YAZARLAR

Kadir Topbaş: Resimdeki gözyaşları

Bu ileri demokrasi günlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi nasıl bir yürek yedi ki “başkanı”nın veto eldivenini geri onun yüzüne vurabildi? Topbaş bu yüzden kalbi kırık gidiyor. “Borç bırakmadım” diyor; neredeyse alacaklı çıkacak. Oysa hem rakamlar doğrulamıyor bunu hem bir “borç” konuşulacaksa İstanbul’a, İstanbullulara karşı ömrü boyunca ödeyemeyeceği kadar borçlandı; Haliç’teki “boynuz”lar mesela...

İyi fotoğraf veriyordu. Son verdiği fotoğraf, biraz hüzünlü oldu. Az gözyaşı var sanki resimde.

Kadir Topbaş'ın, ilahiyat, mimarlık, sanat tarihi tedrisatı vardı; muhallebiciliği iyi kıvıran bir ailesi vardı ve siyasette hep iyi fotoğraf veren biri olarak yer aldı. Yardımsever midir bilinmez ama yardımcı pozisyonunda çok görüldü.

12 Eylül darbesinden önce, 1977’de Milli Selamet Partisi’nden Artvin Milletvekili adayı oldu; MSP’nin oyu yüzde 6’nın altındaydı bu ilde, parti 24 milletvekili çıkarmıştı, toplam oyu yüzde 8.6 idi.

Peşinden Beyoğlu İlçe teşkilatında siyasetteydi, başkan yardımcısı olarak. 12 Eylül sonrasında yine Necmettin Erbakan’ın yanındaydı elbette, Refah Partisi İstanbul İl Yönetimi’nde yer alıyordu. Tabii başkan yardımcılığı da yapacaktı; ondan önce bir başkanlığı da olmadı değil, RP Bağcılar İlçe Başkanlığı. 1987 seçimlerinde yine Artvin’den milletvekili adayı oldu, ilde sadece üç parti barajı geçmişti ve içinde Refah Partisi yoktu. Baraj, Kadir Topbaş’ın da partisi iktidar olduktan sonra savunduğu baraj zaten onlar Meclis’e giremesin diye cunta lideri Kenan Evren ve arkadaşları tarafından düşünülmüştü.

BAŞKANLIĞA GEÇİŞ

Seçim sahnesinde 1996’da yerel aday olarak göründü; RP 1995 seçimlerinde barajları ezip geçmiş, birinci parti konumuna yükselmişti. 2 Haziran 1996’da 41 merkezde yerel ara seçim yapıldı; RP oyları yükseltmişti ama Kadir Topbaş şimdi “iktidarın kale”lerinden sayılan Bağcılar’da kazanamamıştı. 28 Şubat baskıları RP’yi kapatmış, FP kurulmuştu. Topbaş, 1999’da Fazilet Partisi İstanbul İl Başkan Vekili iken Beyoğlu Belediye Başkanı seçildi. Beyoğlu onun ilçesiydi zaten, 1948’de aile şirketi orada kurulmuştu.

2004’te, 2002’de AK Parti iktidarı aldıktan ve Erdoğan başbakanlığa oturduktan sonra İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın kime kalacağı hep tartışılıyordu. Erdoğan, “şiir okuduğu için” başkanlıktan düşürülmüş, cezaevine girmişti. Yerini alan Ali Müfit Gürtuna, 2004 seçimleri yaklaştıkça havaya giriyor, “seçilmiş başkan” olmak için uğraş veriyordu. Fakat parti merkezi, yani Recep Tayyip Erdoğan, eski tahtını ikinci adam olmayı, yardımcı pozisyonlarda durmayı iyi bilen birine verecekti, o kişi Kadir Topbaş oldu. 2004'te ve 2009'da da, aleyhinde hayli kulis yapılmasına, partinin içinde çok güçlü isimlerin yerine göz koymasına rağmen seçilecek aday olarak kalmayı başardı. En büyük başarısı, iyi fotoğraf vermesi, fotoğraflarda ikinci adam olduğu anlaşılacak kadar mütevazı durmaktı; aile şirketinin hızla büyümesi sayılmazsa.

