YAZARLAR

Bir fotoğrafın hatırlattıkları: Öpüşün!

Öpüşmeyi yekten seks olarak algılayan beyinlerin getirdiği yasaklar yazık ki hayatımızı etkiliyor. “Kimsenin yaşam tarzına karışmıyoruz” diyenler yapıyor bunu, evet. Sokakta bira içenlere yaptırım uygulayanlar yakında sokakta öpüşenlere bir şey yaparsa, bu, şaşırtıcı olmayacak. Mevzu, “adamın nikahlı karısı”na indirgenemeyecek kadar ciddi.

Görmeyen yok muhtemelen: Kadri Gürsel’in tahliyesinin ardından eşiyle öpüştüğü sırada AFP muhabiri tarafından çekilen o şahane fotoğraftan söz ediyorum. Nereden baksanız, neresine baksanız güzel: Öpüşmek zaten güzel ama yanında öpüşen çifte bakmamaya çalışan ve bunu yaparken gülümseyen asker daha da güzel. Haftanın, yılın değil son yılların en güzel fotoğraflarından biri bu. Yazık ki bu masum fotoğraf üzerinden ilerleyen, “bizi dünyaya rezil ettiniz” minvalli bir tartışma, bu güzelliğe gölge düşürüyor. Rezil olduğumuz “dünya” neresi, en ufak bir fikrim yok ama belli ki fotoğraftaki şahanelik birilerini rahatsız etmiş.

Öpüşmeyen, sevişmeyen, el ele tutuşmaktan imtina eden insanlarca yönetiliyoruz. Sadece toplum içinde değil, yalnız kaldıklarında da durum muhtemelen bu. En büyük temas, kola girmek. Hâl böyle olunca etraf sevgilisinin omzuna elini atmaktan kaçınan, onu yanağından öpmeyi “ayıp” gören, öpüşenlere ters ters bakanlarla doluyor –ki bu, şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan, bu “insan”ların, her şeyden tahrik olmaları. Bunun için şort ve mini etek giyen kadınlara saldırıyorlar, bunun için sokakta öpüşenlere laf ediyorlar ve bunun için bütün bunları “günah” sayıyorlar. İnsanın en temel ihtiyaçlarından birini yok sayıyorlar, başlarına gelebilecek en güzel şeyden mahrum kalıyorlar. Sevişmiyorlar, çiftleşiyorlar ve bunu üremek için yapıyorlar. Sevişmeyi bir tabu hâline getiriyorlar, sevişenleri hoş karşılamıyorlar. Hoş karşılamamak ne, ellerinde olsa bunu yasaklayacaklar! Neyse ki elleri (şimdilik) bu kadarına uzanamıyor.

Öpüşmek, şarkılarda, türkülerde sıklıkla geçen bir eylem. Şarkıların güzelliği. Filmlerde de öyle: Sevgililerin kavuşma ânı. Tıpkı bu fotoğrafta olduğu gibi. Bir dönem (sadece bizde değil, bütün dünyada) öpüşme ve sevişme sahneleri sansürlenir, filmlerin bu bölümü kesilirdi. Duruma selam çakan en güzel film, Giuseppe Tornatore imzalı 1988 tarihli “Cennet Sineması / Cinema Paradiso” Spoiler vermek gibi olmasın ama hangimiz Alfredo’nun Toto’ya bıraktığı “miras”ı izlediği sahnede ağlamadık? Öpüşmenin türlü hâlleri perdede art arda akarken döktüğümüz gözyaşları, biraz da durumun tuhaflığıyla alakalı. Peki ya bu tuhaf durumun, neredeyse otuz yıl sonra memlekette nüksetmiş olmasını nasıl açıklayacağız?

Sadece devlet kanalı TRT değil, özel televizyonlar da öpüşme/sevişme sahnelerini makaslıyor. Farkında mısınız bilmiyorum ama artık dizilerde sevgililer öpüşmüyor. Öpüşürlerse RTÜK onları uyarıyor çünkü… Bunun için alternatif kanallar oluşuyor, bunun için olay antenden internete kayıyor. Bir sosyal medya klişesini kullanmanın tam zamanı aslında: Yıl olmuş 2017, öpüşmeyi hâlâ “ayıp” bulanlar var.

