yani...” diyor. Diğeri “Anna Karenina 1, Anna Karenina 2, Anna Karenina 3” diyor. Sakız çiğneyen bir arkadaş, “Pek kitap okumayı sevmem ama Dostoyevski yazarları filan var” diyor. Başka bir tanesi, “Kitap okumadığım için bilmiyorum ya” diyor. Videodaki son gencimiz “Söyleyemem, bilmiyorum. Bilmiyorum!” diyor gülerek. (Toplam beş tane genç insan.)

Video, sosyal medyada izlenme ve paylaşılma rekoru kırmış. Haberlerde bile çıkmış. Bir sürü (ama gerçekten bir sürü) yorum var. Yorumlardan birkaç örneğe bakalım:

- Süslü bir boş poşetten farkı yok bu gençlerin.

- Son 15 yılda yetiştirdikleri gençlik bu işte!

- Üç dünya klasiğini siz söyleyebilir misiniz, sayın putperestler?

- Alın işte! Geldiğimiz nokta bu. Artık geri dönülmez.

- Allah kahretsin, eğitimi ne hale getirdiler! Her şey gibi, eğitim sistemi de bitti.

- Bunlar bizim değil, sizin gençleriniz! Pislikler!

- Böyle gençler yetiştirmek işlerine geliyor, hiçbir şey öğrenmesin, bilmesin, sadece evlilik programlarını ezberlesinler. İstedikleri de bu: Koyun sürüsü. Çünkü yönetmesi kolay.

- Yazık, çok yazık. Gençlik bu halde, eğitim bu halde!

- Ülkenin geleceği, böyle kof beyinlilere emanet.

Yorumların geri kalanı, konuşan bu beş gencin aksanıyla ve kıyafetleriyle dalga geçenler, iğrenenler, utananlar, nefretlere sığmayıp taşanlar ve birbirinden yaratıcı küfürler sıralayanlardan oluşuyor.

Üşenmedim, videonun orijinalini aradım, buldum. Orijinali daha uzun. Evet, bu beş genç var ama onlara ek olarak, değişik kitap isimleri sıralayanlar, hiç evlilik programı izlemediğini söyleyenler, evlilik programı sunucusu sayamayan ama üç dünya klasiğini şıp diye sayanlar da var.

İlginç değil mi? Değil tabii ki. İlginç olan, öbürü. Bu hali işimize yaramaz, işimize gelmez.

Bu hali, yeterince gaza getirici, moral bozucu, nefret doldurucu, umut söndürücü değil çünkü. Ajitasyona ve saldırganlığa çanak tutmaya, bizi nefret çatısının altında birleştirmeye, topluca bir kara duman olup tüttürmeye elverişli değil.

Öbürü güzel.

Beş tane gencin konuştuğu, kısacık bir videoyla memleket gençliğinin durumunu analiz etmek, hızla genellemeler yapmak, dünyayı iyice karartmak ve çok üzülmek güzel. Kaynağını ya da gerçekliğini hiç sorgulamadan, zavallı bir videoyla “biz” ve “siz” olarak ikiye ayrılmak güzel. İçimizdeki nefret canavarını hemen serbest bırakmak, sosyal medyanın uçsuz bucaksız çayırlarına salmak güzel. Onun keskin dişleriyle, ağzından salyalar akıta akıta, hırlaya hırlaya dolanmasına izin vermek güzel.

Beş tane gencin konuştuğu, montajlandığı her halinden belli, insanlar atlasın, gaza gelsin, çılgınca paylaşsın diye hazırlanmış bir videoyla bütün gençlerden, eğitim sisteminden, hayattan nefret edilir mi yahu? Milyonlarca gencin arasından “seçilmiş” beş tanesine bakarak...

Bu kadar kolay mı yani?

O zaman hazır olun... Ben de başka beş gençle yaptığım sokak röportajlarından bir video hazırlayacağım. Videomda yine aynı sorular olacak.

Gençlerden biri diyecek ki, “Evlilik programlarının, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ve şiddetin yeniden üretildiği bir alan olduğu yadsınamaz. Bu bağlamda, o programların sunucularını çok acımasız ve vicdansız buluyorum.” (Konuşurken, yanlışlıkla çantasını düşürecek ve çantadan yere kitaplar saçılacak. Dünya klasiklerinden ekonomi kitaplarına, romanlardan biyografilere, onlarca kitap.)

O kitaplarını toplarken, başka bir gence yaklaşacağız. “Evlilik programı nedir bilmiyorum ama dünya klasikleri dediniz de... Siz de Dostoyevski’nin Hegel’den fazlasıyla etkilendiğini düşünüyor musunuz?” diye soracak. Yanındaki arkadaşı, bu soruya cevap verecek ve çatır çatır felsefe tartışmaya başlayacaklar.

Başka bir genç, seçim yapamadığı için, bir çırpıda 27 tane dünya klasiği sayacak. Son gencimiz de, küreselleşme sürecinde kitle iletişim araçlarının rolünden, bilginin evrenselleşmesinden, modernizmden, kuramlardan bahsedecek.

Video burada bitecek. Sonra her türlü reklam ve “paylaşım rekoru” hilelerini kullanarak, bu videoyu sosyal medyada çılgınca yayacağım.

İzlediğinizde, fikriniz hemen değişecek mi? Böyle tatlı bir serinlik, hoş bir rahatlama mı çökecek üzerinize? Bütün gençler birden tatlılaşacak mı? Gelecek kaygınız, eğitim sisteminden duyduğunuz rahatsızlık bitecek mi? Her şey düzelecek mi? Deli misiniz yahu?

Birileri, sizi iyice bunalıma sokan, ışığınızı söndüren, dolduruşa getiren videolardan, haberlerden, fotoğraflardan nefis paralar ve popülerlikler kazanırken, siz gözyaşlarınızın içinde boğuluyorsunuz. Sonra da bulduğunuz her kaşık suda, başkalarını boğuyorsunuz.

Hayatın kendisi, yeterince montajlı zaten bu aralar. Videolara ihtiyaç yok. Lanet okumaktan başka hiçbir şey okumadan, sormadan, düşünmeden, her şeye inanarak, enerjiyi boşa harcayarak, karalar bağlayarak, sabahtan akşama ağlayarak, bir o yana, bir bu yana savrularak günler geçiyor.

Günler geçiyor ve eğitim sistemi düzelmiyor.


Reyya Advan Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 13 yıl, İstanbul’da çeşitli uluslararası reklam ajanslarında, reklam yazarlığı yaptı. Çocuk hikâyeleri ve masallar yazdı. İstanbul’un trafiğine ve nem oranına daha fazla dayanamayarak, Ankara’ya geri döndü. 2009’da, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Reklamcılık, yazarlık, sunum teknikleri gibi alanlarda dersler veriyor. Kurbağalara olan abartılı ilgisi dışında, normal bir insan.