ŞEHİRLERİN ŞEHRİNE BOYNUZ

Partisi, bir İstanbul partisiydi; lideri Erdoğan İstanbul’da siyasal yükselişini sağlayacak rampaya yerleşmiş, parti iktidara gelince İstanbul’da temayüz etmiş kadrolar önemli noktalarda yer almıştı. “Peygamberin müjdelediği kent”ti. Ceddimiz Osmanlı’nın payitahtı idi, Dersaadet idi, Asitane idi, İslambol idi. Kadir Topbaş, 1996’dan sonra Anıtlar Kurulu üyeliği de yapmış bir isim olarak, mimar ve sanat tarihçisi olarak, niye yakışmasındı ki şehirlerin şehrine?

Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, 15 Şubat 2014’te İstanbul’da bir açılış töreninde konuşuyordu; fotoğrafların en mesut ismi ise Kadir Topbaş’tı. Bir “mimar” olarak, Haliç’ten metro geçişini sağlayacak köprünün bizzat mimarıydı.

Haliç’e köprü için ta 2. Bayezit döneminde Leonardo da Vinci düşünülmüş, Ali Müfit Gürtuna döneminde, 2002’de İspanyol mimar Santiago Calatrava adı gündeme gelmiş, 2004’te Topbaş seçilince işin rengi değişivermişti. Topbaş, Anıtlar Kurulu’nun da müdahil olduğu süreç içinde, “şahsının da projesi olduğunu” ilan ettikten sonra, bir zamanlar üyeliğini yaptığı kurul, transparan bir köprü düşünen İspanyol yerine Topbaş’ın çizimini kabul etmişti.

Daha önce yarışmalar gündeme gelmiş, dünyanın ünlü mimarları davet edilmiş, güzel bir iş olacağına dair kamuoyuna umut verilmiş, ancak sonradan vaz geçilmişti. Çünkü Kadir bey, başka mimarların akıl edemediği büyük bir fikir bulmuştu: Köprü Altın Boynuz’un üstünden geçtiği için, iki tane boynuzla süslenmişti. Topbaş, mimarlık ve sanat tarihi hünerlerini konuşturmuş, İstanbul’a iki boynuz takmıştı. Fikir müthişti çünkü Haliç’in metaforik adındaki metaforu olduğu gibi almış, köprünün üstüne koyuvermişti. Ama hakkını yememek lazım, ikinci kısmın metafor olduğunu anlamış, boynuzları bir de AK Parti estetiğinin önemli rengi olan altın sarısına boyamamıştı.

MİNARELER ARASINDAKİ GÖKDELENLER

Halka otobüs renklerini, vapur biçimlerini sorma devri çoktan kapanmıştı. Her yerde gökdelenler yükseliyor, Salacak’tan bakınca “kubbeli minareli” eski İstanbul’un minarelerinin arasında üç heyula görülüyordu. Heyula, Ayasofya’nın, Sultanahmet’in ve o muhteşem Süleymaniye’nin minarelerini hüzünlü bir çizgiye çeviriyor, gökyüzünde hakimiyetini ilan ediyordu. Dönemin başbakanı Erdoğan, o gökdelenlerin sahibine küstüğünü saklamayacaktı; ama o yapılar yükselirken kim nereye bakıyordu da görmemişti, cevap veren olmadı.

Görüldüğü fotoğrafların en ünlüleri, Gezi eylemleri günlerindendi. Dönemin Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın ve Belediye Başkanı olarak Kadir Topbaş, “şehrin sahipleri” pozlarını sık sık veriyordu. Darbeden sonra hapse düşen iki mülki amirden Gezi günlerindeki şiddetin hesabını soran olmadı. Mutlu ve Çapkın’ın fotoğraflardan kesilip atılması kimilerine yetmedi, damadının darbeci teşkilatla bağı iddia edilince onun da fotoğraftan çıkarılması gerektiği yüksek sesle dile getirildi. Fakat öyle olmadı, onun yerine damadı hapisten çıkarıldı.