Kayahan, henüz “büyük usta”lığını ilan etmediği romantik zamanlarında bir şarkı yapmış, bu şarkıyı, Kuşadası’nda yapılan Altın Güvercin Şakı Yarışması’nın ilkinde Ayşegül Aldinç’le birlikte seslendirmişti: “Masum Küçücük Bir Öpücükten Ne Çıkar?” Şarkı, şöyle devam ediyor: “Bir bahar akşamında bir vapurda / Kimseden kaçmadık ki / Serin sular uçuşurken / Canımız öyle istedi…” Vurucu yer, şurası: “Masum küçücük bir öpücükten ne çıkar / Kimden ve neden saklanacak…”

Öpüşmek iki kişilik eylemlerin en güzeli. Şüphesiz devrimci bir eylem zira bunun “ayıp” olduğunu düşünenlere verilecek en güzel cevap. “Buluşalım, topluca öpüşelim” tarzı bir durumdan söz etmiyorum elbette; yapıldı bunlar –ki onları anlamam mümkün değil. Açıkçası “bir bahar akşamında bir vapurda” sevgilisiyle öpüşmeyenleri de anlamam mümkün değil. İnsan vapurda öpüşmeyecekse ne zaman öpüşür? Fotoğraf özeline ineyim: İnsan “içeriden” çıktıktan sonra, özgürlüğe kavuştuğu an sevgilisiyle öpüşmeyecekse, ne zaman öpüşür? Özgürlük dediğin şey daha güzel kutlanabilir mi?

Yazının burasında bir rahatsızlığımı dile getireyim… Gelen tepkilere verilen cevap, ekseriyetle şu minvalde: “Adamın nikahlı karısı, elbette öper.” “Özrü kabahatinden büyük” denen durumlardan. İnsan sevgilisini öpemez mi? Onca şarkı boşuna mı yazıldı, söylendi? Bir dönem sıklıkla karşımıza çıkan, yazık ki son yıllarda TRT’de çalınması yasaklanan Kaptanzâde Ali Rıza Efendi’nin nihavent fantezisi, karı-kocanın yaptığı bir eylemi mi işaret ediyor sizce: “Benim gönlüm sarhoştur / Sevişmek ah ne hoştur / Yıldızların altında…” Şarkının çalınmama sebebi malûm: Sevişmek fiili de “ayıp” karşılanıyor. Başa döneyim: Sevişmeyenlerin getirdiği yasaklar bunlar.

Bu tip tartışmalar yeni değil. Cinsellik, her dem odakta. Öpüşmeyi yekten seks olarak algılayan beyinlerin getirdiği yasaklar yazık ki hayatımızı etkiliyor. “Kimsenin yaşam tarzına karışmıyoruz” diyenler yapıyor bunu, evet. Sokakta bira içenlere yaptırım uygulayanlar yakında sokakta öpüşenlere bir şey yaparsa, bu, şaşırtıcı olmayacak. Mevzu, “adamın nikahlı karısı”na indirgenemeyecek kadar ciddi.

Bir dönem Express için (45’liklerden CD’lere) “yolu yataktan geçen şarkılar”ı yazmıştım. Sonrasında bu yazıyı ilk kitabıma aldım, 2016 yılının şubat ayında, cumhurbaşkanının “şiir, roman, film” gibi “şey”leri “günahkâr” saydığına dair açıklaması ve gelen tepkiler üzerine, KültürServisi için gözden geçirerek yeniden ortalığa çıkarttım. Aynı yazı, aynı şekliyle bianet’te de yayımlandı. Bunda, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından verilen bir fetvanın payı büyük: Müziğin “günahkâr” olduğunu, müzikle ilgilenenleri ve dinleyenleri “cinsel arzuları tahrik eden ifade ve tasvirler”le günaha teşvik ettiğini söylüyordu koskoca Diyanet. Gördükleri her şeyden tahrik olma becerisine sahip “adam”larca verilen bu ve bunun gibi fetvalar, şüphesiz bugün içinde bulunduğumuz durumu biraz olsun açıklıyor.

Bahsi geçen yazının başlığını bir Neşet Ertaş dizesinden almıştım: “Sevişmek ibadettir”. Bu dizeyi andıktan hemen sonra Karacaoğlan’dan dem vurmuş, onun bir dizesini anmıştım: "Tomurcuk memesin verdi ağzıma / Yorgunsun sevdiğim em dedi bana…" “Tombul tombul memeler”den söz eden türküler, “hafifmeşrep” kantolar, kimilerinin “günahkâr” addettiği pop şarkıları, sandıkları gibi kıyameti değil özgürlüğü getirecek.

‘90’lı yıllarda, kimi pop şarkılarında “tuzlu saçlar”, “ıslak dudaklar”, “tatlı ten”, “geceler boyu sevişmeler” ve “ıslak öpüşmeler” normal karşılanır olmuştu. O dönemde, pop’la birlikte ar duygumuzun patladığı yazılıp çizilmişti. Asya, ikinci albümünde seslendirdiği “Romantik Aşk”ta, bu tip şarkılara kendince karşı duruyordu: “Olmaz demiştim ilk günden sana / Romantik aşktı bu aşk hani ya / Kendime göre yasaklarım var / Çocuklar gibi benle oynama // Vallahi öptürmem / Ölürsün aşkından / Kırılma darılma / Hemen sarılma…” Şarkıya gecikmiş cevap, Athena’nın “Öpücük”üyle verilmişti: “Pardon seni rahatsız etmek istememiştim / Sadece dudağından öpmek istedim / Tamam belki pek ince teklif edemedim / Ama ben o bildiğin romantiklerden değilim…” Şarkılarda öpüşmenin izlerini arayabiliriz ama yazıyı uzatmak dışında bir işe yaramaz bu. Sorun, var olan cinsel açlık. Öpüşmeden geçmiyor. Öpüşmek –ki sevginin en güzel ifadesi, şarkılara bu yüzden en masum hâliyle giriyor.

