YAZARLAR

Ölünün üzerini örtersin, örtmelisin…

Antigone, Tanrısal buyruğa uymuş, Kreon’un yasağını çiğnemiştir. Kardeşinin üzerini toprakla örtmeye cüret etmiş, onun ölü bedenini sakınmıştır. Bedelini ödemeyi göze alarak, geri adım atmayarak, boyun eğmeyerek.

Hukuk tarihi ve felsefesiyle ilgili eserlere yine dönerim. Bu hafta, ‘anlatmak istiyorum’ ifadesinin gülünç kaçacağı ‘klasik’ bir eserden söz etmek, bir kez daha ‘hatırlatmak’ iyi olabilir. Hâlâ okumamış genç insanlar varsa da kulaklarına kar suyu kaçmış olur. Eski Yunan’ın büyük ozanı Sophokles tarafından kaleme alınmış bir oyun, Antigone.

Elimde iki Antigone baskısı var. Biri ve ilk okuduğum Mitos/Boyut’tan çıkan Güngör Dilmen çevirisi. İkincisi İş Bankası yayınlarından. Hasan Alî Yücel klasikler dizisinden yayınlandı ve çeviren Ari Çokona. İki çeviri arasında köklü başkalıklar yok ancak üslup ve sözcük tercihleri farklılığı söz konusu. Okuyacağınız yazıda Güngör Dilmen’in çevirisini esas aldım ama Çokona’nın çevirisi ve verdiği bilgilerden de yararlandım. Bu nedenle iki kitabın görselini de kullanıyorum.

Ölüyü gömmeyip onu açıkta bırakmak, eziyet etmek, ilk çağlardan bugüne en büyük fenalıklardan biri olarak kabul edilir. Aşağılamanın en acımasız yolu. Ayrıca yalnızca ölü ya da yakınlarına değil, bu aşağılama, izleyenlere de gönderilen bir mesaj; olabildiğince ürkütmek, ölünün gömülmesini engelleme gücünün kimde olduğunu bir kez daha hatırlatmak için. Antigone, ölünün gömülmesini yasak eden kral ile kardeşini defnetmekte ısrarlı kız kardeş arasındaki trajik hikâyeyi anlatır. Tanrısal hukuk ile devlet/kral hukuku arasındaki çatışma bağlamında.

Antigone, Sofokles, çev. Güngör Dilmen, Mitos Boyut Yayınları.

Yunan toplumunun ‘karanlık’ ve ‘kahramanlık’ çağlarının ardından, İ.Ö. 5. ve 6. yüzyıllara denk düşen ‘altın çağın’ büyük yazarlarından Sofhokles. Düşünce yaşamının canlandığı, demokrasi düşüncesinin geliştiği, ekonomik, toplumsal ve siyasal dönüşümlere tanık olunan, sınıfsal ayrımların belirginlik kazandığı bir dönem. İnsanca nitelikler sergileyen Tanrıların hüküm sürdüğü (soyluların ideolojisinin aracıydı Tanrıların hâkimiyeti) ve tabii Tanrılar insana benzeyince Hamilton’un deyişiyle ‘Gökyüzünün de eve benzediği,’ mitolojik sembollerle insanların içi içe yaşadığı Homeros’un dünyasından, Polis (kent devleti) örgütlenmesinin ortaya çıktığı medeniyete.

Malumunuz, ekonomik yapıdaki dönüşümün ürünü olan ‘kent,’ tarım dışı etkinliklerin alanıdır. Polisler, yeni kentli orta sınıfın ideolojisinin serpilebileceği bir beşikti. Paranın, tartışmanın, siyasetin ve sanatın var olacağı bir beşik. Özellikle Kleisthenes Reformları ile birlikte (İ.Ö. 507) kent merkezi bir tür meclise dönüştü. Yurttaşlar (herkesin yurttaş olmadığını söylemeye gerek yok sanırım) agorada bir araya gelip ortak işleri ve sanat vs. tartışıyordu.

Bir ya da birkaç kent ile çevrelerindeki kırsal bölgeyi kapsayan Polisler, Mehmet Ali Ağaoğulları’nın tanımıyla “(Ülke ya da devlet anlamında değil de kent anlamında) Polis, çeşitli tapınakları, devlet binaları, agorası, spor alanı (gymnasion), açık hava tiyatrosu ile düzenli bir yapılanma görünümü veriyordu.” Mutlaka açık hava tiyatrosu. Kentin olmazsa olmazı.