MECLİS’İN MECLİSLİĞİ TUTUNCA

Belki kimse onun gelecek seçimde aday olmasını beklemiyordu ama kimse onun “adam yerine konma” kırılganlığıyla istifa edeceğini de beklemiyordu. Yıllar yılı mimar yerine konulmuş, belediye başkanı yerine konulmuş, nerede fotoğrafı lazımsa orada fotoğrafa konulmuş biri, şimdi birden niye “adam yerine” konulmadığını hissettirecek bir nadanlıkla incitilmişti? Üstelik, nasıl bir haldi ki AK Parti gibi hiyerarşisi güçlü ve aşağıdan yukarıya kamuoyu önünde itirazın hiç karşılanmadığı bir yerde Belediye Meclisi üyeleri, “başkan”ın vetosunu hiç ciddiye almamıştı? Hangi heyet, “başkan”ı heyet olmanın, “meclis” olmanın gereğini yerine getirerek derkenar edebilirdi? TBMM’nin bile bir ucundan talimatların girdiği, öbür ucundan kanun mu karar mı ne emrolunmuşsa onun çıktığı yerde, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, kendi başkanını önemsemiyordu? Usul, yukarıdakilerin aşağıdakileri bir şey yerine koyması, aşağıdakilerin de o yerdekileri bir şey olarak kabul etmesi değil miydi?

KİM İNCİTİLİR, KİM İNCİTİLMEZ

Bunun şimdiye kadar tek istisnası görülmüştü, o da kuralı belirleyen istisnaydı: Cumhurbaşkanı Erdoğan başbakanken Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu’nun bitmek bilmeyen konuşmasına tepki göstermiş, salondan çekip gitmişti; giderken de dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, şimdi çok kullanılan sıfatla “devletin başı’ olan Abdullah Gül, devletin değil sadece hükümetin başı olması gereken Erdoğan’ın peşine düşüp gidivermişti. Aynı Gül, “Anayasa’ya 15 noktada aykırı” dediği internet yasasını, veto etmek yerine “kabul etsinler ki değiştirsinler” türü henüz keşfedilmemiş bir yasama mantığıyla onaylayıp yayınlayıvermişti. Gül’ün bile iradesine en ufak bile uyumsuzluk göstermemek için özendiği bir siyasal atmosferde Topbaş, önüne gelmiş işleri, planları, projeleri, “İstanbul’un hatırı”nı gözeterek geri çevirecek değildi ya!

Gül dahil, vaktiyle Erdoğan’ın etrafında birleşen ve her durumda onun peşine düşen heyetten giderek pek kimse kalmıyor. İster yukarıdan aşağıya, ister aşağıdan yukarıya, etkili her eylemin mümkün tek referansı var: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. Belediye Meclisi üyeleri, Topbaş’ı değil ama Erdoğan’ı incitecek işlerden kaçınabilir ancak ve birini incitmeye yönelmişlerse o kişinin "Erdoğanist" panteonda en ufak bir hatırı kalmamış olduğunda emindirler, muhakkak. Ama emin olmaları da yetmez: Arkasında durdukları işin, arkasında durdukları kişinin gönlünü alacağından da emindirler.

NEREDEYSE ALACAKLI ÇIKACAK!

Kadir Topbaş, birçok fotoğrafta Erdoğan’a bakarken görüntülendi; Erdoğan da onun yüzüne bakıyordu ki yıllarca dünyanın en büyük kentlerinden birinin başında kalabildi. Şimdi makamı bırakırken, “borç bırakmadığını” söylüyor, üstüne gitsek alacaklı da ilan edebilir kendisini. Fakat rakamlar pek doğrulamıyor bunu: Milyar dolarlık kredilerden söz ediliyor. Üstelik bir borç meselesi daha var: Boynuzlardan minareler arasında yükselen gökdelene, konserve kutusuna benzeyen vapurlardan her biri bir şehir gibi duran korkutucu plazalara, oyuncak ya da maket görüntüsüyle sonuçlanan restorasyonlardan “kentsel dönüşüm”lerde mülksüzleştirilmiş milyonlara, hem bugün hem gelecekte asla ödeyemeyeceği borçlar altına girdi. Şimdi kalp kırgınlığını söylese de “resimdeki gözyaşları” ona değil İstanbul’a ait. Bir teselli arıyorsa eğer, İstanbul resimlerine bakabilir, akan gözyaşlarını görür mü görmez mi bilemeyiz.