Nazan Öncel, “Beyoğlu”nda gezerken sevgilisine şu teklifte bulunuyor: “Sinemaya gidelim sonra / Karanlıkta öpüşelim…” Aynı Nazan Öncel, Dudaktan öpmezsen aşkım bilinmez / Şimdi gelmezsen ateşim sönmez” dizesini yazan –ki “Hokka”, belki de mevzuya iliştirilebilecek en güzel şarkısı: “Köfte dudaklarını / Hokka gibi ağzını / Lokma lokma her yanını / Öpsem yeniden / Dönsen köşeden // Serçe parmağını / Fıstık yanaklarını / Lokma lokma her yanını / Öpsem yeniden / Dönsen köşeden…”

Şarkılardan türkülere geçip oradan ilerlersek bugünkü cinsel açlığın sebeplerine kısa sürede ulaşırız: “On beş yaşında Nazife Hanım’a” doyamayanlar, bugün mini etek giyen kadınları “müsait” görenler. Yurtlarda çocuklara sarkıntılık eden yöneticiler, öğrencisiyle ilişkiyle giren “öğretmen”ler de buradan geliyor. Aklı baliğ olmamış çocuklara “yönelen”ler bir yana, bu ortaya çıktığında onları savunanların ve olayı örtbas edenlerin olması asıl sorun. Bu kitle, Kadri Gürsel’in öpüşmesine “rezillik” olarak bakan kitle.

Her şey bir yana, AFP imzalı bu fotoğraf, geleceğe dair umutlarımızı tazeliyor. Kadri Gürsel, yaptığı ilk açıklamada “içerideki” arkadaşlarından dem vurarak mutlu olmadığını söyledi; onun tek mutlu ânına saldırmak sahiden tuhaf. Fotoğraf gelecekteki güzel günlerimizi işaret ediyor, saldırılar ise memleketin nasıl da berbat bir durumda olduğunu gösteriyor. Son sözü Kadri Gürsel’e bırakayım: “Yargılananla yargılayanın yer değiştirdiği görülecek.” O gün öpüşmeler çok daha güzel olacak.


Murat Meriç Kimdir?

1972’de doğdu. Çanakkale ve İzmit’te okudu. Ankara’da kimya mühendisliği eğitimi alırken, dinlediği müziğin tarihine merak saldı ve oradan ilerledi. Kendini bildi bileli plak topluyor; okuyor, dinliyor, dinlediklerini yazıyor, sevdiklerini çalıyor. Kedi gibi meraklı. Rakı, roka, bamya, erik seviyor. Çanakkale - İstanbul arasında yaşıyor ama Ankaracı. 1996’da Müzük adlı dergiyi çıkartan ekipten. Sonrasında Roll mürettebatına katıldı. Mürekkep, Birikim, Milliyet Sanat, Virgül, Bant gibi dergilerde yazıları yayınlandı. Yeni Binyıl, Radikal ve BirGün'ün yazarlarındandı. Ankara’da Radyo Arkadaş’ın kuruluşuna katıldı, radyo programları başta TRT, pek çok radyoda yayımlandı; kimi televizyon programlarının danışmanlığını yaptı, metnini yazdı. 2002 - 2003 yıllarında TRT için Kırkbeşlik adlı televizyon programını hazırladı ve sundu. Kalan Müzik için bir Tülay German albümü (Burçak Tarlası 64 – 87, 2001) derledi, pek çok albüme yazar ve danışman olarak katkıda bulundu. Pop Dedik / Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği (İletişim Yayınları, 2006), 100 Şarkıda Memleket Tarihi (Ağaçkakan Yayınları, 2016), Yerli Müzik (bi'bak Berlin, 2018) ve Hayat Dudaklarda Mey / Memleketin Anason Kokan Şarkıları (Anason İşleri Kitapları, 2019) adlı dört kitabı, üzerinde çalıştığı pek çok projesi var. Üniversitelerde ve kültür merkezlerinde müzik tarihi üzerine seminerler verdi, veriyor. Düzenli olarak Gazete Duvar'da, arada bir Kafa’da yazıyor; Açık Radyo için hazırladığı Harici Bellek başlıklı program salı günleri 19.30'da yayımlanıyor.