Eski Yunan Polislerinde tiyatro etkinlerine katılmak bir eğlenceden çok esasen yurttaşlık göreviydi. Yalnızca izlenen değil, aynı zamanda kamusal işlerin tartışıldığı gösteriler. Dionysos adına düzenlenen şölenlerde, trajedi, satir ve komedi türleri sergileniyordu. (Mehmet Fuat’ın Tiyatro Tarihi adlı kitabını özellikle öneririm.) Tiyatro oyunları, yönetime katılmanın ve yurttaşlık bilincinin gelişmesinin en önemli araçlarındandı.

Tarihsel gelişmede, büyük dönüşümde yaşanan çelişkiler, ‘trajik’ olan ile ‘komik’ olanın aracılığıyla dile getiriliyordu. Altın çağın, özellikle dört büyük ismi tarafından: Aiskhylos (525-456), Sophokles (496-406), Euripides (485-406) ve Aristophanes (450?-385?). Her biri, parlak çağın bir dönemini yansıtmıştır eserlerinde.

Bizim konumuz Sofokles.

Antigone, Sophokles, Çev. Ari Çokona, Türkiye İş Bankası Yayınları.

Sofhokles, Aiskhlos’un çağdaşı sayılır ancak ondan farklı olarak parıltının azalmaya, özellikle sınıf ayrımlarından kaynaklı sorunların yaşanmaya başladığı yıllarda verir eserlerini. Daha eleştireldir ve bu nedenle ‘her koşulda erdemli olabilmeye’ vurgu yapar sürekli olarak. Teknik olarak da değişiklikler yapmıştır tiyatroda (örneğin koro ile birlikte üçüncü kişiyi katarak oyuncuları öne çıkarmıştır) ancak şimdi bunlara girmeye gerek yok.

Antigone, Thebai Üçlemesi’nin sonuncu oyunu. Kral Oidupus Tragedyası, Oidupus Kolonos ve Antigone.

Antigone, kaynaklara göre ilk kez İ.Ö. 442’de oynanmış. Antigone’nin hikâyesi, ‘Tanrısal-dünyevi yasalar’ ile ‘ahlaki emir-devletin emri’ arasındaki çelişkilerin ortaya çıkarılması üzerine. ‘Sivil itaatsizlik’ hakkında tez yazan son tez öğrencilerimden sevgili Esra Dursun, Antigone’nin eylemini sivil itaatsizlik başlığı altında değerlendirmişti. Dolayısıyla İ.Ö. 5. yüzyıldan bir sivil itaatsizlik örneği ile karşı karşıyayız. Devletin/kralın yasası ile Tanrısal/ahlaki yasa çatıştığında ne olur? Uyulması gereken yasa, hangisidir?

Oyunda devlet, kral Kreon’da temsil edilir. Antigone ise yurttaş özgürlükleri adına ortaya çıkan bir asi. Hiçbir biçimde ödün vermeyen karakter, Antigone. İlkesini yaşama geçirme yolunda hiçbir tereddüt göstermeyen bir karakter. Boyun eğmiyor. Çekiciliği de burada.

Kral Oidipus malum olayların sonunda kendi kendini sürgün edince, iki kardeş, Eteokles ve Polyneikes önce dönüşümlü hükümdarlık üzerine uzlaşır ancak sonrasında birbirlerine düşerler. Rivayet odur ki aralarını bozan Kreon’dur. Savaşta iki kardeş de ölünce Kreon, Thebai kralı olur ve Eteokles’in cenazesini kahramanlara yaraşır bir törenle kaldırır. Polyneikes’in cesedinin gömülmesine izin vermez. Açıkta bırakır, hayvanlar parçalasın ister. Ve ola ki gömmeye çalışan olursa ölümle cezalandıracağını buyurur.

Devlet yönetiminde son derece katı, ‘dediğim dedik, çaldığım düdük,’ despot bir karakter Kreon. Nitekim sonunu getirecek yanlış kararları almasına neden olan da bu kibri. Sahneye ilk çıktığında devlet adamlığı konusunda şunları söylüyor:

“Şunu usumuzdan çıkarmayalım: Varlığımız bu devletin gölgesinde. Bu gemi ki ancak kazasız belasız geleceğe doğru yol aldığı sürece, dostluğun kardeşliğin anlamı var bizce... Devlet kimi getirişse başa, ona boyun eğmek küçük büyük konularda ve haklı olsun olmasın onu dinlemek gerekir. Yürekten söylüyorum şunu: İtaat etmesini bilen iyi yönetici olur ileride, iyi yönetici iyi yurttaştan yetişir…

Anarşiden daha büyük bir kötülük yoktur, devleti göçürür, ocakları söndürür. Kargaşa bağlar bağlaşık güçleri, hazırlar kaçınılmaz bozgunu. Oysa buyruklara boyun eğmek güvenliğini sağlar çoğunluğun. Öyleyse kurulu düzeni destekleyelim ve hiçbir zaman kadına yenilmeyelim. İktidardan düşmek alınyazınızsa hiç olmazsa erkek elinden olmalı bu yenilgi, kadının fendi erkeği yendi dedirtmeyelim.”

Devlet, Kreon’un kendisidir ve iyi yurttaş ancak buyruklara harfiyen uyan yurttaştır. Gördüğünüz gibi bazı düşünceler hayli eski! Bakın ne diyor iyi yurttaşlığa dair:

“Yasaları ve toprağın tanrılarını gözettiği sürece üstün saygınlığa ulaşır, kendi yarattığı güçlü devletin yurttaşıdır. Ama yersiz yurtsuz kalır, yoz tutkulara kapılan kişi.”

Kral’a “Nefret etmek için değil, sevmek için yaratıldım” diyen Antigone, Kreon’un buyruğuna karşı çıkar ve kardeşinin cesedini toprakla örter. Elleriyle taşır kuru toprağı. Kreon öfkeden çılgına döner ve bunu yapan her kimse bir an önce huzuruna getirilmesini emreder. Antigone’yi gördüğünde şaşkındır. Kız kardeşi İsmene de tüm ürkekliğine karşın sonunda ablası Antigone’nin yanında yer alır. Burada da sözü, Kreon’un buyruğuna aldırış etmeyen Antigone’ye bırakalım:

“…Zeus böyle bir yasa koymamış, ne de adalet denen Tanrıça böyle bir şey buyurmuş insanlara. Senin buyrultunda bir ölümlüye Tanrıların başlangıçsız sonrasız yasalarına karşı gelme gücünü vereceğine inanmıyorum. Kâğıda geçmemiştir, onlar dünden bugüne değişen emirler değil, ne zamandan kaldıklarını kim söyleyebilir?

Ne var ki yaşıyorlar, asıl bu yasaları çiğneyemem, bir ölümlüye boyun eğeyim derken Tanrıların kargışına uğramak istemem.”

Antigone, Tanrısal buyruğa uymuş, Kreon’un yasağını çiğnemiştir. Kardeşinin üzerini toprakla örtmeye cüret etmiş, onun ölü bedenini sakınmıştır. Bedelini ödemeyi göze alarak, geri adım atmayarak, boyun eğmeyerek.

Kâhin Teiresias, kibirli kral Kreon’u şu sözlerle vazgeçirmek istemişti oysa:

“…Tanrılar kabul etmiyor artık kurbanlarımızla dualarımızı. Ne kurban etini saran alevler, ne de kuşlar anlamlı işaretler veriyor. Öldürülmüş insan etinin kanlı tadına vardılar çünkü. Durum işte böyle! Sakın aklından çıkarma oğlum, insanlara özgüdür hata yapmak. Aptal ve düşüncesiz denemez insana, bir hatası olduğunda yaptığını düzeltmek ister, inadından vazgeçerse. Şiddettir inadın bedeli, ölüyü rahat bırak, cesetle uğraşma. Yiğitlik midir bir ölüyü tekrar öldürmek?” (Ari Çokona çevirisi)

Tanrısal buyruk, ölünün üzeri örtülür, der. İzin vermemek, insanın haddi değildir…


Murat Sevinç Kimdir?

İstanbul'da doğdu. 1988'de Mülkiye'ye girdi. 1995 yılında aynı kurumda Siyaset Bilimi yüksek lisansına başladı ve 1995 Aralık ayında Anayasa Kürsüsü asistanı oldu. Anayasa hukuku ve tarihi konusunda makaleler ve bir iki kitap yayınladı. Radikal İki ve Diken'de çok sayıda yazı kaleme aldı. 7 Şubat 2017 gecesi yüzlerce meslektaşıyla birlikte OHAL KHK'si ile Anayasa ve hukukun bilinen ilkelerine aykırı bir biçimde kamu görevinden atıldı.